Translate

29 Nisan 2016 Cuma

LANET OLSUN BÖYLE MEDENİYETE!






General Hamilton, yanında Albay Keyes olduğu halde 29 Nisan sabahı Seddülbahir'e çıktı.


Uzaktan baktığı Türk toprağına ilk kez ayak basıyordu. Kıyı arı kovanı gibiydi. Kumsal askerler, arabalar, katırlar, su fıçıları, sandıklar ve yaralılarla doluydu. Yaralılar dünkü yenilginin anılarıydı.


On binlerce çocuğunu gönüllü olarak Çanakkale'ye yollamış olan İngiliz kamuoyu bir zafer haberi bekliyordu. Sansür nedeniyle hiçbir gazete büyük kayıp verildiğini, ordunun kıyılarda kaldığını yazamamıştı. Karaya çıkmış olmak başarı olarak sunuluyordu.


Savaş muhabiri Ashmead-Barlett, yazamadığı olayları ve fark ettiği yanlışlıkları not etmeye başlamıştı. Uygun bir zamanda hepsini açıklayacak, büyük dalgalanmalara yol açacaktı.


General Hamilton ve Albay Keyes 29.Tümen Komutanı General Hunter Weston'la buluştular.


Komutanlar yeni bir taarruz için kibar kibar görüşürlerken, savaş gemileri Kabatepe yakınından, heder bildiren uçakların yardımıyla, aşırtma atışlar yaparak Eceabat'ı bombardıman etmeye başladılar.


Eceabat askeri bir hedef olmadığı halde, şehirde bir tek sağlam ev bırakmadılar. Hastaneyi de yıktılar. Birçok yaralı yanarak şehit oldu. Hastanede esir 2 yaralı İngiliz askeri bulunuyordu. Onlar da öldü.


Sonra Çanakkale'yi hedef aldılar. Şehirde yer yer büyük yangınlar çıktı. Bu vahşi olayları izleyen Yüzbaşı Nazmi Akpınar* yardımcısına dedi ki:

"İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin ulaştıkları ileri ve yüksek bir medeniyet var. Bu gelişmişliğin bunlara bir olgunluk, doygunluk vermesi, bilgelik, incelik, hoşgörü, soyluluk kazandırmış olması gerekirdi. Barışçı, adil ve örnek olmaları, yol göstermeleri, insanlığı ve hakkı korumaları, güzelliklere ve iyiliklere öncülük etmeleri beklenirdi. Tam tersini yapıyorlar.İlkel bir insandan daha yırtıcı, acımasız, kaba ve benciller. Durmadan dünyayı sömürüyor, doymuyor, yetinmiyor, sürekli daha fazlasını istiyorlar. İnsanlığı kandırmak için güzelliğe övgü düzüyor ama hiç durmadan çirkinlikler yapıyorlar. Küçük bir çıkar için bir milleti mahvedebilirler. Bana inanmazsan tarihe bak!" ...


Günlüğüne şu kısa notu düştü:
"LANET OLSUN BÖYLE MEDENİYETE!"





DİRİLİŞ - ÇANAKKALE 1915
Turgut ÖZAKMAN
(syf.323-324)







* Balkan Savaşı'ndan sonra Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanlığı'na getirilen Nazmi Akpınar, Nusrat Mayın Gemisi komutanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı ile beraber düşmana ağır kayıplar verdirerek 18 Mart destanını yazmışlardır. Binbaşı iken emekli olan Nazmi Akpınar 5 Mayıs 1940’da vefat etmiştir.

Tophaneli Yüzbaşı Hakkı bey ise bu göreve çıkmadan iki gün önce kalp krizi geçirmiş, Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa'nın yerine başkasını gönderme teklifini reddetmiştir. Mayınları döşedikten sonra dönüş yolunda, karşılaştıkları düşman devriye gemisinin projektörüyle kıyıdaki fenerimiz arasındaki ışık savaşına hasta kalbi dayanamamış ve şehit olmuştur.





__________________________________
__________________________________







Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir.







"Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir."
Madde 2.
HIYANET-İ VATANİYE KANUNU
29 Nisan 1920







Saltanatı geri getirmek isteyen gericilerin çalışmaları karşısında arkadaşlarının kendisini yalnız bıraktığını gören Mustafa Kemal, 20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtti:


"Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine öldürürüm."




Cumhuriyet'e doğru gidiş bu kararlı sözlerle açıkça görülüyordu.


Savaş zamanının T.B.M.M.'nin görevi son bulmuştu. Bu sebeple Meclis kendini dağıtıp, seçime gitme kararı aldı. Mustafa Kemal, dağılmadan önce Meclisten 15 Nisan'da, Saltanatı geri getirmeye çalışanları vatan haini kabul eden bir kanun değişikliği ile "Hıyanet-i Vataniye Kanunu"na, ileride gerekirse yine İstiklal Mahkemeleri kurma fırsatını veren bir ek getirdi.


14 maddeden ibaret bulunan Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun haini vatan sayılanları tarif eden l inci maddesi, 15 Nisan 1923 günlü ve 334 .sayılı Kanunla değiştirildi:


Saltanatın ilgasına ve hukuku hâkimiyet ve hükmüranîsinin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının mümessili hakikisi olan Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 tarihli karar hilâfına veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya tahriren veya fiilen ankastin muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan kesan haini vatan addolunur.


Şeyh Sait ayaklanmasıyla 25 Şubat 1925 Hıyanet-i Vataniye Kanununda Dinin politikaya alet edilemeyeceği ve bu suçun da vatan hıyaneti sayılacağına ilişkin değişiklik (556 sayılı Kanun) yapıldı.


Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas olan veya alet ittihaz maksadiyle cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek şekli devleti tebdil ve tağyir veya cemiyeti devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili bir şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezâlik haini vatan addolunur.




*


Evet görüldüğü üzere yapısı itibariyle İstanbul'un işgalinde, Ferit Paşa kabinesine karşı konan Vatana İhanet Yasası, daha sonra bazı dini ve bölücü ayaklanmalara karşı, milli devleti korumak maksadı ile konmuş ve ülke korunmasında bu yasa ta ki "12 NİSAN 1991"e kadar bir emniyet supabı gibi hainlere karşı görevini yerine getirmiştir. Turgut Özal hükümeti, "Terörle Mücadele Kanunu'yla" ve yine Turgut Özal'ın talimatıyla yasa yürürlükten kaldırılmış, ülke bugünkü bulunduğu karanlık döneme itilmiştir.


Vatana ihanet yasası iptali sonrasında, ülkenin durumuna bakacak olursak, dinin siyasete nasıl alet edildiğini, laikliğin nasıl zedelendiğini, tarikat ve cemiyetlerin nasıl çoğaldığını, dinin devlet kademelerine kadar girdiğini, devletin yapısının nasıl yıpratıldığını, fesat ve nifak ticaretinin nasıl yapıldığını, yazılı ve sözlü yıkıcı yayınların alenen yapıldığını görmekteyiz.


Anlaşılıyor ki: Şu an için Cumhuriyetimizin hali bu gösterge ile bir vahametin içine sürüklenmiş ve ülke 1920lerden daha da geri zihniyetlerin eline geçmiştir. Vatana ihanet yasasının kaldırılması ile asıl vatana ihanet burada yapılmış ve ülke tam bir milli devletten intikam alma sahnesine dönüştürülmüştür. Yapılan bu siyasi hata Cumhuriyeti adeta şeyh Saitçi zihniyetlerin at koşturduğu siyasi arenada, değerli ordumuz da bir yıpratılma çabası içinde bırakılmış ve toplumun bazı kesimlerine laiklik düşmanlığı pompalanmıştır.


Yapılması gerekende, birçok parçalara ayrılmış ve kendini Kemalizm ilkelerine adayanların tek bir siyasi çatıda toplanmasından geçmektedir. Bu nasıl yapılır, nasıl işleve konur ve alt yapısı nasıl oluşturulur derhal buna eğilmek lazımdır. Bu zorda olsa, zoru başarmada tüm güçler birleştirilmeli, genç bir potansiyele ve genç bir yapıya sahip ülke sonuna kadar korunmalı.
Bu başarımda Ulu Önderimiz Atatürk'ün dediği gibi söylemimiz:


Ya İstiklal Ya Ölüm Olmalıdır!







alıntı:
*HIYANET-İ VATANİYE KANUNU:
*(Kanunlar Dergisi C.3, S.67 - Ayrıca 29 Nisan 1920 tarih, 2 sayılı kanun)
*güncel meydan
*atam gov








// VATANA İHANETİN BEDELİ; ASILARAK İDAM //











27 Nisan 2016 Çarşamba

Başkanlık ve Anayasa!





// Başkanlığa HAYIR.
// Bu Meclis Anayasa YAPAMAZ, Yeni Anayasa'ya HAYIR.






* ABD'de başkanların iktidarda kalış süresi 4 yıldır. Bu 4 yıl dolmadan, eğer olağanüstü bir durum yaşanmazsa, hiçbir başkan görevden ayrılamaz. Başkan'ın istifası ya da Federal Kongre tarafından görevden alınması durumunda gelecek seçimlere kadar başkan yardımcısı, Beyaz Saray’ın patronu olur. Başkanlar en fazla 2 dönem görevde kalabilmekte.


