Translate

21 Mart 2017 Salı

Atatürk ve Bilim




"İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan 
azami derecede yararlanmak zorunludur." (1923)

"İlim tercüme ile olmaz, inceleme ile olur."
Mustafa Kemal 








Gazeteci Güneş Kazdağlı tarafından derlenen Atatürk ve Bilim yazarın kendi deyimiyle bilimin medreseye karşı verdiği o müthiş mücadelenin etkileyici hikayesini anlatıyor. Kazdağlı, önsözde Türkiye’de bilimin ilerleyişini şöyle anlatıyor: 


"Mustafa Kemal 9 Eylül 1922’de savaşı kazandıktan sonra zaferini ilan etmedi. Bunun nedeni, askeri zaferden 45 gün sonra, Bursa’da öğretmenlerle yaptığı bir konuşmada anlaşıldı. Atatürk, öğretmenlere; “Ordularımızın ihraz ettiği zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Hakiki zaferi siz ihraz edeceksiniz” dedi ve adeta görevi teslim etti. Aslında bu bilime olan saygının ve bir ulusun ancak bilimdeki başarısı ile var olabileceğine olan sarsılmaz bir inancın ifadesinden başka bir şey değildi. Atatürk öğretmenlere onları yalnız bırakmayacağına ve bilimin önüne çıkacak her türlü engeli kaldırmaya dair söz verdi ve milletini de bu konuda uyararak bilimin en büyük dostu ve koruyucusu oldu. Bilim bu sayede güçlendi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirdi. Bugün, kendi tarihinden devraldığı kültürel değerleri, inançları ve gelenekleri, çağdaş bilgi ve teknoloji ile uyum içinde bir araya getirme mücadelesi veren Türkiye’nin, Mustafa Kemal’in inanılmaz mücadele azmine ve bilime sağladığı o büyük desteğe, her zamankinden daha fazla ihtiyacı var."


Eylül, 2002, Tübitak (ele geçirilmeden önce!)




* * * 



• Mustafa Kemal daha Meşrutiyet döneminde Bulgar Türkolog İvan Manolof’a ideolojisinin tümünü anlattı.
• Atatürk yaşamı boyunca 3997 kitap okudu.
• Cepheye silahlarla birlikte kitaplar da taşındı.
• Her kitabın sayfasında kurulacak devletin şifreleri de vardı.
• Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken, 250 öğretmeni Ankara’da topladı.
• Altı gün süren Eğitim Şûrası’nda Misak-ı Maarif’in temelleri atıldı.
• Millet Mektepleri’nde 5 yılda 1 milyon 200 bin kişi okuma - yazma öğrendi.
• Savaş boyunca okullar açık kaldı.
• Savaşın sonunda silahın yerini kitap, askerin yerini ise öğretmenler aldı.




“Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinin yapımcısı Ahmet Hızarcı, yönetmeni Soner Sevgili ve senaristi Celal Kazdağlı okul arkadaşları. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunu üç arkadaşın yolları bu kez 2003 yılında “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinde kesişti.

Projenin ortaya çıkmasında Güneş Kazdağlı’nın yazdığı “Atatürk ve Bilim” kitabının etkisi var. Ahmet Hızarcı, kitabı okuduktan sonra çok etkilendiğini ve belgesel çekme fikrinin ortaya çıktığını söylüyor. Bersay’ın kurucusu Ali Saydam’ın Ciner Holding için bir Atatürk belgeseli hazırlanmasını istemesiyle de fikir gerçeğe dönüşüyor.

Ahmet Hızarcı teklif geldiğinde, “Birbirimize bir telefon uzaklığındaydık ve hemen bir araya geldik” diyor. Heyecanla kolları sıvayıp işe başlamışlar. Tam üç yıl sürmüş projenin hayata geçmesi. Üç yılda neler olmamış ki? O gün bugündür kasada tutulan belgesel ilk kez “Bir Belgesel, Bir Gazeteci Çay ve Simit” etkinliğinde halkla buluştu. Ahmet Hızarcı, “Gecikmiş bir galaydı bu adeta” sözleriyle duygularını dile getiriyor. Belgeseli 500 öğrencinin izlemesinden mutluluk duyduğunu söylüyor. Ahmet Hızarcı, Celal Kazdağlı ve Soner Sevgili B+’nın sorularını yanıtladı.