// Ölümüne dek görevde olmak isteyen, ölümünden sonra da sülalesi nasiplensin diye bunu değiştirir...




* Başkan seçilen kişi Beyaz Saray'da, kendi personeliyle birlikte ikamet eder ve yılda 400 bin dolar net maaş alır. Bütün masraflarını (yemeğini bile) kendi karşılamak zorundadır.


// Komik olmayın. Devletin malı deniz, yemeyen keriz misalinde bizimkiler. Faturayı önlerine koysan, İsveç bile kurtaramaz!..




* Amerika’da başkanının valileri, yerel mülki amirleri atamak gibi bir görevi yoktur. Öbür yandan bütün önemli atamaları (Yüksek yargıçları gibi) yapar, fakat yasama organı bunu denetler, adayları sorgular ve uygun görmediklerini red eder. Örnek: Başkan Reagan 1987’de koyu muhafazakâr hâkim Robert Bork’u Yüksek Mahkeme üyeliğine önerdi, fakat Bork’u sorgulayan Senato, 48 onaya karşı 58 oyla reddetti.


// Önerdikleri sistemde Başkan’ın yapacağı hiçbir atama, Meclis’in onayına bağlı değil! Yargıya yapacağı atamalar üzerinde bile Meclis’in hiçbir “denetim ve denge” yetkisi yok! Tarafsız bir yargı mı dediniz! Başkanlık değil Tiranlık. Eyvah, dalkavuklara ne olacak şimdi? Onlar da bullshit olur....




* ABD'de seçim süreci 1 yıldan fazla sürmektedir. Partiler devletten nisbi oranda bir destek alır. Ancak başkan adayları veya vekil, senatörlerin şahıslarına seçim çalışmaları için devlet yardımı sözkonusu değildir. Halkın vergilerini seçilecek kişiler seçim kampanyalarında kullanamaz. Amerika’da seçime giden istisnasız herkesin seçim kampanyası için yapacağı harcamaların ana kaynağı bulacağı sponsorlar veya halktan alacağı doğrudan bağışlardır. Ya da kendi cebinden karşılamak zorundadır. 


// Hadi Devletten hiçbir ödenek almadan ceplerinden karşılasınlar... Milletvekili değil, muhtar bile seçemezler.








Başkan ve Yargı: hürriyet
Amerika Başkanı kendi masraflarını karşılar: amerikabülteni
Başkanlık sistemleri: onedio
Tiranlık üzerine notlar: 21.yy





Eski TBMM Başkanvekili ve Milli Anayasa Hareketi Başkanı Hasan Korkmazcan: 
"Yeni anayasa fikrinin arkasında emperyalist güçler var."

Eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır: 
"Milli anayasa hareketi bölücü anayasaya karşı kurulmuştur."

Prof. Dr.Birgül Ayman Güler, 
Milli Anayasa Hareketi Kurultayı, 

Haluk Dural'dan
Başkanlık sistemi Yeni anayasa'ya bile uygun değildir.
Yeni anayasa 2 milletli, 2 dilli, federe bir anayasadır.








 // Başkanlığa HAYIR.
// Bu Meclis Anayasa YAPAMAZ, Yeni Anayasa'ya HAYIR.













“Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Başkenti Ankara'dır.”
________









The Massacres of the Turkish People



Testimony with oath of Fatma, wife of
Mehmed, son of Salim and daughter of Ali Osman
from Kalafka (299) village of Yomra subdistrict.


It was the first day of April. Everybody was in preparation o f migration, seeing that the Russian were approaching to our village. I went to he house of Mehmed Aga, son of Kolan, the head man of Dirona (300) village, to ask what he was thinking to do. He answered that his sister Hatice and he would act together when the enemy ceased fire at the village. I stayed at their house compulsorily, actually there were many people that I was acquainted with. Among them, there were, Hasan, son of Kolan, from Dirona village, his wife Ulviye, his daughter-in-law, Hüsniye his brother Ali and his wife Zeliha, his relative Mehmed and his wife Gülfem and their 17 years old daughter Güllü, his motherin-law and Emrullah, son of Kolak and his wife Zakire, sister o f Mehmed, son of Kolak, Emine and her daughter Ayşe and her daughter-in-law Emine.


The next morning at 3 o ’clock the enemy occupied the village. A Kazakh squadron consisting about 150 soldiers came to the house where we were and took us all with men and women to a place that was a quarter hour away from the village. Three Greek women who were accompanying them, were acting as translators to them. We had the day there. Towards the evening, the Russian separated men from women and took them to an unknown place. They took us to another place which was half an hour distant from that place.


At night, they raped Emine, 18 years daughter of Ali, son o f Pash, from Dirona village, in front of our eyes. The baby of Hatice, her sister, was thrown into the air by the Russian and was cut into two pieces with a sword. The Russian killed the other children. Emine, wife of Hasan, son of Kolak, and her 8 years daughter Şükriye and other lots of Moslem women whom I do not know the names, were dishonored meanly. One of the Greek women, who could not endure these wildly behavior and wanted to interfere in favor of the innocent, was immediately killed by the Russian with the strokes of butt of the rifle and bayonet.

By taking advantage of and the darkness of the night, I was able to succeed in escaping from this area to the plain and the pitiless behavior o f the Russian. In the middle of the night, I got up from the corner where I was crouched, and came to Komera (301) village where the Ottoman soldiers were located.


There, I learned that the younger daughter of Zehra, daughter of Hurşit Pasha, Nadiye, sister-in-law of Haci Hatun, wife of Osman İskenderoglu, and her daughters Binnaz and Meryem had been killed, after being raped.


299 ) There are three villages called Kalafka of Yomra town of Trabzon. Kalafkaarduçlu (Gülyurdu), Kalafkahatipli (Kömürcü) and Kalafkaiskenderli (Taşdelen). It could not be identified which Kalafka village it was. - 300) Its name of today, could not be identified. - 301) Today, Yalincak village of central subdistrict of Trabzon. 






Testimony of Firdevs Hamm, wife of Şerif, 
residing at Abbas Aga district of Van (?.6.1916)


While the enemy was entering Van city, Firdevs Hanim and her neighbors, were gathered in the house of retired officer Mehmed Ali Efendi. The sounds of firing rifles and screams began to be heard. After they plundered the houses, they were burning them. The fire was coming closer to the house of Ali Efendi. About 15 armed people, rang the door of this house. They called Ali Efendi and ordered him to give money to them. Ali Efendi, after hesitating for a moment, obeyed the order. The brigands, after taking the money of Ali Efendi, they killed him and his 80 years old sister. His wife also, after being seduced, had the same end. My husband Şerif Efendi was shot at his head and fell down on the ground. 

In spite of my screams full of pain, my 16 years old son, Ahmed, was massacred. The brigands stabbed a pregnant woman and after killing all the men in the house, they took the women to Hatuniye district. There they cut the penis of a 15 years old boy and put it in his mouth and after this torture, they killed him. The brigands killed all the people they met without any pity. They took the women, previously they had taken to Hatuniye district, to American Institution.

On the way, they met a woman walking together with her 15 years old son and her baby. The boy was suffocated, the woman after being raped was killed with her baby. From the American Institute where there were a lot of immigrants, the Armenians and the Russian chose the most beautiful women and took them away, not to return them any more. None of the women could protect their honor. Among the women who were raped by force, they killed the wives of two sons and daughter of Fevzi Aga from Molla Kasim village and the daughter of Ibrahim Aga from Ayams (Agarti) village. The 15 years old daughter Zeliha of Ismail Aga from Güllü village, died, for being raped too much. Lots of Moslem immigrants have been the victims of the torture applied on them.....







*




from the book:



ARMENIAN AND RUSSIAN OPPRESSIONS
( 1914- 1916) (TESTIMONIES OF WITNESSES)
Prepared by Dr.ERDAL İLTER



PRESENTATION
Armenian propaganda tries to conceal the facts through certificates which are the products of imagination like “Andonian Certificates”. It forms clouds of questions in the minds with the claim that Armenians were subjected to massacres. All of these efforts in fact serve to make “The question of the massacres of the Turkish people” committed by Armenian gangs to be forgotten. Today the mass graves of Moslems slaughtered by Armenian gangs in Eastern and Southeastern Anatolia, are laid out in front of the eyes of public opinion of the world (1). Many other unknown ones are waiting to be revealed to daylight and to be exhibited in genocide museums. Objective scientists are searching and revealing the facts that are wanted to be concealed and presenting them to the attention of the public opinion in their studies. Although the days of disaster are wanted to be made forgotten, these do not go out of minds. Objective studies carried out on Armenians, show the mistake of the efforts to invoice the Emigration Event in 1915 to Turkish Nation (2)


The real guilty are the imperialist states who provoked and deceived Armenian community. It is a reality that in our era, the wars are carried out not at the front, but at the behind o f the front lines. The front that the Russians opened in the Eastern Anatolia was also such a front. The Emigration Law was prepared for the purpose of preventing the further abrasion of the lines of the Turkish Army behind the front, and to take away the defeatist elements located in that area out of the operations field and in the critical areas in the country, the people living in Eastern and Southeastern Anatolia and who disobeyed the State were removed from those areas. There where Turks also among the people who were removed. With this law, the aim was to cause them to settle in more secure areas, and not to be massacred, as Armenians claim. 


However, in the direction of interests, by charging the event on the Turkish Nation, it is tried to be screened and to be concealed. In fact, following the First World War, when Entente Powers occupied Istanbul, they could not prove the “Armenian Massacre” claim and the American archives to which they had clung with a last hope, did not give anything to them, and thus, “Armenian Massacre” claim had collapsed even at those days (1920) from the legal point of view (3). In our era also, the young Armenian generation is wanted to be grown up with hate, and to follow blood feud. In the freedom environment of the West, these negative efforts can give much quick results. The task that we have to carry out is to weigh the facts on the scales of reality and to find out the real truth.


Beginning from the declaration of Constitutional Period, the result to be derived from the events happened, within its historical course is that, Armenian Committees who run after the dream of Armenia and who were directed towards the interests of the Entente States, by putting obstacles that are difficult to overcome, in front of both Turkey and Armenian people who want to live in peace, have always dragged the country and the people who followed them into disaster.


In our era also, same Armenian organizations and institutions who dream to bring The Armenian Diaspora into Anatolian territory by establishing Great Armenian State and take action for this purpose, try to deviate the historical realities and to destroy the friendly relations that are tried to be developed between Turkey and Armenia that gained her independence on September 23, 1991 by the dissolution of the Union of Soviet Socialist Republics. The observance of the existence of Turkey is a source of confidence for Armenia, in other words, for Armenians, the only window that is opened to the West is Turkey is recognized by the politicians and statesmen of Armenia and this is an important development for Armenia that is prepared for the 21st Century.


On the other hand, it is obvious that, a peace environment to be constituted in Caucasia, along with Turkey-Armenia friendly relations, will create a stability medium for the other states in the area. For this reason, the problem of Nagorno Karabagh between Armenia and Azerbaijan, has great importance to be solved fairly between the parties. In this point, there is a historical task for the Armenian Republic. Following the solution of this problem, the participation of Armenia in Western Alliance and, as it was expressed by The Turkish Prime Minister Mesut Yilmaz on March 21, 1996, the opening of borders between the two countries, is seen as a point which can be evaluated from Turkish point of view.


According to us, it is a reality that it will be advantageous for the interests of Turkish and Armenian communities, if the Armenian Republic follows policies, parallel to the friendly hand extended by learning lessons from history, within the framework of international
policies.


This book that we have prepared with the title “Armenian and Russian Oppressions (1914-1916) (Testimonies of Witnesses)”, in order to open the screen of ' suspect on the “Moslem Victims Issue” that is tried to be concealed by the Armenians and to let the people know the realities behind Armenian claims, is the translation of the works which consist of the records of the testimonies of witnesses about the oppressions that were committed by Armenians against Turkish people, and which was printed in Istanbul in 1917 among “National Congress” publications by the Ottoman State, with the title “Documents sur les Atrocides ArmenoRusses”. The testimonies of the witnesses contained in the book, have been taken under oath by authorized people and commissions that examined the oppressions at sites and established by minutes.


A lacking translation of French edition of this book of documents which puts forward a part of the Armenian and Russian oppressions carried out against innocent Turkish and Kurdish people in Bitlis, Muş, Van, Hakkari, Siirt, Erzurum, Erzincan and Trabzon provinces between 1914-1916 and which have been used by some authors, have been included in the book of Retired Major-General Ahmet Hulki Saral, “Armenian Question” (pp. 411-446). However it has been observed that some parts in original French edition and its translation do not coincide with each other in the examination that we carried out, especially in location and individual names, and these were misreading and typing errors. For this reason, these mistakes were corrected as much as possible by going to the originals (4) of the text, and translated in compliance with the original text. Furthermore, the changed names o f the locations mentioned in documents, have also been shown with today’s names. Since the book was printed disorderly, the book was brought to an understandable form by dividing it under general headings and following the note numbers, and the reference books that have been made use of for the arrangement of the book and a large index have been added to the end of the book.


In order to ensure the subject to be understood more obviously and to provide its integrity, the relevant section of the book-which explains Van, Bitlis and Muş events before and after the mobilization, and titled “Ermeni Komiteleri’nin A ’mal ve Harekat-i ihtilaliyyesi, i’lan-i Meşrutiyyet’den Evvel ve Sonra” (The Objectives and Revolutionary Operations of Armenian Committees, Before and After the Constitutional Period) again published by the M inistry of Interior Affairs of the Ottoman State in Istanbul in 1916, which is a Perfect evaluation of the works, has been included by us in summarized form as “INTRODUCTION” to the book.


Dr. Erdal ILTER
March 28, 1996 -Ankara
1) For example, see Enver Konukgu, Ermenilerin Yeşilyayla’daki Turk Soykirimi (11-12 Mart 1918), Ankara 1990; “Kars-Subatan Şehitligi Kazisi,” Yakin Tarihimizde Kars ve Dogu Anadolu Sempozyumu (Kars-Subatan 17-21 Haziran 1991), Ankara 1992, pp. 361-457; “Zeve Şehitligi Kazisi,” Yakin Tarihimizde Van Uluslararasi Sempozyumu (Van 2-5 Nisan 1990), Ankara 1990, pp. 309-406.

2) Stanford J. Shaw and Ezel Kural Show, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Volume II, London 1978, pp. 314-317, Alois van Tongerloo, "Armeense Drang Naar Autonomie,”Inforient-Dossier (15 .October. 1981), pp.25-27; Justin McCarthy. “Armenian Terrorism: Histoiy as Poison and Antidode," International Terrorism and Drug Connection, Ankara 1984. pp. 85-94; Azini Siislii, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olavi. Ankara 1990; Osmanli Belgelerinde Ermeniler (1915-1920). Ankara 1994

3) Bilal N. Şimşir, Malta Surgunleri. Istanbul 1976. pp. 259-284; American High Commissioner in Turkey Admiral Bristol, in his report that he sent to U.S.A. Secretary of State in 1920 related to Armenians, indicated that the recent stories seen in European media about Armenian assassination, were directed for the purpose of misleading and they were the propaganda made to ensure the support of egoist plans of Allied Powers. See Laurence Evans. United States Policy and the Partition of Turkey (1914-1924). Baltimore. The Johns Hopkins Press. 1965; Turkish Translation. Tevfik Alanay. Türkiyc’nin Paylaşilmasi (1914-1924), Istanbul 1972. p. 262.

4) Arşiv Belgelerine Gore Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi, 1906-1918. Vol. I. Devlet Arşivleri Genel Mudürlügu Yayimi, Ankara 1995.





and














Systematic and planned terrorism of Armenians in Turkey



GENOCIDES COMMIS PAR LES ARMENIENS
A VAN, BITLIS, MUŞ ET KARS -
INTERVIEW DES TEMOINS VIVANTS



PREFACE
Les Armeniens qui tiennent une place importante dans l’histoire turque, ne se sont pas subitement revoltes a partir de 1890. Ce mouvement s'est prepare pendant une periode historique au cours de laquelle fut lancee artificiellement une "question armenienne" sous Faction des societes dissociations fondees tant a l'interieur du pays qu'au dehors, par les activites de eglises, ecoles et missions, et avec l'encouragement et a l'incitation des pays occidentaux qui avaient des visees sur l'Empire ottoman. Cette formule fut remplacee pendant la Premiere Guerre mondiale par le mythe du "genocide armenien” qui se perpetue depuis quatre-vingts ans.


Parmi les minorites que les Turcs abritent depuis des siecles et, auxquelles ils accordent des droits et des privileges plus qu'a luer propre pueple, coreligionnaires et concitoyens figure la minorite armenienne. Bien quelle fut la communaute sur laquelle 1'Etat ottoman comptait le plus, с etait bien elle qui posait le plus de problemes et qui a l'incitation de l'Occident assayait de façon systematique d'aneantir la population turque au sein de laquelle elle vivait. Et cela d'autant plus que tout en faisant couler le sang, les Armeniens ne se priverent pas de crier au secours en disant: "notre sang coule, on nous tue, on nous expulse, on nous extermine!". Lorsqu'ils ont quitte le pays avec ceux qui les avaient pousses a la trahison, ils tenterent de frapper le pays de terreur, mais ne pouvant pas a reussir dans leurs entreprises, ils userent alors des methodes scientifiques et a nouveau de mensonges et de calomnies. Cependant a ce jour, on n'a pu trouver aucun document prouvant que ni les Armeniens, ni les autres minorites aient ete malmenes, ni massacres tant dans l'histoire turque moderne que dans les temps anciens. Bien que les recherches aient ete effectuees dans ce sens depuis cent ans, on n'a pas trove un seul document de ce genre jusqu'a present ni en Turquie, ni ailleurs.