Atatürk’ü konu alan bir film yapmak büyük bir sorumluluk yüklüyor insana değil mi?

Ahmet Hızarcı: 
Yetmiş milyon Türk varsa, yetmiş milyon da Atatürk var. Herkesin kafasında başka bir Atatürk kavramı var. Bu farklı kavramları sentezlemek zor. Sponsor firma, Atatürk’le ilgili bir belgeselin tartışılmaya ve eleştirilmeye açık olabileceğini öne sürerek güçlü bir sivil toplum kuruluşunun desteğini istedi. Bu aşamada devreye Anıtkabir Derneği girdi. Bu dernek, emekli askerlerin, valilerin bulunduğu bir dernekti. Dernek yönetimi ile birlikte üniversitelerin inkılap tarihi hocaları ve Genelkurmay’dan da iki kişinin katılımıyla 9 kişilik bir danışma kurulu ile çalışmaya başladık.



Bu yapılanma, yapım aşamasını nasıl etkiledi?

A.H: 
Senaryo metni danışma kurulu üyelerine gönderildi. Her birinden ayrı görüş alındı. Sonra hep birlikte yeniden değerlendirildi. Bu da süreci uzattı elbet. Ama yapılan yanlışlar düzeltildi ve zengin bir içerik kazandı. Bilgi eksikliği olmadı. Özellikle daha sonra vefat eden Anıtkabir Derneği Baş- kanı Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu’nun ve Genelkurmay’dan katılan askerlerin senaryo aşamasında büyük katkıları oldu. Üç yılın sonunda belgesel ATV’de yayınlanma sürecine girdiğinde, kanal el değiştirdi. Belgesel arşivde beklemeye girdi. Sponsor firma ile anlaşmamız iki yıl sonra yayın haklarının yapımcı firma Atlas’a devri şeklindeydi. Öyle de oldu.


Celal Kazdağlı: 
Belgesele konu olan kitabın da bir başka öyküsü var. Bülent Ecevit bilişim dünyasının ve teknolojinin ne kadar geliştiğini anlatırken Kurtuluş Savaşı’na atıfta bulunmuştu. Mustafa Kemal’in ihtilali telgraf telleriyle kazandığını söylemişti. Savaştan sonra Anadolu Ajansı’nın, daha sonra da Ankara’da matbaanın kurulmasını örnek vermişti. Eşim Güneş Kazdağlı’nın Atatürk ve Bilim kitabını hazırlamasında bu sözlerin etkisi oldu. Güneş bu sözlerden sonra Bülent Ecevit’le röportaj yaptı ve sonrasında da Atatürk ve Bilim kitabını yazdı.



Şimdi sıra belgeseldeki ayrıntıları konuşmaya geldi. Senaryodaki sırayı takip ederek sorarsak; Mustafa Kemal, Sakarya’da cepheden ayrılıyor ve 250 öğretmenle 6 gün bir arada oluyor. Bu şaşırtıcı bir olay değil mi?

C.K: 
Bunun nedenini araştırırken Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığında kafasında her şeyi belirlemiş olduğunu görüyorsunuz. Çanakkale’de 18-25 yaş arasındaki eğitimli bir kuşak kaybedilmiş. Savaş devam ediyor, ama savaşı kazanacağından en küçük bir şüphesi yok. En çok ihtiyaç duyulan eğitimli insan… Mustafa Kemal öğretmenlerle öğrencilerin askere alınmasını istemiyor. Gazi Lisesi öğrencileri gidip de şehit olunca Meclis’te toplanıp karar alıyorlar. Savaş boyunca bütün okullar açık kalıyor. Cehaletle mücadele etmek gibi bir dertleri var. Mustafa Kemal 250 öğretmeni Ankara’da Eğitim Şûrası’nda topluyor ve Misak-ı Maarif’in temelleri altı günde atılıyor. Cumhuriyet’ten sonraki eğitimle ilgili kararların çoğu o altı günde alınmış.



Öğretmen ve öğrencilerin savaşa katılmamasına Meclis’te karşı çıkanlar olmuş mu?

A.H: 
Devlet olmak, savaş kazanmaktan ibaret değil. Mustafa Kemal kararlı ve etkileyici bir lider, diğer insanları yanına çekmiş. Sorun sadece toprağı savunmak değil, devlet olmak için de mücadele veriyorsunuz.