Pourtant il est important de repondre a la propagande partisane, de faire connaitre les realites scientifiques, d'eclairer les opinions publiques turques et etrangeres et, bien entendu, de les convaincre. C ’est pour cela que, tout en organisant des reunions scientifiques dans plusieurs villes, nous entreprenons de nouvelles activites scientifiques. Ce sont des excavations de sepultures communes qui ont ete effctuees en Anatolie orientale en sept endroits, dont la premiere au village d'Oba, dependant d'Igdir, en mars 1986, la deuxieme au village d’Alaca, dependant d'Erzurum, en ju illet 1986, la troisieme dans le district d'Erciş, dependant de Van, a la meme date, la quatrieme dans le village de Yeşilyayla, dependant d'Erzurum, en octobre 1988, la cinquieme dans le village de Zeve (Zaviye), dependant de Van, en avril 1990, la sixieme au village de Subatan, dependant de Kars en juin 1991 et la septieme enfin au village de Timar, dependant d'Erzurum, en juillet 1993. Des centaines, voire des milliers de femmes, de jeu nes filles, d'enfants, de vieillards, qui etaient des Turcs, ont ete systematiquement massacres par les Armeniens dans ces regions. A la suite de recherches scientifiques et d'etudes faites sur place, le nombre des sepultures communes est evalue aujourd’hui a deux cents dont nous effectuons les excavations selon un plan determine.


Ains la "question armenienne" par ces activites prend une forme scientifique et la Turquie, sur la defensive a ce sujet, devient dorenavant offensive. Neanmoins il faut poursuivre et persuader ['opinion publique mondiale. C'est pour cette raison que ces activites ne doivent pas rester locales, mais qu'elles doivent etre somises a l'opinion publique mondiale et trouver leur juste place dans la litterature mondiale. Nous croyons que tout en dispersant ces activites a Erzurum, Van et Kars, en trouvant non seulement des documents historiques mais aussi des materiaux archeologiques et enthropologiques en faisant entrer en relation les dirigents, les hommes de science, de presse avec le peuple, en realisant des interviews de temoins vivants (Gazi), en les filmant, nous pourrons eclairer l'histoire turque, qui, depuis des annees, est laissee dans l'ombre ou exploitee, et apporter aussi des preuves devant l'opinion publique turque et mondiale.


Ces interviews, que nous appelons "histoire vivante", constituent l'une des sources importantes de l'histoire, qui a besoin d'etre rectifiee, grace aux temoins vivants, qui disparaissent de jour en jour, a Van, Bitlis, Mu§ et Kars. Nous avons filme les endroits oil la population civile a ete systematiquement martyrisee par les Armeniens pendant la Premiere Guerre mondiale et la Guerre Nationale; nous avons photographie des temoins vivants et egalement realise des interviews de 62 d'entre eux en plus de ceux que les chercheurs des universites locales ont realises. Dans ce livre nous publions d'une part les resultats de ces recherches a l’adresse de l'opinion publique mondiale et d'autre part, en accord avec les equipes de la Direction Generale de la Radio et de la Television Turques, ces resultats se sont diffuses par les televisions turques a partir du 24 mars 1994 comme un "Documentaire d’Histoire Vivante" et le seront par la suite par les televisions etrangeres.


C’est ainsi que 80 ans apres nous mettons devant l'histoire, nous prouvons et enregistrons une fois de plus les erreurs et les pretentions des Armeniens par les interviews de temoins vivanfs et, quitte a deranger les ames des martyrs, par les materiaux, documents et arguments anthropologiques et archeologiques, trouves dans les excavations des sepultures communes et des martyriums de la region. Selon l'expression d'un temoins vivants "a un moment oil nous nous battions contre les septs Etats ennemis, nous avons egalement ete victimes des massacres armeniens". Et ceux qui dans ces massacres ont perdu leur vie, leurs maisons, leurs villages, districts et villes, qui ont ete bruJes et detruits, ne sont pas des Armeniens, mais c'est plus d'un million de Turcs d'Anatolie. Nous souhaitons vivement que l'on ne revoie plus sur la scene un tel drame humain non seulement en Anatolie, au Karabagh, a Chypre, en Bosnie-Herzegovine, en Tchetchenie, mais encore aucune autre region du monde et qu'une telle histoire ne puisse plus se repeter.


Le 24 avril 1995
Prof. Dr. Azmi SUSLU







SUMMARY
Armenians who have an important place in the Turkish History have not rebelled suddenly since 1890 s. The rebellion of Armenians has a phase of preparatory in its historical process. For, in that phase, so-called "Armenian Problem" had been falsely produced by the societies and associations which were established in or abroad, by the activities of churches, schools, and missionaires, and also especially by the provocative and stimulative efforts of Western States which had political aspirations on Ottoman Empire. Afterwards, during the World War I, "Armenian Genocide" had been proposed for a new formula which wherefore was instead of "Armenian Problem". Whereore, this "legend" has continued for 80 years.


For a thousand year! Armenian minority is one of those minorities, that had been embraced without any racial segregation and presented more rights and privileges them than Turkish people which were from common race and language, by Turks. Though Turks had much more credit in them, yet they were the cause of annoyance and succeding the very systematic manner, attempted to destroy the Turks by the provocations of West. Not only they satisfied with this much, but also, while they were sheding Turks blood, raised a clamour thus: "Our blood is being shed, we are being killed, forced to emigration, exposed to genocide!" After leaving the country with those men who led them to treachery, they had exercised the divers terror operations, but couldn't be successful. Henceforth, at this time, by using the scientific methods, they have proposed to reach that which desire it. Again, deviating from the truth, they directed themselves to the ways of error andfalse accusation. It is manifest that there is no scientific document to prove that Armenians or other else minority, were exposed to the act of killing a whole race, and contemted in the last or any period of history of Turks. And so, any scientific document in any place could be discovered, though it had been searched very carefully for about a hundred year.


But it is an important thing that the scientific truths were discovered, declared to the native and foreign people, and persuaded them, as well it was answered to concentrated and biased propaganda of Armenians. Wherefore, recently, the new scientific activities are being done for the purpose to reinforce the scientific assemblies in many provinces of Anatolia. These are to excavate the graves in a group. The first of these, that were excavated in seven places of Eastern Anatolia, is in Igdir Oba on March 1986, second in Erzurum-Alaca on July 1986, third in Van-Ercis on July 1986, fourth in Erzurum - Yesilyayla on October 1988, fifth in Van-Zeve (Zaviye) on April 1990, sixth in Kars Subatan on June 1991, and seventh in Erzurum-Timar on July 1993. Thus, it was manifestly appeared that thousands of Turkish people together with whose women or daughters, children or old men, were killed because of the violence and genocide of Armenians by their systematic and planned terrorism in these place. The approximate number of these graves in a group which were discovered by great and long scientific researches and local scannings, is 200. Hovewer, perpetual excavations of these graves were going on.


By all which, when Armenian matter was drawn to the scientific ground, Turkey does not only make self-defence, but also begins to attack. But it must be continued the scientific activities, and persuaded the whole world. Wherefore,likewise that such of the scientific activities must not only be locally, but must be presented to the whole world and must take a place in the world literature. 


This kind of activities as in Erzurum, Van, Kars, must become more widespread. And also, archaeological and anthropological datas must be produced on this field. Likewise, by interrogating the Living Wittness, or Ghazis, and filming them, the specialists in this field, scholars, and press-men have to join, be mixed, unite with these people. By means of these activities, in our opinion, history of Turks which was both darkened and exploited will be illuminated, as well as it will be proved or registered officially in the sight of the whole world.


Even though it must be confirmed, the scanning of "Living History" is one of the most important sources of history. Wherefore, we have scanned Ghazis who are day by day becoming less inhabitants of Van, Bitlis, Mus, Kars, for two years. It was scanned and filmed the residences of civil people who had been killed systematically by Armenians during the World War I and the Turkish War of Independence, martiriums, and the Ghazis. It was interviewed 62 living Ghazis who had been interviewed by the lecturers of universities in that region. In this book, we shall present the results of this research. And also they were broadcasted as a documentary programme which was called "Living History" by the second channel of TRT all over the Turkey and abroad. Afterwards, it will be broadcasted on other local and foreign channels of TV.


As a result, once again, in the presence of history, it was concluded that Armenian ideas are inconsistent with the truth, as they lack of witnesses, anthropological and archaeological datas, documentaries, proofs which were obtained by excavations of graves in a group and martiriums. As a Ghazi said to me: "When all the Western World attacked us, we did not only fight with them, but also we were exposed to the genocide committed by Armenians." During this genocide, those that were killed, that had their homes and their villages, as well as all of their properties destroyed were not Armenians, but more than one million muslim Anatolian people. We hope sincerely that this tragedy of mankind is not repeated once again in now here that is neither only in Anatolia, Karabag, Cyprus, BosniaHerzegovina, nor in the whole world.


24 th April, 1995
Prof. Dr. Azmi SUSLU












SEEK FOR THE TRUTH
DO NOT BELIEVE IN FABRICATED ARMENIAN LIES




Ermeni İddiaları Bilimsel Temellerden Uzak Mitolojik Hikayelerle Süslü





“Günümüzde Ermeniler kendilerinin soykırıma uğradıkları yönünde politik ağırlıklı ve kültürel muhtevalı propaganda ile etkinliklerini devamlı olarak artırmaktadırlar.”



Ermeni meselesi, kökü derinlere – 1878-Berlin Kongresine kadar giden büyük güçler, özellikle İngiltere ile Rusya arasındaki rekabetten kaynaklanan bir konu olarak gündeme gelmiş, Ermeniler “Büyük Ermenistan” vaadleriyle bariyer olarak kullanılmıştır. Karşılıklı kullanma ve kullanılma ilişkisi çizgisinde şekillenen politikalar Türk insanı açısından acı ve felaket kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Ermenilere yönelik devletlerin ilgilerinin kaynağında onların yayılmacı stratejileri yatmaktaydı. Değişen durum yok. Güçlü Türkiye için Ermeni meselesi her zaman baskı aracı olarak kullanılacaktır. Demek istediğim, bu politik bir oyundur ve başarılı şekilde devam etmektedir. Ermeni meselesinin hangi durumda ortaya çıkması, 1915 olayları tarihte yaşanmış olaylardır. Tarihin bir parçasıdır. Aslında tarih matematik kadar nettir. Belirli bir tarihte olaylar yaşanır, sebepleri, sonuçları nettir. Fakat insanların bakış açısı farklıdır. Bu durumda farklı yaklaşımlar tarih bilimini objektiflikten çıkarmaktadır. Olaylara tek taraflı olarak bakılmamalıdır. Türk tezinin savunulmasına gerek yok. Arşivler var, olaylar araştırılmalı, incelenmelidir. Ortada soykırım değil, savaş vardır. Savaşta her şey mümkündür. İki taraftan da ölenler olmuştur. Fakat asıl mesele, bu 1915 olaylarına sebebiyet veren kimlerdir? Bir zamanlar “milleti-sadıka olarak” tanımlanan Ermeni tarafının bunu görmezden gelmesi mümkün değildir.


Gerçekleri tahrif etmek ve tarihi belgeleri kendi çıkarları için örtbas etmek Ermenilerin kendi amaçları yolunda geniş şekilde yararlandıkları unsurların başında gelmektedir. Ermenistan’ın sadece Türkiye’ye değil, aynı zamanda Azerbaycan’a yönelik toprak iddialarının sebeplerini anlamak için bu iddiaların ideolojik, mitolojik ve politik boyutunu irdelemek gerekir. Ermeniler dünya kamuoyuna en eski ulus olduklarını, Doğu Anadolu ve Kafkasya’nın Hz. Nuh tarafından onlara vadedildiğini ispat etmeye çalışıyorlar. Ermeni iddiaları tarihi ve bilimsel temellerden uzak mitolojik hikayelerle süslü sahte belge ve bilgilere dayanmaktadır. Hz. Nuh’un Ermeni kökenli olduğu, bu sebepten ayak bastığı tüm toprakların torununun torunu ve aynı zamanda Ermenilerin atası hesap edilen Hay veya Hayk’a vadedilmiş olması şeklinde ortaya atılan iddialar “Büyük Ermenistan” ideolojisinin temelini oluşturmaktadır. Kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş bir ulus olduklarını düşünen Ermenilere göre Hz. Nuh tarafından vadedilen topraklar Türkiye’nin de Doğu Anadolu illeri, Azerbaycan’ın Karabağ, Nahçıvan, hatta bütün toprakları, Gürcistan’ın Borçalı ve Cavaheti bölgeleridir. Ermeniler arasında Türkiye’nin doğu illeri Batı Ermenistan, Azerbaycan ise Doğu Ermenistan olarak bilinir. Bunun yanısıra “yeryüzünün ilk Hıristiyan devleti ve ulusu” gibi iddialar da ortaya atarak kendilerini Hıristiyanlığın Kafkasya’daki kalesi gibi göstermek niyetindedirler. Ermenilerin Hıristiyanlık üzerine stratejilerinin geliştirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Hıristiyanlık üzerinden geliştirilen bu yöntem Ermenilerin din stratejisidir ve Ermeni tarafına üstünlük sağlayan unsurların başında gelmektedir. Dolayısıyla bu tür iddialar “denizden denize Büyük Ermenistan” ideolojisinin gerçekleşmesi için komşu ülkelerin toprakları üzerinde yoktan var edilen fantastik hak iddialarıdır.


“Büyük Ermenistan” ideolojisinin gerçekleştirilmesi yolunda iki önemli araç mevcuttur:

Türkiye’ye yönelik soykırım iddiaları; “Sözde Doğu Ermenistan”ın kurtarılması, diğer bir değişle, Azerbaycan topraklarının işgali ile başlayan Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ savaşı.

1915 olayları, tehcir kararı, bu sebeple ortaya çıkan soykırım iddiaları “Büyük Ermenistan” ideolojisinin gerçekleşmesi yolunda en önemli araçlardan biridir.


Büyük Ermenistan ideolojisi çerçevesinde Ermenilerin hedef aldığı diğer bir ülke ise Azerbaycan’dır. Ermeniler Azerbaycan’ı Doğu Ermenistan olarak tanımlamaktadırlar. Ermenilerin bu savaşta kısmen başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü büyük güçlerin yardımıyla Azerbaycan’a saldırmak ve toprak elde etmek çok kolay olmuştur. İster XX. yüzyıl başlarında, isterse de 1990’larda gerçekleşen toplu katliamlar ve kaybedilen topraklar zira bu çerçevede değerlendirilmelidir. Azerbaycan’a bağlı toprakların %20’i halen Ermeni güçlerinin işgali altındadır. Belirtmek gerekirse, bu savaş direkt olarak Ermenistan-Azerbaycan çatışması değildir. Eğer çatışma gerçekten böyle olsaydı, Azerbaycan tarafı bu çatışmayı bizzat kendisi çözebilirdi. Büyük güçlerin, özellikle Rusya’nın askeri desteğini gözden kaçırmamamız lazımdır. Bu da farklı bir konu.


ASALA varlığını sürdürür veya sürdürmez, bu o kadar da önemli değil. Türkiye veya Türk diplomatları sadece Ermeni terör örgütlerinin hedefinde değildir. Bilirsiniz, terör örgütleri birileri tarafından desteklenir (ekonomik, politik, silah açısından) ve ortaya sürülür. Biri gider, biri gelir. Bu ASALA değil, başka bir terör örgütü de olabilir.


Ermeniler “yeryüzünün ilk Hıristiyan devleti ve ulusu” gibi iddialar ortaya atarak kendilerini Hıristiyanlığın Kafkasya’daki kalesi gibi göstermektedirler. Hıristiyanlık üzerinden geliştirilen bu yöntem Ermenilerin din stratejisidir ve Ermeni tarafına üstünlük sağlayan unsurların başında gelmektedir. Soykırım iddiaları Ermenilerin etno-psikolojik travmasının bir ürünü olsa da, Batılı devletler ve Vatikan tarafından farklı bir önem taşımaktadır. Çünkü siyasi literatürde ilk kez soykırımın Yahudilere yapıldığı gösterilmektedir. Yahudilerin onlara yapılan soykırımdan dolayı sadece Nazi Almanyası’nı değil, bütünlükte Kilise’yi mesul tutması sebebiyle Hıristiyan dünyası suçluluk psikolojisi içerisine düşmüştür ve bu psikolojiden kurtulmak için “Hitler soykırımı Türklerden öğrendi” şeklinde propagandalar yapmaktadır. Bu yüzden Batı devletlerinde ilk kez soykırıma uğrayanların Yahudiler değil, güya Müslüman Türkler tarafından öldürülen Hıristiyan Ermeniler olduğu sık sık gündeme getirilmektedir. Dikkat çeken önemli diğer bir mesele ise yine geçmişten miras kalan Haçlı zihniyetidir. Meseleye hem ırkçılık, hem de dini yönden bakmak gerekmektedir. Batıda Türkiye ve Türk karşıtı bir düşüncenin yaygın olduğu bir gerçektir ve bu düşünce tarihsel bir gelenek gibidir. Türk düşmanlığının çok önemli bir parçası olan Haçlı zihniyeti sadece Türkiye’yi değil, Azerbaycan’ı da kendi kıskacına almıştır. Azerbaycan da Türk ve İslam dünyasının bir parçası olduğuna göre Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında destek Ermenistan’a verilmektedir.


Son dönemlerde bilirsiniz, kuşkusuz en çok tartışılan konu dünyada yaşanan birtakım savaşların ve sorunların medeniyetlerin çatışmasından kaynaklandığı iddialarıdır. Bu iddaların aksini düşünenler de mevcuttur. Ünlü Amerikalı siyaset bilimci Samuel P. Huntington’un “Medeniyetlerin çatışması ve yeni dünya düzeninin kurulması” isimli kitabı yayınlandıktan sonra yazarın “ortaya çıkmakta olan küresel siyasetin en temel ve en tehlikeli boyutunun farklı medeniyetlerdeki gruplar arasındaki çatışmalar olacağı yolundaki görüşü”nden sonra insanlar değişik biçimlerde etkilenmiş ve korkuya kapılmışlardır. Huntington’un fikirleri gerçek manasından çok öte farklı bir şekilde algılanmakta ve analistler tarafından çok eleştirilmektedir. “Medeniyetler çatışması” ifadesinin insanları ürküttüğü yadsınamaz bir gerçektir. Ancak Huntington’un bu iddiasını tam olarak yanlış kabul etmek de doğru değiıdir. Bugün küresel siyasette medeniyetlerarası ilişkilerin önemli yeri vardır. Diğer medeniyetleri bir tarafa bırakıyorum, ama Batı medeniyetinin İslam ve Türk medeniyetleri ile çatışma içerisinde olduğu bir gerçektir. Tarihi gerçekler ve analitik tespitler ışığında Batı medeniyeti ile Türk medeniyeti arasında geçmişten beri süregelen bir çatışmanın varlığını, Ermeni meselesinin bu çatışmanın bir ürünü olduğunu, Türkiye’ye yönelik iddiaların, Ermenistan ile Azerbaycan arasında yaşanan sorunun Batı-Türk medeniyetlerinin çatışmasından kaynaklandığını ispat etmek mümkündür. Tespitler esasında çıkan sonuca göre, Batı devletlerinin Ermeni meselesindeki tutumları ve çifte standartlar politikası tamamen Batı medeniyeti ile Türk medeniyeti arasındaki çatışmadan kaynaklanır.