C.K: 
Bir yandan da Ankara işgal edilecek diye halk Kayseri’ye doğru göçe hazırlanıyor. Savaşın ortasında Eğitim Şûrası’nı toplayarak Mustafa Kemal psikolojik bir yönlendirmeyle de bir anlamda, “Nereye gidiyorsunuz, bakın biz eğitim seferberliği başlatıyoruz” diyor. Mustafa Kemal öğretmenlere yalnızca hakiki zaferi kazanma görevi vermedi. Onları yalnız bırakmayacağına dair söz de verdi: “Ben ve bütün arkadaşlarım, sarsılmaz imanla sizi takip edeceğiz ve sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız.”



Belgeselde Mustafa Kemal’in çocukluğuna dönerek, eğitim konusundaki fikirlerinin aslında çocukluk ve gençlik dönemlerinde şekillendiğini anlatıyorsunuz. Bu noktada da Selanik faktörü önemli oluyor. Neydi Selanik’in Mustafa Kemal üzerindeki etkisi?

C.K: 
Selanik, Osmanlı’nın Batı’ya açılan kapısı. Osmanlı’nın gelişmelere açık, Avrupa’daki fikirlerden en çabuk etkilenen bölgesiydi. Ciddi bir Yahudi nüfusu var; Rumlar, Ermeniler orada. Yahudiler Avrupa ilişkilerini düzenliyor. Mahalle mektebine gidenler dini eğitim alıyor ama rüştiye ve özel okullarda okuyanlar yabancı dille (Fransızca) birlikte çok şey öğreniyor. Mustafa Kemal küçük yaşına rağmen yeni olanı, cıvıl cıvıl olanı seçiyor ve annesinin isteği üzerine mahalle mektebine kaydının yapılmasına rağmen gidip Askeri Rüştiye’ye yazılıyor. Babasının isteği de bu yönde. Bizim dikkat çektiğimiz nokta da bu; kendi yetişmesinde bu ayrımı yapan kişi, devleti kurarken de bunun önemini bilerek hareket ediyor.



Manastır’ın da önemli bir yeri var Mustafa Kemal’in hayatında değil mi?

C.K: 
Milliyetçi hareketlerin arttığı, bağımsızlık seslerinin yükseldiği bir yer Manastır. Askeri okulda okuyanlarda “Vatan elden gidiyor” duygusunun açığa çıktığı yer. Vatanı nasıl kurtaracaklarını orada tartışmaya başlamışlar. Vatanı Batı’dan aldıkları eğitimle kurtaracaklarına inanıyorlar. Ulusal devlet kurma ideolojisinde de Fransa örneğini benimsedikleri biliniyor. Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türk’üm” diye başlayan şiirinden Mustafa Kemal çok etkileniyor. Osmanlı,Türklüğü bir ırk olarak algılamamış. Diğer ülkelerde de ulusal hareketler yayıldıkça Türkler artık kendi benliklerine dönme ihtiyacı duyuyor. Bir heyecan dalgası yayılıyor Balkanlar’da. Osmanlı’da Türkçülük akımı olarak açığa çıkıyor bu dalga.




Mustafa Kemal’in daha 1908 yılında Bulgar Türkolog İvan Manolof’a söyledikleri çok çarpıcı. Neler söylüyor?

C.K: 
Mustafa Kemal 29 Ekim 1907’de İttihat ve Terakki’ye üye oluyor. Bir yıl sonra Bulgar Türkolog’a ulusu için düşündüklerinin tümünü ifade ediyor. Daha Meşrutiyet döneminde tüm ideolojisini ortaya koymuş. Bu çok çarpıcı. Mustafa Kemal II. Meşrutiyet’le getirilen yenilikleri asla yeterli görmüyor, kafasında daha köklü bir değişim var. Belgeselde Bulgar Türkolog’u Hasan Özgen oynamıştı ama daha sonra yer almadı o bölüm. 



31 Mart olayları Mustafa Kemal’in düşüncelerini nasıl etkiliyor?

C.K: 
Mustafa Kemal 31 Mart olaylarında din ve dini duygularla, dini kendi çıkarları için kullananlar arasındaki farkı yaşayarak öğreniyor. 




İttihat ve Terakki ile hangi noktada ayrı düşüyor?