AİHM tarihin çeşitli dönemlerinde Afrika’da, Amerika’da, Uzak Doğu’da, Orta Doğu’da yapılan katliamları gözden geçirmelidir. Diğer bir taraftan, hangi suçlamalar? Eğer iddia edildiği gibi, 1915 yılında 1,5 milyon Ermeni katledilmişse, nerede mezarlıklar? Soykırım gibi oldukça ağır suçlamalarda bulunan Ermeniler ispat için toplu mezarlığı göstermek zorundadırlar. AİHM de bu delili gördükten sonra Türkiye’yi itham edebilir. Elde delil yok. Dediğim gibi, maalesef Haçlı zihniyetinden yola çıkarak farklı isimler altında suçlamarda bulunmak tabii ki, uluslararası toplumsal bakış açısını önemli derecede etkiler.


Ermeni suçlamalarının bir yerde duracağını söylemek mümkün değildir. Medeniyetlerin çatışması devam edeceği sürece bu suçlama devam edecektir. Her defasında ister Türk, isterse de Batılı bilim adamları (J.McCarty, B.Lewis, S.Shaw vs.) tarafından bu ifadeler gündeme getirilmektedir: “Bırakın, tarihçiler karar versin! Arşivler açılsın!” Bu ifadeler doğru yaklaşım olsa da, maalesef tarihçilerin değil, siyasilerin gündemini işgal etmiştir. Günümüzde Ermeniler kendilerinin soykırıma uğradıkları yönünde politik ağırlıklı ve kültürel muhtevalı propaganda ile etkinliklerini devamlı olarak artırmaktadırlar. Bunun sonucu olarak Ermeni propagandası etkili birçok çevreyi ele geçirmiştir. Çeşitli üniversiteler, bilim kurumları, uluslararası kuruluşlar, kongreler, konferanslar, basın-yayın, sinema Ermeni faaliyetlerinin propaganda ve psikolojik etkileme alanlarıdır. Ermenilerin yoğun şekilde etkinliklerini artırdığı bu faaliyetler karşısında Türk soykırımını ortaya çıkarmak ister Türkiyeli olsun, isterse de Azerbaycanlı, genel anlamda çağdaş Türk tarihçilerinin bir görevidir. Bu yönde elbette, sık sık konferanslar, sempozyumlar düzenlenmeli, her fırsatta Ermenilerin yaptıkları katliamlar dile getirilmelidir. Fakat bununla birlikte en etkin propaganda aracı olarak film yapımına da yönelmek gerekiyor. Çünkü görsel bir dünyada yaşadığımızı unutmamak gerekiyor. Propaganda kampanyasında kullanılabilmesi için Türklerin soykırıma uğradıklarını konu edinecek olan HOCALI’ya (1992 yılında Azerbaycan’ın Hocalı kasabasında Ermeniler tarafından yapılan katliam) dair bir film en iyi örnek olabilir. Bu tür filmlerin yapımı için Türkiye ve Azerbaycan olarak işbirliği anlaşmasına varılabilir.


Bu iddialar değil 2016’da, daha uzun yıllar gündeme getirilecek. Çünkü soykırım iddiaları Ermeni kimliğinin bir parçasıdır. Bu iddiaların gündemden düşmesi Ermeni kimliğinin iflası anlamına gelir. Diğer bir taraftan, bilirsiniz, bu iddialar sadece Ermeniler tarafından gündeme getirilmemektedir. Büyük güçlerin jeopolitik çıkarları çerçevesinde Türkiye üzerinde baskıları da (buna Vatikan da dahildir) diğer faktörlerle birlikte Ermeni meselesi üzerinden gelişmektedir.


Gerçekçi olmak gerekirse, Ermeni hükümetinin uygulamalarında meydana gelecek değişim öncelikli olarak şayet Ermenistan kendisini Rusya’dan kurtarırsa mümkün olabilir. Biz bu gün Ermenistan’ı tam olarak bağımsız devlet olarak niteleyemeyiz. Ermenistan, deyim yerindeyse kendisini zorunlu olarak Rusya’nın kucağına atmıştır. Çünkü Türkiye’ye yönelik toprak, soykırım ve tazminat iddialarından vazgeçmek, aynı zamanda işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmek niyetinde değil. Bu nedenle Türkiye ve Azerbaycan’dan korku algılamaktadır. Ayrıca Ermenistan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de tanımamaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’nin komşularla sıfır politikasını analiz edelim. Türkiye ilişkileri normalleştirmek istemişti, fakat ne değişti? Ermenistan ne yaptı? Elde var sıfır. Ermenistan anlaşmaya varmak istemiyor veya anlaşmaya varmak istese bile bu Ermenistan devletinin elinde değil. 1990’lı yıllarda eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan anlaşmaya varmak istemişti, fakat istifaya zorlandı.


Türk lobisinin Ermeni lobisi karşısında maalesef güçlü olduğunu söyleyemem. Diğer bir taraftan, soykırım iddiaları karşısında Türk lobisinin cevabı ne olabilir? Biri “sen yaptın” demekte, diğer taraf bunu inkar etrmektedir. Bu yıllarca devam edecek. Türk lobisi Azerbaycan diasporu ile birlikte hareket etmelidir diye düşünüyorum. Burası da bir gerçek ki, maalesef Batı dünyasında İslamofobik bir düşünce mevcuttur. Müslümanların her zaman barbar, katil olduğu düşünülmektedir. Bugün crusades (Haçlı Seferleri) adı altında bir siyaset yürütülmektedir. Türkiye de İslam dünyasının bir parçasıdır. Bu da yetmez, Türk medeniyetinin ayrılmaz parçasıdır. Türkiye bugün İslamı bırakıp Hıristiyan olsa bile yine sevilmez. Bu konuda “L’ Avvanire” gazetesinin 3 Ocak 2000 tarihli sayısına bakmak yeterlidir. Herşeyi orada görmek mümkün. Bunun gibi çok sayıda örnekler vardır.


Beklentiler Türkiye’den toprak koparmak, tazminat almak, Türkiye’yi zayıflatmak, Türklere “haddini” bildirmek, Azerbaycan’dan kopardıkları işgal politikasını meşrulaştırmak ve s. Ermeni Ulusal Doktrini’ne göre Ermeniler Türklerden hep çekmişler. Öncelikle güya Hz. Nuh tarafından onun torunun torunu olan Hay veya Hayk’a vadedilen tarihi Ermeni toprakları Türkler tarafından zaptedilmiş, 1915 yılında kasıtlı olarak soykırımına uğratılmışlardır. Gönüllü olarak Türkler işgal altında olan Ermeni topraklarını geri vermeyeceklerini ve soykırım suçlamalarını kabul etmeyeceklerine göre onlara hadlerini bildirmek gerekir. Bu da şiddet ve politik yolla olabilir ki, bunun sonuçlarını biz açıkça görebiliyoruz. Türkiye’ye yönelik toprak, soykırım ve tazminat iddiaları, diğer taraftan 1990’larda Azerbaycan’da yapılan Hocalı soykırımı. Dikkat ederseniz ben Azerbaycan’la bağlı detayları her fırsatta dile getiriyorum. Çünkü Ermenilerce Anadolu veya Azerbaycan Türkleri aynı kalıp içerisinde değerlendirilmektedir. Türk her yerde Türk’tür. Aynı kalıp içerisinde değerlendirildiğine göre Azerbaycan’ın Hocalı kasabasında 600’den çok sivil Türk, özellikle çocuklar, kadınlar ve yaşlılar sırf Türk oldukları için acımasızca katledildi. Cesetlerin kafa tasları çıkarıldı, derileri yüzüldü. Ölmüş insanların üzerinde bir takım operasyonlar yapıldı. Ve tüm bunlar güya Türkler tarafından Ermenilere yapıldı şeklinde dünyaya lanse edilmeye çalışıldı. Bu durum Ermenilerde Türk insanına nefret psikolojisinin, Türk’ü öldürmekten manevi zevk alma düşüncesinin somut örneğidir.


Ekonomik anlamda faydalara gelince, Ermeniler Türkiye’den tazminat talep istemektedirler. Bu yüzden her geçen gün ölenlerin sayını artırmaktadırlar. Eskiden bu durum 300 bin kadardı. Günümzde 1,5 milyon, hatta bir az daha aşırıya giderek 2 milyon kadar göstermektedirler. Her sene insanların sayısının artması doğaldır, fakat belirli bir tarihte ölmüş insanların, Ermenilerin sayısının gittikçe artması son derece ilginç bir icat. Ermeniler bu sayıyı artırmakla ölmüş her bir Ermeni için para talebinde bulunmaktadırlar. Diğer bir taraftan, Ermenistan ekonomik olarak çöküş noktasında. Gelirleri yok, hiç bir projede yer almamakta, her geçen gün Ermenistan’da yaşayan insanlar kendi ülkelerini terk etmektedirler. Bu yüzden ekonomilerini tazminat üzerinden düzeltmeye çalışmaktadırlar. Diğer bir amaç ise büyük devletler de bu baskı aracından yararlanarak Türkiye’yi ekonomik açıdan çökertmek niyetindeler.


Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğünü koruma adına bir şeyler yapması son derece doğaldır. Fakat önemli olan diplomasidir, diye düşünüyorum. Savaş en son adımdır. Türkiye’nin Ermenistan toprağında PKK’ya yönelik operasyonlar düzenlemesi onu mutlaka Rusya ile yeniden karşı karşıya getirebilir. Aslına bakılırsa Türkiye’den istenen de budur. Tarihe bakalım, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti nasıl savaşa itildi? Türk bayrağı altındaki Alman gemilerinin Rusya’ya top atmaları sonucu. Demek istediğim, günümüzde Rus-Türk ilişkilerinin son derece hassas olduğu bir dönemde oldukça akılcı adımlar atılması gerekiyor. Bunun için savaş yok, diplomasi gerekir. Devlet olarak Türkiye ne yapacağını gayet iyi biliyor.


Ermeni meselesinin Rusya ile İngiltere arasındaki rekabetten ortaya çıktığı, Osmanlı Devleti’nin çökmesi ve onun topraklarına sahip olmak için Ermenilerin araç olduğu, onların kullandıkları tarihi bir gerçektir. Rusya’nın Türkiye üzerindeki emelleri herkes tarafından bilinmektedir. İster Çarlık döneminde olsun, ister Sovyet döneminde, isterse de günümüzde. Ermeni meselesi açık şekilde Rusya’nın elinde bir anahtar. Türkiye’ye ve Azerbaycan’a yönelik Ermeni kartı baskı aracı olarak kullanılmaktadır. Bugün Ermenistan sınırlarını Rusya korumaktadır. Ermenistan’ın Türkiye ile olan sınırlarında Rus askeri üsleri konuşlandırılmıştır. Bunun ne anlama geldiği herhalde açıktır. Ermenistan’la Türkiye arasındakı ilişkilere de müsaade etmeyen yine başta Rusya’dır. Rusya maalesef yanısıra bugün Kürt kartını da kullanmaktadır.


Turkishny sorusu: Srebrenitsa Soykırımı ile ilgili yasa tasarısı, Rusya’nın vetosu sebebiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden geçemedi. Aynı şekilde Rusya, Türkiye’ye karşı asılsız Ermeni suçlamalarını da desteklemektedir. Türkiye’nin bu durumdan alması gereken dersler nelerdir?


Hiçbir devlet birbirilerinin içişlerine karışmayı asla kabul etmez, fakat bu Rusya’nın takdiri. Soykırım iddialarını tanımakta, Ermenistan’ı desteklemekte ve silahlandırmakta ısrarlı. 2015 Çanakkale kutlamalarında kimin hangi tarafta durduğunu hepimiz gördük. Yapacak bir şey yok.


Bir tarihçi olarak şunları söyleyebilirm. Tarihe bakıp gleceğe yönelik dersler çıkarmalıyız. Kimlerin hangi tarafta saf aldığını çok iyi anlamalıyız. Tarihimizi, geçmişimizi çok iyi bilmeliyiz. Umut bizdedir. Bizim yapmalı olduğumuz bir işi bir başkası gelip bizim yerimize yapmayacak ve yapmaz. Eğer biz yumruk gibi bir olursak devlet de güçlü olur, millet de. Bugün Türkiye ve Azerbaycan’ın başı üstünde maalesef kara bulutlar dolaşmaktadır. Bunların ortadan kaldırılması için yeni stratejiler üretilmelidir. Psikolojik savaşa ve enformasyon savaşına iyi hazırlanmalıyız. 



Teşekkür ederim.
Doç. Dr Emin Şıhaliyev
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Nahçıvan Şubesinde Kafkasya Masası başkanı ve 
Nahçıvan Devlet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi 
Turkishny Röportajı - 16 Şubat 2016 - link




“Ermeni İddiaları Bilimsel Temellerden Uzak Mitolojik Hikayelerle Süslü”


Emin Şıhaliyev'in diğer makalesi





*




Turkishny.com: 
Papa Francis’in 1915 olaylarıyla ilgili yorumları İslam dünyasında tepkilere neden oldu. Ermeni meselesinin dinsel boyutuyla gözlem ve görüşleriniz nelerdir? Bu bağlamda Papa’nın 1915 olaylarıyla ilgili düşünce ve söylemlerine sizin yaklaşımınız nedir?


Doç. Dr. Nejla Günay:  
Öncelikle Papa’nın 1915 olaylarıyla ilgili yaklaşımı tek taraflıdır. Bu Ermenileri memnun etmiştir. Din adamları söylemleri ve davranışlarıyla kitleleri etkiler. Dünyadaki Katolik sayısının çokluğu göz önüne alınırsa Müslümanları ve özellikle Türkleri hedef hâline getiren söylemler Müslümanların hoşuna gitmedi. Ancak Hıristiyanların Müslümanlara karşı birlik olup top  yekun mücadele içine girmesi yeni bir şey değildir. Türklerin Anadolu’yu yurt hâline getirmesinden itibaren Haçlılara karşı mücadele etmek zorunda kaldığı görülmektedir. Bunun yakın tarihte de değişmediği somut delillerle ortaya konabilmektedir. Ermeniler, 1909 Anayasası’nın kabul edilmesinden sonra askerlik yapmaya başladı. Balkan savaşı patlak verince seferberlik ilân edildi. Ermeniler de diğer gayrimüslim unsurlarla birlikte orduya katıldı. Balkan Savaşı sırasında Reichpost gazetesinin savaş muhabiri Avusturyalı Wagner, savaş sırasında tanık olduğu bir olayı daha sonra yazdığı anılarında şu şekilde anlatmaktadır: Bulgar cephesinde savaşan Ermeni askerlerden bir kısmı hiç kurşun atmadan beyaz bayrak açıp teslim olmak isteklerini düşman ordusuna bildirir. Bulgar kralı onlara neden hiç kurşun atmadan teslim olduklarını sorduğunda Ermeni kökenli Osmanlı askerlerinden biri şu cevabı verir: “Siz de Hıristiyansınız biz de, din kardeşlerimize nasıl kurşun atalım.”


Turkishny.com:  
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı, Ermeni suçlamalarıyla ilgili uluslararası toplumsal bakış açısını sizce ne şekilde etkilemiştir?


Doç. Dr. Nejla Günay: 
Ermeniler bu davadan çok şey bekliyordu. Bu davayı bir propaganda aracı olarak kullandılar. Sansasyonel isimlerin davanın avukatlığını yapması suretiyle Dünya kamuoyu üzerinde baskı oluşturma çabasına girdiler. Bütün bunlara rağmen mahkeme Ermeni iddialarını gerçekçi bulmadı. Bu karar, parlamentolarda kolayca karar çıkarttırabilen Ermeniler için anlamlı olmalıdır. Çünkü Ermeniler “soykırım” iddialarının tartışılamayacağı tezini savunuyorlardı. Bu kararla  AİHM Ermeni iddialarını hukuki açıdan dayanıksız bulmuştur.


Hükümet akademik çalışmaları teşvik etmelidir. Bu çalışmaların farklı dillere çevrilmesine önem verilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu konu ile ilgili çalışmaları koordine edecek özerk bir üst kurul oluşturmalıdır. Bu kurul hem kurumlararası koordinasyunu sağlamalı hem de özgün akademik çalışmalar ortaya konmasını temin etmekle görevli olmalıdır. Çünkü arşivlerde saklı bilgilerin meydana çıkarılıp yazılması gereklidir. İşte o zaman ortaya bir iddia konması dahi zorlaşacaktır.


Ermeni lobisinin çalışmaları çok yönlü ve çok büyük destek alıyorlar. Zaten Ermenilerin ABD ve Avrupa ülkelerindeki lobi faaliyetleri çok çok eskiye dayanıyor. Özellikle 1878’den beri buralarda basını çok iyi kullandılar ve Ermenilere sempati duyan bir kamuoyu oluşturdular. Bu durum elan devam etmektedir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nde bazı üniversitelerde soykırım merkezleri vardır. Bu konuyla ilgili çok sayıda yayın yapılmakta ve bunlar kurdukları çeşitli dernek ve vakıflar aracılığıyla geniş kitlelere ulaştırılmaktadır. Ama Türk lobisinin de hakkını teslim etmek gerekir. Çünkü onlar, herhangi bir kamuoyu desteği olmadan gerçekleri soğukkanlılıkla anlatmaya çalışıyorlar. Bu kolay bir iş değildir ve bunu bugüne kadar başarıyla yaptılar.


Ermeniler birçok ülkenin parlamentosunda bu iddialarını tescil ettirdiler. Aynı şeyi Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin de yapmasını bekliyorlar. Bunun için kampanyalar düzenliyorlar. Adeta yıl boyunca sırf buna yönelik hazırlıklar yapıyorlar. Ciddi çıkarları olmasa bu işe bu kadar ağırlık vermeyeceklerdir. Öte yandan ortaya attıkları bu iddialar Ermeni diasporası ile Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin en önemli ortak noktasıdır. Bu iddiaları devam ettirmek Ermenileri ortak bir amaca yöneltiyor. Bu Ermeni milleti olmak adına çok önemlidir. Çünkü farklı coğrafyalarda yaşamaları Ermenilerin asimile edilme ihtimaline sebep olmakta ve onların ortak kültürünü zayıflatmaktadır.


Ben Ermeni ve Kürt milliyetçilik hareketlerini izledikleri yol bakımından birbirine çok benzetiyorum. Bunu tarihten aldığım bilgilere dayanarak söylüyorum. Özellikle geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Zoraki İttifaktan Yol Ayrımına İttihat-Terakki ve Ermeniler” adlı kitabımda yer alan ve farklı arşivlerden alınan bilgiler bunu doğruluyor. Bugün Kürtlerin sahiplenmek istediği coğrafya dün Ermenilerin hak iddia ettiği yerlerdi. Yani Vilayat-ı Sitte denen bölgeyi bugün Kürtler sahiplenmek istiyor. Hâlbuki 100 yıl önce Kürdistan olduğu iddia edilen coğrafyanın çok büyük kısmı bugünkü Türkiye topraklarının dışındadır. Dolayısıyla Türkiye açısından Ermeni ve Kürt iddiaları aynı coğrafi bölgeyi hedef almaktadır. Çünkü Ermeni iddialarından biri de “Kars Antlaşması’nı tanımayıp Doğu Anadolu Bölgesi’nin Batı Ermenistan olduğu…”dur.


Türkiye komşularından gelecek tehditlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Ama bunu tamamen sınırlarını ve güvenliğini korumak çerçevesinde ele almalıdır. Sınırlarından girebilecek tehditleri daha tehdit oluşturmadan bertaraf etme hakkı vardır ve bu birçok ülkenin kullandığı bir yöntemdir. Türkiye de bu hakkı gerekirse kullanacaktır. Komşularının güvenlik ve asayişini tehdit eden çalışmalar yapmasına fırsat vermemesi her ülke gibi Türkiye’nin de hakkıdır.


Türkiye-Rusya ilişkileri Türk tarih yazımında çok ele alınan bir konudur. Ama ben burada şuna dikkat çekmek istiyorum. Rusya, coğrafi olarak ve iklim yapısı itibariyle avantajları az olan bir bölgededir. Bu nedenle güneye açılması ekonomik çıkarları açısından çok önemlidir. Bunun farkında olan Rusya vaktiyle Balkanlarda Osmanlı Devleti’ni zayıflatmış ve burada kurulan devletlerin ortaya çıkışında çok önemli rol oynamıştı. Ancak bu devletlerden hiçbiri Rusya’nın güdümüne girmeyi kabul etmemişti. Bu durum Rusya için çok büyük bir tecrübe oldu. Rusya güneye inmek için Doğu Anadolu bölgesini kullanabileceğini fark ettiğinde aynı hatayı yapmak istemedi. Birinci Dünya savaşı öncesinde bir Ermenistan kurulmasına ön ayak olmak yerine Ermenileri kullanmak suretiyle Doğu Anadolu’yu doğrudan doğruya işgal etmek istedi. Rusya bir taraftan da Kürtleri hem devlete hem Ermenilere karşı kışkırtıp silahlandırdı. Böyle yapmaktan amacı Doğu Anadolu’da karışıklıklar çıkarıp bölgeyi işgal etmek için zemin hazırlamaktı. Kürt aşiretlerinin feodal yapısı, mezhep farkları ve politik bölünmeler içinde olması Rusya’nın bazı Kürt aşiretlerini yanına çekmesini kolaylaştırdı. Rusya İran’daki Şii Kürt aşiretlerinin bazılarını da kendi güdümüne soktu. Ermenileri öncü birlikleri olarak kullandı. Çarın orduları Doğu Anadolu’yu işgal ettiğinde yanında Anadolu Ermenilerinin oluşturduğu çetelerle Abdürrezzak Bedirhan’ın etrafında toplanan bazı Kürt aşiretleri de vardı. Rusya o dönemde bir rejim değişikliği yaşadığı için amaçlarına ulaşamadı.


Rusya günümüzde de ekonomik anlamda kendini rahatlatacak bir pozisyon almak için ne gerekiyorsa yapmaktadır. Rusya’nın, Suriye’deki Esad rejimi ve İran ile müttefik olması, Kırım’a el koyması bu çerçevede düşünülmelidir. Ayrıca Ermeni iddialarının ilk defa 1940’larda Rusya’nın teşvikiyle şekillendirildiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Tarihsel bütünlük içinde baktığımızda Rusya’nın Anadolu’da çıkan ayrılıkçı hareketlere verdiği destek ve bu konuda izlediği yol çok daha net görünmektedir.


Dünya kamuoyu Srebrenitsa Soykırımı ve Hocalı Katliamı’na gerekli ilgiyi göstermedi. Dolayısıyla Müslümanların maruz kaldığı katliamlar Dünya barışını sağlamakla görevli kurumlar tarafından yeteri kadar gündeme getirilmemektedir. Türkiye’nin burada alması gereken ders çok açıktır. Ancak Türkiye’nin yapması gerekenler vardır: Türkiye ekonomisini güçlü tutmalı, ekonomiyi zayıflatacak politikalar izlememelidir. Ülkede asayiş ve güvenlik problemleri ivedilikle çözümlenerek siyasi istikrar korunmalıdır. Çünkü siyasi güç ekonomik güçle doğrudan doğruya ilişkilidir.


Ermeni diasporası, özellikle 1965 yılından beri Türkiye’ye karşı hukuki dayanaktan yoksun bir takım suçlamalar yöneltmektedir. Ancak bu suçlamaların Türkiye açısından bağlayıcı bir tarafı yoktur. Türkiye bu iddiaları çeşitli vesilelerle Ermenistan hükümeti nezdinde görüştü ve çözüm konusunda samimiyetini ortaya koydu. Ancak Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünün kabul etmek istememesi, hukukî dayanaktan yoksun bazı taleplerde bulunması konunun ciddiyetten uzak bir hâl almasına yol açmakta ve Türkiye’nin endişe etmesini gerektirecek bir durum olmadığını göstermektedir. Böyle de olsa Türkiye, Ermeni iddialarının hiçbir hukuki dayanağı olmadığını uluslararası toplantılarda anlatmaya devam etmelidir. Akademik çalışmaların koordineli bir şekilde yapılması konusuna önem vermelidir. Bu çalışmaların farklı dillere çevrilmek suretiyle daha geniş kitlelere ulaştırılması temin etmelidir.



Doç. Dr. Nejla Günay
Gazi Üniversitesi'ne bağlı Gazi Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü
Turkishny Röportajı, 3 Şubat 2016 - link








Ermeniler Los Angeles Turizm fuarında Türkmüş gibi Türkiye’yi kötüleyen yazı ve görseller dağıttı. Los Angeles’ta Ermeni Yalanları Sınır Tanımıyor.


Amerika’nın en büyük Turizm fuarlarından Los Angeles Turizm fuarında eşi benzeri görülmemiş bir skandal yaşandı. Ermenistan‘dan sonra ne çok Ermeni nüfusuna ev sahipliği yapan Amerika’nın California eyaletinde Ermeni yalanları sınır tanımıyor. Her fırsatta Türkiye’yi karalayan ve kötüleyen Ermeni Diasporası‘nın yeni oyunu Türk’müş gibi kendini göstererek Türkiye‘yi karalamak.


Fuarda Türkmüş gibi Türkiye’yi kötüleyen yazılar dağıtan kişiyle konuşan Türkiye Turizm ateşeliği yetkilisi olayı yapan gencin 25-30 yaşlarında olduğunu belirterek “Bastırdığı kartpostalları hem bizim hem de diğer masalara attı ve uzaklaştı. Peşine gittim konuşmak istediğimi Türk olduğumu belirttim. Türkiye ve Türk Hava Yolları logolarını izinsiz kullanmışsınız bunu neden yapıyorsunuz diye sordum. Sen Türksen ben de Ermeniyim bu yüzden yapıyorum diyerek konuşmak istemeden koşarak uzaklaştı. Biz de durumu gerekli yerlere bildirerek şikayetimizi yaptık” dedi.


Los Angeles Turizm Fuarı 21-22 Şubat tarihlerinde Long Beach Convention Center‘da düzenlendi. Türkiye ülke olarak katılmazken, Türk Hava Yolları, Türkiye Turizm Ofisi, Türkiye’den gelen Turizm ajentaları stant açarak katıldılar.


Selin Erez / Alaturka Online – Los Angeles




Les Massacres Commis  par Les Armeniens