C.K: 
İttihat ve Terakki’nin Almanlara yakınlaşmasına karşı çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı’nı Almanların kaybedeceğini söylüyor. Ordunun siyasete atılmasına karşı. ”Asker olanlar asker kalsın” fikrini savunuyor. “Subaylar ya siyaset, ya ordu tercihini yapmalı” diyor. Batılılaşma hedefinden ayrılmıyor. Bu noktada Enver Paşa ile de ters düşüyor. 




Bu durumu belgeselde nasıl yorumladınız?

C.K: 
Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında yakın bir ilişki var. Güçlü bir asker Enver Paşa, iyi bir komutan. Bizzat kendisi 200’ün üzerinde cephe savaşına katılmış. Efsane bir isim, her askerin onunla olmak istediği biliniyor. Askeri anlamda başarılı bir örgütçü. Mustafa Kemal, Enver Paşa’yı aşamayacağını biliyor. Enver Paşa dağa çıktığında ona ilk mesajı götüren kişi o. Enver Paşa’nın enerjisini, askeri başarısını biliyor. Enver Paşa heyecanlı, tutkulu bir kişiliğe sahip. Saray damadı olması nedeniyle de İslam coğrafyasında etkili. Doğu’dan yana. Mustafa Kemal bilime ve Batı ile buluşmaya yakın. Enver Paşa ikinci adamlığı kabul eden biri değil. Nitekim Enver Paşa da Mustafa Kemal’i Sofya’da ataşeliğe getirerek savaştan uzak tutuyor. 




Enver Paşa Mustafa Kemal’i Çanakkale Savaşı’ndan uzak tutsaydı tarih nasıl şekillenirdi?

A.H: 
Bunu yorumlamak ve bundan bir sonuç çıkarmak çok zor. Onun yerine bir başkası olsaydı ne olurdu? Bu bir cephe savaşı…


S.S: 
Kazım Karabekir Doğu cephesine gidip de Mustafa Kemal’e “Emrinizdeyim” demeseydi ve onu tutuklamaya kalksaydı ne olurdu? Üç yıllık bir süreçte o kadar çok faktör var ki düşünülebilecek…




Peki daha somut gerçekleri konuşalım. Trablusgarp Savaşı’nın önemi neydi?

C.K: 
İtalyanların işgalindeki Trablusgarp’a gazeteci kimliğiyle gidiyor. Yerli halkı örgütleyip emperyalizme karşı ilk savaşını orada veriyor. Her şeyini kaybetmiş bir milletin mücadelesi bu. Milli mücadelenin ilk provasının yapıldığı Trablusgarp bu nedenle çok önemli. 




Ona destek veren din adamları da var, öyle değil mi?

C.K: 
Şeyh Sünnisi Paşa var. Trablusgarp’tan sonra, milli mücadele döneminde de padişahın yanında değil, Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. Aydın din adamlarının milli mücadelede etkisi büyüktür.


S.S: 
Denizli’de Müftü Hulusi Efendi var mesela. Milli mücadeleyi ilk ateşleyenler arasında din adamlarının rolü çok önemlidir. Sofya, Mustafa Kemal için çok iyi bir laboratuvar olmuş. 




Bu konu nasıl şekillendi belgeselde?

C.K: 
Sofya o dönemde Avrupa’da istihbarat teşkilatlarının bir araya geldiği bir yer. Sofya’da sadece dans etmeyi değil diplomasinin inceliklerini de öğreniyor. Cepheden cepheye kitapları yanında Mustafa Kemal’in. Sürekli günlük de tutuyor. Milli Mücadele bittikten sonra meclis kurulmadan önce, Ankara’da kütüphane kuruluyor. 



Bu, hayranlık uyandıran bir şey değil mi?

S.S: 
Anıtkabir kütüphanesine giren herkes eminim çok etkileniyordur. Kitapların sayfalarına baktığınızda bütün boşluklara kırmızı-mavi sabit kalemle notlar alındığını görüyorsunuz. Kendi önem derecesine göre notlar alıyor. Eserleri inanılmaz bir dikkatle okuduğunu hissediyorsunuz

A.H: 
Daha savaş yokken bile kitaplara notlar düşmeye başlamış. Kitapların tamamına yakınında notlar var. “Gelecekte kadınlarımızla ilgili kuracağımız bakanlığın temel düsturlarından biridir” gibi notlar var. Sayfalar arasındaki bilgilerin iletişlerini yazarak notlar alıyor. Aynı anda 5-6 kitap okuyor. Şiir, edebi eser, Fransızca kitaplar… Farklı disiplinden kitapları okuyor. Cephede hem okuyorlar hem de birbirleriyle bilgi paylaşıyorlar kitaplarla ilgili.


C.K: 
Evet, hayatı inşa etmek için, yeni bir dünya kurmak için okuyor Mustafa Kemal. Sürekli sabit bir yeri de yok. Mum ışığında, kandilde okuyor. 




Vefatına kadar okuduğu kitapları düşündüğümüzde yılda kaç kitap okumuş oluyor?

A.H: 
3997 kitap okumuş. 57 yaşında vefat etmiş, 45 yıl okumuş olsa… Yılda 85 kitap okuyor, yani ayda 7 kitap eder. Anıtkabir kütüphanesinde 4001 kitabı yan yana gördüğünüzde bunu anlıyorsunuz.




Belgeselde, Erzurum depremi sırasında yapılan bir kitap bağışı ile ilgili yaklaşımı da çok etkileyiciydi?

C.K: 
Depremde kitap yardımı yapılması en son akla gelir. Bağışı yapan kitapevi sahibine bir mesaj gönderiyor, teşekkür ediyor, “Cehaleti okuyarak yeneceğiz” diyor.





Belgeselde o kadar çok ayrıntı var ki, konuştuklarımız özetin özeti oldu. Son noktayı nasıl koydunuz?

C.K: 
Üniversite devrimiyle son verdik. Devrimlere ayak direyen Darülfünun’u kapatmak için uygun koşulların oluşmasını bekledi Atatürk ve 10 yıl sonra kararını verdi. Onun yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu, ardından da Ankara’da üniversiteler açıldı sırasıyla. Atatürk’ün bütün bir ömrü, çağdaş dünyaya uyum sağlama yeteneğini kaybetmiş bir dizi kurumsal yapıyı, modernizmi yakalamak için yeniden yapılandırma mücadelesi ile geçti. Onun derdi Türkiye’yi Batılılaştırmak değil, modernleştirmek, çağdaş dünyanın bir parçası haline getirmekti.




10 Kasım’ı da geride bıraktık. Belgeseldeki son söz çok önemliydi... Bizimle paylaşır mısınız?

C.K: 
Mustafa Kemal’in evlatlarına bıraktığı mirasın adı akıl ve bilimdi.



Beşiktaş Belediyesi , 2010-2011 Kış
[Bu belgeseli daha sonra, her hangi bir okulda, her hangi bir kanalda, ya da sinemada izleyen var mı? Yok!... Desenize rafa kaldırılıp sümenaltı edildi!…ya MEB'in "bütçe paylaştırması"na ne demeli? "İmam hatip liselerine FEN liselerinin 15 katı bütçe ayrıldı!" (basın-18.03.2017- Üç yıllık bilanço: MEB, imam hatiplere fen liselerinden 15 kat fazla yatırım yapacak) ... Güle güle sana, yolun açık olsun Bilim!.. Artık dualara kaldı İlim!.. SB.]






Mustafa Kemal Atatürk


"Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız.. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur."

"Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez.. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur." (1922)


"Hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de uygun bir yol ile veya zor ile anlatarak amacımıza yürüyeceğiz... Bizi bu amaca varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlemememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman çıkmaz. İçimizde böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya memleketini sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz zaman mutlaka okula gitmemiş olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek bilginler çıkar." (1923)


"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Beden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların. Kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."










EK:

Atatürk Döneminde Eğitimdeki Gelişmeler

"Mustafa Kemal emperyalist güçlere karşı, mazlum milletlere örnek olan ulusal kurtuluş savaşını 9 Eylül 1922’de utkuyla bitirince, İzmir’de Mustafa Kemal’e “çok yoruldunuz herhalde, çiftliğinize çekilir dinlenirsiniz” dediler. Mustafa Kemal’in yanıtı şöyledir : “Hayır asıl savaş şimdi başlayacak… Bu savaş, cahilliğe ve gericiliğe karşı yapılacaktır”. Bu savaş aslında, 
ortaçağın karanlığından bir türlü çıkmasına fırsat verilmeyen bir toplumun çağdaşlaşması için verilecek, uzun zaman alacak, 
ikinci bir kurtuluş savaşı olacaktır. "

Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR, PDF
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi