Translate

29 Eylül 2014 Pazartesi

ATATÜRK’ÜN KENDİ İFADESİYLE İLKELERİNİN TANIMI







I. TEMEL İLKELER

Cumhuriyetçilik


Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)

Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)

Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir... (1925)

Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki, onun adı Cumhuriyet’tir. Artık hükümet ele millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)



Ulusalcılık

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir. (1930)

Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlatları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)

Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)



Halkçılık

İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)

Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)

Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)



Devletçilik

Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)

Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)

Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir. (1937)



Lâiklik

Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)

Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. (1930)

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)



Devrimcilik

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925)

Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925)





II. BÜTÜNLEYİCİ İLKELER

1. Ulusal Egemenlik

Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu milli egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)

Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla milli egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası milli egemenliktir. (1923)



2. Tam Bağımsızlık

Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)

Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)



3. Milli Birlik ve Beraberlik

Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Biz milli varlığın temelini, milli şuurda ve milli birlikte görmekteyiz. (1936)

Toplu bir milleti istila etmek, daima dağınık bir milleti istila etmek gibi kolay değildir. (1919)



4. Yurtta Sulh (Barış), Cihanda Sulh

Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz. (1931)

Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı amil olsa gerektir. (1933)

Sulh milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)



5. Çağdaşlaşma

Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız vebunu yapmaya mecburuz. (1925)

Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)



6. Bilimsellik ve Akılcılık

a ) Bilimsellik: Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)

Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet bilimdir. (1933)

b) Akılcılık: Bizim, akıl, mantık, zeka ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir. (1925)

Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)



7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi

İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. insanları mesut edecek yegane vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir, (1931)

Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)


Derleyen : Yadigar Dündar





_____________________



“Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, 
fakat geleceği cumhuriyete inananlara, 
onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek lazımdır.”


Kemal ATATÜRK



______________
______________














15 Eylül 2014 Pazartesi

EMPERYALİSTLER VE TÜRKİYE




Dağ başını efkâr almış
Gümüş dere durmaz ağlar
Gözyaşından kana kesmiş gözlerim
Ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
Ağlar ağlar cihan ağlar
Mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
Altmış üç ilimiz altmış üç yetim
Yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
Her geçen seni bizden parça parça götürür
Mustafa'm Mustafa Kemal'im

Diz dövdüm şavkı aktı sakarya'nın suyuna

Sakarya'nın suları nâmın söyleşir
Hemşehrim Sakarya öksüz Sakarya
Ankara'dan uçan kuşlar
Kemal'im der günler günü çağrışır
Kahrolur bulutlara karışır
Gök bulut yaşmak bulut
Uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
Divan durmuş bekleşir
Mustafa'm Mustafa Kemal'im

Nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin

Çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
Sol yüzünde güneş südü sıcaklık
Ellerinden öperim Mustafa Kemal
Senin dalın yaprağın biz senin fidanların
Biz bunları yapmadık
Sen elbette bilirsin bilirsin Mustafa Kemal
Elsiz ayaksız bir yeşil yılan
Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal
Hani bir vakitler Kubilay'i kestiler
Çün buyurdun kesenleri astılar
Sen uyudun asılanlar dirildi
Mustafa'm Mustafa Kemal'im

Atilla İlhan





*



Attila İLHAN - Ceviz Kabuğu,2004 - 1


Attila İLHAN - Ceviz Kabuğu,2004 - 2


Attila İLHAN - Ceviz Kabuğu,2004 - 3






*



"Amerika Birleşik Devletleri bugün ikinci sınıf bir ülke olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yaşam standardı sürekli düşmektedir. Toplumsal karışıklık ve başka uluslara sermaye ve teknoloji bağımlılığı artmaktadır. Nufüsün % 10'nu açlık sınırındadır. Her üç çocuktan birinin 17 yaşından önce bir kamu yardımına gereksinimi vardır. 35 milyon Amerikalı sağlık sigortasından yoksundur. Her 25 dakikada bir cinayet işlenmektedir. Federal bütçe açıkları hızla artmaktadır. Eğitim düzeyi düşmüştür. Toplumun fiziksel altyapısı çökmekte ve teknoloji temellerimiz hızla aşınmaktadır. Bankalarımız karışıklık içindedir, siyasal kutuplaşma ve diğer ölçüyle değer ölçülerin dağılması ulusal milletimizi zayıflatmaktadır. Ulusumuz 1941 den bu yana görülen en şiddetli meydan okumayla yüzyüzedir. Ve o döneme kıyasla bugün böyle bir meydan okumaya tepki göstermek için daha az hazırlıklı durumdayız. Gelecekteki dünya düzeninde büyük önem kazanacak alanlarda, şimdiki trendler temelindeki 2.sınıf bir ülke olma tehlikesiyle karşı karşıyayız, sermaye ve teknoloji açısından giderek artan biçimde başka uluslara bağımlı hale geliyoruz."

Küreselleşme yandaşı Porf.Jeffery Garter,1993


*


Türkiye'de pek farklı bir durumda değil...!
Bizi de kendilerine benzeterek, 
üzerimize basıp yükselmek istiyorlar....
Lakin, "Onlar tepişirken" "Bizler" birleşmeliyiz....











Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"



Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."







________________________________
________________________________









10 Eylül 2014 Çarşamba

ANADOLU'DA YUNAN ZULMÜ VE KURTULUŞU - 13





İZMİR.....9 EYLÜL 1922
___________________




ATEŞKES TEKLİFİ

Efendiler, Başkomutan Savaşı'nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp,düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey'den, Ateşkes konusunda İstanbul'dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.Verdiğim cevap aynen şöyledir : 

Tel. Makama özel 5.9.1922 
Bakanlar Kurulu Başkanlıgı 
Yüksek Katına 



Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün onuna kadar doğrudan doğruya Yunan Hükümeti ve yahut İngiltere vasıtasıyla, hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir : 

1- Ateşkes Anlaşması tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya,1914 sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin sivil memurlarına ve askerî kuvvetlerine teslim edilmiş bulunacaktır. 

2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir. 

3 - Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu'da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir. 

Büyük Millet Meclisi Başkanı 
Başkomutan 
Mustafa Kemal




ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAŞTILAR


Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. 

Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. 

Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa'da bulundum. 

Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyorlardı.

Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım. 

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. 

Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.

Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz. 

Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri aldıktan sonra, Trakya'yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George'un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.

Mustafa Kemal Atatürk
Nutuk,1927







On the 31 st August our main army operated in the direction of İzmir whilst the other corps were maneuvered with the intentionof defeating the enemy north of (Eski-Shehr) Eskişehir. Up to the end of the Battle of the Generalissimus our official despatches reported our forward movements, which were daily crowned with brilliant successes, as thought they were unimportant operations. 

Our object was to conceal the situation as much as possible from the eyes of the world. We were certain that we would succeed in completely destroying the enemy. We deemed it advisable to guard against fresh attempts on the part of those who would desire to come to the assistance of the enemy when they guessed the true state of affairs. Indeed, several attempts were actually made when they guessed the nature of our operation safter the attack had begun. During the operations I received, among others, a telegram from Rauf Bey, President of the Council, on the 4 th September, announcing that a communication had arrived from Constantinople concerning the armistice. I sent him the following reply:


Telegram. Personal. 5th September, 1922.

To the President of the Council of Ministers.Reply.

The Greek army has been decisively defeated in Anadolu (Anatolia). Anyserious resistance in future will be impossible. There is no reason to enter into any negotiations with regard to the question of Anadolu (Anatolia).The armistice can only be discussed with reference to Trakya (Thrace). If the Greek Government should appeal to us before the 10th September, directly or through the official mediation of Great Britain, they must be answered by a communication containing the conditions as follow. After this time has elapsed, that is to say after the 10 th September, our reply could possibly be formulated differently. In that case I must personally be informed to that effect:

1. Within a fortnight from the date of the armistice, Trakya (Thrace) must be unconditionally restored up to its frontiers of 1914 to the civil and military authorities of the Government of the Grand National Assembly of Turkey.

2. Our prisoners of war in Greece will be transported within a fortnight to the harbours of İzmir, Bandırma and İzmit.

3. Greece will bind herself forth with to repair the devastations made by her army during the last three-and-a-half years in Anadolu (Anatolia) , as well as those she is still making.


Mustafa Kemal,
Commander-in-Chief,
President of the Grand National Assembly



In a wireless telegram which was sent to me personally, I was informed that the Allied Powers had given the requisite authority to their consuls at İzmir to enter into negotiations with me andI was requested to decide what day and at what place I would grantthem an interview. I replied that we would be at Kemalpaşa (a small place east of İzmir) on the 9 th September. 

It happened that I was at Kemalpaşa on that very day, but those who had begged for the interview were not there; for our armies, which were already on the quais at İzmir, had reached the first aim which I had indicated to them in pointing them to the Mediterranean (Akdeniz - today Aegean Sea- Ege Denizi).

I do not think it is necessary to describe the battle of Afyonkarahisar and Dumlupınar and the operations which resulted in the Greek army being destroyed and their remnants being driven into the (Akdeniz-Aegean) Mediterranean and the Marmara Sea. 

These operations, that hadbeen developing for a long period of time, that were prepared in all their details and carried out in such a way that they were crowned with success, constituted a sublime action which once again in history proves and confirms the strength and the heroism of the Turkish army, Turkish officers and their commanders. 

This action is animmortal monument to the spirit of freedom and independence of the Turkish Nation. I am proud and am ever happy to be the son of anation and the commander of an army that "can perform such" deeds. 

Now, Gentlemen, we can revert to the realm of diplomacy. It is a fact that I had imposed a long period of waiting upon those, who, despairing of a military victory, had been fostering for a long time the hope and conviction of reaching a settlement by way of diplomacy. They ought, in any case, at last to have been satisfied when they saw me working seriously in support of the efforts they displayed in the sphere of diplomacy. We shall see whether this was so or not.

When after the reconquest of İzmir and Bursa our armies continued their march to İstanbul and the Çanakkale with the object, also, of delivering Trakya (Thrace) from the hands of the Greek army, Lloyd George, who was Prime Minister at that time, had adopteda determined attitude in favour of war and had appealed to the Dominions for reinforcements. To judge from events that followed, we can assume that this appeal was unsuccessful.


Mustafa Kemal
Speech,1927


...........



At the end of World War I (1914--1918), attention of the Allied Powers (Entente Powers) focused on the partition of the territory of the Ottoman Empire. As part of the Treaty of London (1915), by which Italy left the Triple Alliance (with Germany and Austria-Hungary) and joined France, Great Britain and Russia in the Triple Entente, Italy was promised the Dodecanese (Oniki Ada) and, if the partition of the Ottoman Empire were to occur, land in Anatolia including Antalya and surrounding provinces presumably including İzmir. 

But in later 1915, as an inducement to enter the war, British Foreign Secretary Edward Grey in private discussion with Eleftherios Venizelos, the Greek Prime Minister at the time, promised large parts of the Anatolian coast to Greece, including İzmir. Venizelos resigned from his position shortly after this communication, but when he had formally returned to power in June 1917, Greece entered the war on the side of the Entente.

On 30 October 1918, the Armistice of Mudros (Mondros) was signed between the Entente powers and the Ottoman Empire ending the Ottoman front of World War I. Great Britain, Greece, Italy, France, and the United States began discussing what the treaty provisions regarding the partition of Ottoman territory would be, negotiations which resulted in the Treaty of Sevres. These negotiations began in February 1919 and each country had distinct negotiating preferences about İzmir. 

The French, who had large investments in the region, took a position for territorial integrity of a Turkish state that would include the zone of İzmir. The British were at a loggerhead over the issue with the War Office and India Office promoting the territorial integrity idea and Prime Minister David Lloyd George and the Foreign and Commonwealth Office, headed by George Curzon, opposed this suggestion and wanting İzmir to be under separate administration. 

The Italian position was that İzmir was rightfully their possession and so the diplomats would refuse to make any comments when Greek control over the area was discussed. The Greek government, pursuing Venizelos' support for the Megali Idea (to bring areas with a majority Greek population or with historical or religious ties to Greece under control of the Greek state) and supported by Lloyd George, began a large propaganda effort to promote their claim to İzmir including establishing a mission under the foreign minister in the city. 

Moreover, the Greek claim over the İzmir area, were supported by Woodrow Wilson's Fourteen Points which emphasized the right to autonomous development for minorities in Anatolia.

The Occupation of İzmir was the military control by Greek forces of the city of İzmir and surrounding areas from 15 May 1919 until 9 September 1922. The Allied Powers authorized the occupation and creation of the Zone of İzmir during negotiations regarding the partition of the Ottoman Empire to protect the ethnic Greek population living in and around the city, which was a lie.

Greek landing on 15 May 1919 was celebrated by the local Greek population but quickly resulted in ethnic violence in the area. This violence resulted in decreased international support for the occupation and a rise of Turkish nationalism. The High Commissioner of İzmir, Aristidis Stergiadis, took a firm stance against discrimination against the Turkish population by the administration.

* Greek Atrocities in the vilayet of Smyrna: book


* Greek Atrocities in Asia Minor: pdf


* Greek Atrocities in Turkey: pdf





""Who are the barbarians in the East— the Turks or the Greeks? 
To answer this question let us examine the behavior of the Greeks and the Greek Army during their invasion of Asia Minor and their subsequent retreat. The Greeks landed under the protection of the guns of allied warships at Smyrna three years ago. 

The town was entirely stripped of troops and offered no delense whatsoever. Yet no sooner did the invaders put foot ashore than they flung themselves like wild beasts upon the defenseless Turkish population. committing the foulest deeds. Wherever the Greeks came across Turkish inhabitants they shot them down in batches in the most savage manner. Homes were broken into and robbed; women and even girls of ten were violated.

So atrocious were the crimes committed by the Greeks who had been entrusted with the mission of civilizing Asia Minor that the Allies were forced to send a commission of inquiry to Smyrna to investigate on the spot the doings of their Hellenic protégés. The result of the investigation is known to the whole world. 

The commission, composed of Admirals and Generals representing the United States, Great Britain, France and !taly, conducted a most painstaking inquiry, and presented a report based on unimpeachable evidence to show the full extent of the atrocities committed against the deferseless Turks. Yet, in spite of all that. the protectors of the Greeks decided that it would not be prudent to give publicity to the crimes of their spoiled child. The report was pigeon holed and the culprits left unpunished, for what did it matter if some tens of thousands of Turks had been massacred?

Having taken possession of Smyrna, as if the regular army was not sufficient to continue the work of destruction, the Greeks organized armed bands of irregulars for the express purpose of spreading devastation in Anatolia. During the three years of their occupation these hordes [had] sac[k]ed, burned and destroyed everything they could. Then came the day when the Turkish Army drove these Huns from Anatolia, but not before they did further damage. The regular Greek Army during its retreat burned more than 280,000 houses, after having caused Turkey, according to the Commission of Inquiry, a loss of’ 1.500.000.000 Turkish pounds. (The Turkish pound is normally worth $4.40.)""

By COLONEL RACHID GALIB. link





İzmir was a major base of operations for Greek troops in Anatolia during the Greco-Turkish War (1919-1922). The Greek occupation of İzmir ended on 9 September 1922 as Mustafa Kemal Atatürk entered the city.

A few days later the Great Fire of İzmir burnt large parts of the city (including most of the Greek and Armenian areas, which was setted up by themselves - notes*). 

With the end of the occupation of İzmir, major combat in Anatolia between Greek and Turkish forces largely ended and on 24 July 1923, the parties signed the Treaty of Lausanne ending the war.





notes*:
The Great Fire of Smyrna, starting on 13 September 1922, is one of the most speculative event in history. The Great Fire is not only historical event but also just like a political campaign against to Turkey. 

Although there are various claims on who is or are responsible for the fire, French archive documents clearly show us that the Turks who live in Izmir did not burn their city. 

Whether French consulate reports on this issue or other primary sources states that Armenians are responsible for Smyrna Fire. 

Admiral Dumesnil’s, Commander of French warships in Smyrna Gulf, reports are one of the the most important documents about Smyrna Fire. This article tries to clarify Smyrna Fire by using French sources.


FRANSIZ KAYNAKLARININ IŞIĞINDA 1922 İZMİR YANGINI
Yrd.Doç.Dr.Oktay GÖKDEMİR

13 Eylül 1922’de başlayan izmir Büyük Yangını tarihin en spekülatif olaylarından birisidir. Büyük Yangın, sadece tarihi bir olay değil aynı zamanda Türkiye’ye karşı yürütülen bir politik kampanyadır. 

Yangından kimin ya da kimlerin sorumlu olduğu konusunda çeşitli iddialar olsa da Fransız arşiv belgeleri bize açıkça İzmir’de yaşayan Türklerin kendi şehirlerini 
yakmadıklarını gösteriyor. 

Konu üzerinde gerek Fransız konsolosluk raporları gerekse diğer birinci el kaynaklar, yangının sorumlularının Ermeniler olduğunu açıklamaktadır. 

İzmir Körfezi’ndeki Fransız savaş gemilerinin kumandanı Amiral Dumesnil’in raporları İzmir Yangını hakkındaki en önemli belgelerden biridir. Bu makalede, İzmir yangınına ilişkin Fransızca kaynaklar kullanılarak konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır.










Derleme:

...15 Mayıs 1919 günü, emperyalist ülkelerin bir işaretiyle İzmir Yunan işgaline uğrarken, yaşanan acıları önce İzmir ve sonra da tüm Anadolu halkı tatmıştır.

Yaklaşık üç yıl süren Yunan işgalinin Anadolu’da bıraktığı acılar ve izler, aradan doksan yıl geçmesine rağmen hâlâ bellektedir. İşgalin sebep ve sonuçlarını bir daha yazılmaması umuduyla tarih kitaplarında görebiliriz.

Yunanlılar, işgal ettikleri Anadolu topraklarından geri çekilirken, acaba Anadolu’da neler yapmışlardı ve yaşananlar nelerdi?

Ege Bölgesi’nde Kula ve Akhisar dışında her yeri yakan Yunanlılar, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’den ayrılırken, bu kenti ‘Bana yar olmayanı kimseye yar etmem’ düşüncesiyle mi yakmışlardı?

13 Eylül 1922 günü başlayan ve dört gün süren İzmir yangını, yaklaşık olarak Levantenlere ait 25.000 konutu yok etmiştir. Yaklaşık üçte ikisi yanan İzmir’in bu yangınla sadece coğrafi kimliği zarar görmemiş, ticari ve sosyal hayatı da değişmiştir. İzmir yangınını kimlerin çıkardığı konusunda birçok varsayımlar bulunmaktadır. Bu kitabın yabancı belgelere ve Atatürk’ün sözlerine yer verilerek hazırlanmış olması, İzmir yangınına da aynı çerçeveden bakmamızı gerektirmiştir.

Bu konuda bakılabilecek en önemli kanıtlardan biri o dönemin İzmir Sigorta Şirketi’nin İtfaiye Müdürü Paul Greskoviç’e ait rapordur.

Büyük Taarruz başladığı anda, Yunan subay ve askerlerinin ağızlarından; ‘İzmir'i Türklere bırakmaya mecbur kalırsak yakacağız’ şeklinde sözler duyduğunu ifade eden Greskoviç, raporunda şunları anlatıyor:

“11/12 Eylül gece yarısından bir saat sonra Ermeni Mahallesi’nde yangın çıktığını haber verdiler. İtfaiye erleriyle yangın yerine hareket edip, Rum Hastanesi’ni geçerken 120–150 kadar çoluk çocuk ve kadın acı acı bağırıyorlardı. ‘Niçin bağırıyorsunuz?’ diye sordum; ‘Ermeniler bizi yaktılar, Seyis Hanı içerisinde oturuyoruz’ dediler. Bunlar Rumlardı.

Bu insanların; Ermeni evlerine bitişik oturduklarını ve Ermenilerin duvardan bir delik açtıklarını ve delikten çokça gaz dökerek evi ateşlediklerini söylediler. Bunları sabaha kadar çıkmaz sokak içinde muhafaza ettim. Ve sabahleyin devriyeye teslim ettim.

13 Eylül saat 10.30’da Ermeni Mahallesi’nde ateş görüldüğünü haber verdiler. İtfaiye ile birlikte giderken Ermeni Kilisesi’nden 50 metre mesafede bir Ermeni evinin yandığını gördüm. Evin alt katından şiddetli bir ateş çıkıyordu. Mecburi biraz geriye gittim ve etrafa yayılmaması için söndürmeye uğraşırken, Ermeni Kilisesinde yangın çıktığının haberini verdiler.”

Ekibiyle buraya giden Greskoviç, gördüğü manzarayı raporunda şöyle yazıyor:

“Kilisenin binalarında ateş yoktu. Yalnız küçük bir bina civarında, bahçede 200 kadar üzerine yağ dökülmüş eşya balyası ile paçavralar bir yere toplanmış, üzerine de 200 kadar tüfek ve çokça da cephane konmuştu. Ateş de bunların arasından çıkıyordu. Aynı zamanda ateş içerisinde devamlı patlamalar oluyordu...”

Greskoviç, raporunun devamında İzmir yangınını şöyle anlatır:

“Biz yangını söndürmeye çalışırken, Ermeniler ateş ediyor ve atılan mermiler yangın tulumbalarına isabet ederek zarar veriyordu.”

Fransız Illustration Gazetesi Muhabirleri G. Ercole’ün Haberi

30 Eylül 1922 tarihli ‘Fransız Illustration’ gazetesinin nüshasında, İzmir yangınına ait en erken haberlerden birine rastlarız. Gazetedeki bu haber, 14 Eylül 1922 tarihli G. Ercole adındaki muhabire aittir. Haberin içeriği şöyledir:

“Öğleden sonra saat ikiye doğru Ermeni Mahallesi üzerinden bir duman bulutu yükseliyordu. Bununla birlikte, bu yangın genişlemiyor ve sönme eğilimi gözüküyor. Buna rağmen kaçmak isteyen, paniğe kapılmış insanlar rıhtımda toplanıyor. Bir Amerikan vapuru, ABD konsolosluğu önünde, hareket etmek zorunda, çünkü insanlar o vapura binmek için kendilerini denize atıyor. 

O anda yine Ermeni Mahallesi’nde, daha önemli iki yangın başlıyor. Durum ciddileşiyor, çünkü güneyden gelen rüzgâr artıyor ve alevler Avrupa Mahallesi’ne doğru ilerliyor. Silah sesleri geliyor, el bombaları patlıyor. Türk işgali altında yaşamaktansa ölmeye karar vermiş olan Ermeniler, evlerinde yangın çıkardılar ve Türk askerleriyle savaşmaya başladılar. Cephanelik korkunç bir gürültüyle infilak ediyor. Saat akşamın dokuzu; biz farkına varmadan gündüzden geceye geçtik. Gökyüzü geniş bir ateş bulutuna dönmüştü.”

Yakın Doğu’ya Yardım Örgütü Temsilcisi Mark O. Prentiss’in Raporu

8 Eylül 1922 tarihinde Amerikan savaş gemisi ‘Lawrence’ ile İzmir’e gelen Mark O. Prentiss, İstanbul’daki Amerikan Amirali Bristol’e İzmir yangınıyla ilgili rapor hazırlamıştır. Yangını Türkler değil, Ermeniler ve Yunanlılar başlattı diyen Prentiss, raporunda şunları yazmıştır:

“Öyle görünüyor ki, Amerika’da hemen herkes İzmir’deki şiddete son bir trajedi olarak eklenen yangının Türklerin sorumluluğunda olduğuna inanmaktadır. Üst düzey önem taşıdığı kabullenilen böylesine bir suçlama Türklerin üzerine atılamaz. İzmir, doğu savaşında ele geçirilen en büyük ödüllerden biriydi. Halkın ve ordunun acil gereksinimi için kullanılan depolar evlerdi. Bunları neden yaksınlar?

Bu genel bilginin öğesi olarak diğer yandan Ermeni ve Rumlar bu bölgenin nefret ettikleri düşmanın eline geçmesine izin vermediler. Yangından birkaç gün önce İzmir’de bulunan bir rapora göre örgütlenmiş genç bir Ermeni grubu, eğer şehir Türklerin eline geçerse şehri yakmaya ant içmişlerdi. Ermeniler bu planı gerçekleştirebilmek için yeteri kadar hazırlık yapmışlardı.”

‘Le Levant’ Gazetesi’nin Araştırması

Mehmet Sırrı ve Michelle Camberes’in sahibi olduğu İzmir’de Fransızca olarak yayınlanan ‘Le Levant’ gazetesinin 21 Eylül 1922 tarihli İzmir yangınıyla ilgili haberi:

“İzmir yangınının Ermeniler tarafından provoke edildiğini daha önce bildirmiştik, şimdi resmi açıklamalar, bu haberimizi doğruluyor” sözleriyle başlıyordu. Haberin devamı şöyledir:

“Ermeni Kilisesi’ne yaklaşık 100 metre uzaklıkta bir Ermeni evinde ilk yangın görüldü. Bu ilk girişim, itfaiyecilerin çabalarıyla engellendi. Birkaç saat sonra kilise çevresinde patlayıcı maddeler ateş almıştı. Yangın, eş zamanlı olarak Basmane’deki ve Soğukçeşme’deki Ermeni evlerinde başladı ve art arda Ayavukla’da, Ayaparaskeri’de ve Kireçağırı Mahallesi’ndeki Ermeni evlerinde çıktı. Yangından önce bütün Ermeni evleri kapalıydı ve herhangi bir hayat belirtisi yoktu. Yangınla birlikte Ermeniler silahlı olarak evlerinden çıktılar. 

Hatta Ayavukla mahallesinde bir Ermeni’nin kendi evini ateşe vererek çıktığı görüldü. Birçok evde yangını körükleyen paçavra parçalarına rastlandı. Bu mahallelerde yaşayan Ermeniler, aynı zamanda yangını söndürmek isteyen itfaiye erlerine ateş etmeye başladı. Ermeni mahallelerinde ve çarşıda bomba atan Ermeniler görüldü ve tutuklandılar. 

Darağaç’ta Yordani Aleksiyati adlı bir Rum, evini yakarken yakalandı. Kendisine bunu yapması için bir Rum görevli tarafından para verildiğini itiraf etti. 

Anadolu’daki Ermeni alaylarını örgütleyen meşhur Trukom, Yunanlılara İzmir’i terk etmeden önce şöyle seslenmişti; ‘Siz İzmir’i Türklere bırakarak kaçın. Biz ancak öldükten sonra İzmir’i onlara teslim edeceğiz.’ Gerçekten de İzmir’i yakmak için burada bir Ermeni komitesi kurulduğu anlaşılıyor.”

Araştırmacı Selehattin Sert’in ‘Haçin Ölüm Kampı’ adlı kitabında:

“Antranik’in yanında Van Vali yardımcılığında bulunan, Van ve Haçin’deki ünlü Türk katliamcısı Aram (Manukyan) Çavuş, bölgeyi yakıp yıktıktan sonra, yine bir ağır yenilgiyle, 1920 Ekim ayı sonunda çetesiyle İzmir’e gelir. 13 Eylül 1922 tarihinde İzmir’i kül eden, Büyük İzmir Yangını’nın planlayıcısı da Kars’ı, Haçin ve Sis’i yakan bu Torkom ve ekibiydi. Aram Çavuş, Aşot, Kirkor gibi, kendisine kâh çavuş, kâh miralay, kâh vali, kâh papaz, kâh öğretmen unvanlarıyla ortaya çıkan sahte kimlikli katillerin son marifetleriydi” denilmektedir.

İzmir Yangını ve Mustafa Kemal

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1922 tarihinde Fransız Amirali Dumesnil ile İzmir Göztepe’deki Uşakizade Köşkü’nde uzun bir görüşme yapmıştır.

Amiral Dumesnil’in İzmir yangınıyla ilgili Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya sorduğu soru şöyledir:

“Yangın çıkaranların Türkler olduğuna dair şehirde söylentiler dolaşıyor. Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerini gördüklerini birtakım detaylarıyla birlikte anlatıyorlar. Ben derhal kurmay heyetimin subayları tarafından araştırma yaptırdım. Yapılan bu araştırmada dolaşan söylentiler doğrulanmadı. Fakat söylentiler dolaşmaya devam etmektedir. Söylendiğine göre İngiliz Amirali Türklerin yangından sorumlu olduğuna inanıyor.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı şöyledir:

“İzmir’de daha bizim işgalimizden önce bir teşkilatın bulunduğunu ve bunun gayesinin yangını hazırlamak olduğunu biliyoruz.”

Amiral Dumesnil’in bir başka sorusu ise şöyleydi:

“Bana kalırsa Türkler İzmir’i isteyerek yakmış olmaları konusunda suçlanamaz. Bu çok manasız bir şey olur. Fakat Türklerin, davalarının yararı için bu yangın konusunda yerleşmekte olan bu efsaneyi derhal düzeltmemiz gerekir. Bu konudaki bilgileri besleyecek kanıtların bana verilmesi bu bakımdan önemli bir çözümdür. İkinci olarak çeşitli memleketlerin resmi delegelerinin yapılacak soruşturmada hazır bulunmalarını teklif etmek, inancıma göre daha uygun bir hareket olur.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bu teklife yanıtı şöyledir:

“Ben yabancı temsilciliklere buraya gelmeleri için tek başıma çağrı yapamam. Bunun için Ankara Hükümeti’nin izni gerekir.”

Amiral Dumesnil’in diğer bir sorusu ise:

“Fakat şimdi delil olarak elinizde ne varsa bana verebilirsiniz değil mi?” olmuştur.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Amiral Dumesnil’e yanıtı şöyleydi:

“Yangın çıkarmak üzere bir teşkilatın kurulmuş olduğunu biliyorduk. Hatta Ermeni kadınlarının üstünde ateş tutuşturmak için malzeme ele geçirdik. Birçok kundakçıyı tutukladık. Gelişimizden önce kiliselerde yangın çıkarmayı kutsal bir görev gibi gösteren nutuklar atılmıştır.”

Amiral Dumesnil’in son sorusu ise şöyledir:

“Sizin bu anlatımınızı resmi bir görüş olarak kabul edebilir ve o şekilde gereken yerlere iletebilir miyiz?”

Gazi Mustafa Kemal Paşa bu soruyu:

“Evet, bu yangın hoş olmayan bir olaydır” diye yanıtlamıştır.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Amiral Dumesil ile Hamit Bey’e 17 Eylül 1922 tarihinde gönderdiği telgraf aşağıdadır:

“İzmir yangını hakkında açıklama aşağıdadır. Ordumuz İzmir’i her türlü kazadan korumak için şehre girmeden evvel önlemler alınmıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel kurdukları teşkilatlarıyla İzmir’i tamamen yakmayı planlamışlardı. 

Kiliselerle Hrisostomos’un vermiş olduğu nutuk (Müslümanlar tarafından işitilmiştir), İzmir’i yakmak isteyenlerce dini bir vazife olarak algılanmıştır. Yangın bu teşkilat tarafından çıkarılmıştır. Bunu kanıtlayan birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangını söndürmek için bütün güçleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimize mal eden ve iftira edenler, İzmir’de durumu yerinde görebilirler. Yalnız böyle bir iş için resmi soruşturma söz konusu olamaz. 

Şu anda burada bulunan her milletten gazeteciler zaten bu vazifeyi yapmaktadırlar. Hıristiyan ahali hakkında gereği yapılmakta ve göçmenler yerlerine gönderilmektedir.”

7 Mart 1923 günü, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki İtilaf Devletleri Temsilcisi Amiral Bristol’e, gazetelere ve kolordulara gönderdiği İzmir ve Ermeni konulu mektubunda:

“İzmir’de yapıldığı gibi bir uydurma Ermeni katliamıyla, tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında, uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması gerekir. Bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilaf Devletleriyle Amerika Hükümetinin adalet severlik duygularına başvururuz” demiştir.....

(derleme-Sn.Engin Kultur'e aittir.)



......






We are not a nation, 
who "cook" the pain and suffer, everyday, 
to tell and put in front of peoples. 
We bury them inside, 
even if it cause pain...
We would like to forget, 
and look forward in peace... 
But the Turks are constantly accused with unflattering things, 
even if we didn't do it....
So we have to remember and remind it. 
And that's the Truth.


Like Atatürk say:



"Düşmanım, düşmanlığından vazgeçinceye kadar, 
ben de onun amansız düşmanıyım."

“Benim nâçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. 
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”


Mustafa Kemal Atatürk



______________.











ANADOLU'DA YUNAN ZULMÜ VE KURTULUŞU - 12




KUŞADASI’NIN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞUNUN 92. YILDÖNÜMÜ


Yurdumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, özlü bir sözünde şöyle diyor:

“Şairlerimiz, ediplerimiz, kadın erkek öğretmenlerimiz, filozoflarımız, geçen felaket günlerini, mütemadiyen (sürekli) millete söyleyip yazacaklardır. Maruz kaldığımız çöküntünün nedenlerini açık ve kesin olarak anlatacaklardır. Bu kara günlerin tekrar etmemesi için, milletin ruhunu, gözü açıklığını her an uyanık tutacaklardır.” 

Bu sözler, büyük kurtarıcının bize verdiği önemli bir görevdir.

Yakın geçmişimizi bilmek, geleceğimizle ilgili alacağımız kararlarda, bize uyanıklık sağlar. Ulusal bilincimizi geliştirir, yanlış yapmamızı engeller. 

Tarihlerini bilmeyen uluslar, geleceklerini kaybederler. Yakın tarihimizi bilmek hem de bulunduğumuz, yaşadığımız kentin yakın tarihini bilmek, yurttaş olmanın gereğidir. 

Hele topluma önder olacak kişilerin, yakın çevrenin tarihini bilmeleri bir zorunluluktur diye düşünürüm.

Mondros Silah Bırakışmasından sonra, ülkemiz emperyalist devletler tarafından paylaşılırken, 14 Mayıs 1919 günü, Kuşadası 200 kişilik bir İtalyan gücü tarafından işgal edilir. 

İtalyan işgal gücü komutanı Albay Alessandro Ciano’dur. Ayrıca jandarma güçlerinin komutanı Teğmen Luca’dır. İtalyanlar işgal ettikleri yerlerde <hulul ü müslihane> dedikleri bir yöntem uyguladılar: İşgal ettikleri yöre halkının gönlünü kazanmak için günlük yaşamlarına karışmamak, posta ve ulaşım hizmetleri sunmak, sağlık kuruluşları açmak, okul açmak, banka şubesi kurmak, çiftçiye kredi vermek, sinema salonu açmak vb. sayılabilir. 

Emperyalist devletler arasındaki çıkar çatışmaları nedeniyle İtalyanların Yunanlılara üstünlük sağlamaları için halkı kendi yanlarına çekmeleri gerekiyordu. Biz buna “güleryüzlü emperyalizm” diyoruz.

Kuşadası’na bağlı bir bucak olan Selçuk ve yöresi (İzmir- Aydın demiryoluna kadar olan bölüm) Yunan işgal bölgesidir. 

Yunan bölgesinde, yerli Rumlarla, Yunan askerleri her türlü işkence, öldürme, yangın, yağmalama ve tecavüz olaylarını sergilemektedirler.

Kuşadası’nda İtalyanların uyguladığı politika nedeniyle bu tür sorunlarla pek karşılaşılmaz.

Kuşadası’nın yetiştirdiği üstün nitelikli, aydın, yurtsever bir insan olan Mahmut Esat Bozkurt, doktora çalışmalarını yürüttüğü İsviçre’den 1919 Haziran ortalarında, Liççiri adlı bir gemiyle kaçak olarak Kuşadası’na gelmek ister, yolda yakalanırlar. Yanında arkadaşı Şükrü Saraçoğlu da vardır.

Mahmut Esat ve arkadaşları Kuşadası’nda Kuvayi Milliye çalışmalarını örgütlemeye çalışırlarken bir taraftan da Söke Kuvayi Miliye çalışmalarına destek verirler. 

1919 Temmuz ortalarında Kuşadası Kuvayi Milliyesi kurulur. Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Faruk Bozkurt, Hasan ve Mehmet Reisler ile Çam Mehmet Efe bu kuruluşun önemli adlarıdır. 

Başlangıçta 120 kişiyle kurulan Kuvayi Milliye güçleri zamanla 1000 kişiye ulaşır. 

Mahmut Esat Bozkurt’un ailesine ait Arvalya (Eroğlu) çiftliğinde konuşlanan bu güçler, Selçuk, Belevi( Cellat), Çamlık(Aziziye) Şirince, Naipli, Balatçık, Gümüş yörelerine, Güzelçamlı ve Torbalı’ya kadar geniş bir alanda Yunanlılarla savaşırlar. 

Birçok baskınlar düzenlerler, düşmana büyük kayıplar verdirirler.

Tren yoluyla Yunanlıların gerçekleştireceği ikmali engellemek, kıyılardan yapılacak kaçakçılığı ve saldırıları engellemek, hayvan kaçakçılığına son vermek, askere alım şubeleri kurmak, göçmenlere yardım etmek ve yerli Rumların çıkaracağı karışıklıkları engellemek, Kuşadası Cephesinin kahramanlarının görevleri arasındadır. 

Başarılı çalışmalarına devam eden Mahmut Esat Bozkurt’un emrine 1 yüzbaşı, 2 üsteğmen, 2 teğmen ve bir başçavuş verilir. Bu çalışmalar 1920 Ağustos ayına kadar sürer. 

Emperyalizmin Yunan ve İtalyan güçlerini uzlaştırmasıyla Kuşadası Cephesi fiilen sona erer. Mahmut Esat Bozkurt, seçildiği milletvekilliği görevini yapmak üzere, Antalya yoluyla Ankara’ya gider. TBMM çalışmalarına katılır. Üstün hukuk bilgisiyle, kültürüyle o cephede çalışır.

İtalyan işgali 14 Mayıs 1919’dan Kuşadası’nı boşalttıkları 26 Nisan 1922 yılına kadar yaklaşık üç yıl sürer. İtalyanlar, Kuşadası halkının Yunan işgaline karşı tahliye edilmesine yardımcı olurlar. Antalya, Güllük ve İzmir yöresine 3000 civarında insan göç eder. Kimileri de Çine yöresine kaçarlar.

Kuşadası’nı işgal eden Yunan güçleri Athanasopulos adlı bir Rumu Kuşadası Kaymakamı olarak atarlar. Ardından da soyguna başladılar. Kuşadası ilçe halkının dörtte birinin gelirine denk düşen 108.824.800 kuruş değerindeki mala el koydular.

21’i kadın olmak üzere 157 kişi şehit edildi. 9 kişi darp edildi.8 kız tecavüze uğradı. 

Kuşadası ve çevresinde Yunanlıların yaptığı mezalim, Hakimiyet-i Milliye gazetesi aracılığıyla dünya kamuoyuna duyuruldu. 

TBMM 18 Haziran 1922’ de tutanak yazmanlığını Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı ve Yunan mezalimini kınayan bir notayı, Avrupa ve Müslüman dünyasının millet meclislerine ve basın kuruluşlarına gönderdi.

26 Ağustos Başkomutan Meydan Savaşı’nda Gazi Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Türk ordusu karşısında bozguna uğrayan Yunan ordusu, Türk Ordusunun önünden kaçarken, her tarafı yakıp yıkarak İzmir’e doğru kaçmaya başladı. 

Yunan askerleri ve yerli Rumlar, Söke’yi yaktılar. Kül haline gelen bina sayısı 1731’e ulaştı. 

6 Eylül sabahı Süreyya Örgeevren komutasındaki akıncı birliği Söke’yi kurtardı. Aynı gece Rıfat Bey komutasındaki piyade taburu da Söke’ye girdi.

Söke’den gelerek adalara kaçmak isteyenler ve Kuşadalı Rumlar, Kuşadası’nda vahşet yarattılar. 

1 konak,8 okul, 5 cami, 1çiftlik ve 173 evi yaktılar. 

Kuşadası’nda Kuvayi Milliyeyi kuran, Yunanlılara büyük darbe vuran Mahmut Esat Bozkurt’a ait ev, çiftlik ve helvahaneyi yerle bir ettiler. 

Yunanlılar Kuşadası’nı ateşe verirken eşraftan Necati ve Mustafa Beyler yanlarına İtalyan Konsolos vekilini de alarak Söke’ye gittiler. Olayları askeri yetkililere aktardılar. 

Yunanlıların çarşıyı ve hükümet konağını yaktıklarını, 40 müslümanı Selçuk’a kaldırdıklarını bunların 37’sini öldürdüklerini anlattılar. 

Bir an önce Türk birliklerinin Kuşadası’na gelmesini istediler. Süreyya ve Rıfat Beylerin askerlerinden oluşan bir birlik hazırlandı. 

Bu müfreze, yanlarında Çam Mehmet Efe de olduğu halde 7 Eylül 1922 günü Kuşadalıları özgürlüğüne kavuşturdu.

Bunları söylemeden Kuşadası’nın Kurtuluşunun 92. yılını anlayamayız.

Bir kez daha yazıyorum. 

Kuşadası Cephesinin önemli adları Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Faruk Bozkurt, Hasan Reis, Mehmet Reis, Çam Mehmet Efe, Salih Erdoğan ve Grubu, Stelyoni Hüseyin ve Ağa Mustafa Kuvayi Milliye kahramanları arasında anılıyor. 

Kuşadası Cephesi’nde çarpışan yeni adlara ulaştıkça bunları da sizlerle onur duyarak paylaşacağız.

Ülkemizin ve Kuşada’mızın kurtarılmasında büyük emekleri olan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, Mahmut Esat Bozkurt’a, Kuşadası Cephesinde çarpışan, emeği geçen herkese rahmet diliyor, gazi ve şehitlerimize , saygılarımızı ve minnet duygularımızı iletiyoruz.



NAİL TOPAL
Emekli Öğretmen/Yazar
Kuşadası






...............



KURTULUŞ GÜNLERİ 

TARİH YER

3 Ocak İçel / Mersin
5 Ocak Adana
6 Ocak Adana / Ceyhan
7 Ocak Osmaniye
8 Ocak Hatay / Erzin
9 Ocak Hatay / Dörtyol

12 Şubat Kahramanmaraş / Merkez
13 Şubat Erzincan / Merkez
13 Şubat Giresun / Görele
14 Şubat Trabzon / Vakfıkebir
14 Şubat Trabzon / Beşikdüzü
15 Şubat Gümüşhane / Merkez
15 Şubat Trabzon / Maçka
16 Şubat Bitlis / Tatvan
17 Şubat Trabzon / Tonya
17 Şubat Trabzon / Akçaabat
17 Şubat Erzincan / Tercan
19 Şubat Erzincan / Çayırlı
21 Şubat Bayburt / Merkez
23 Şubat Ardahan / Merkez
24 Şubat Trabzon / Merkez
24 Şubat Trabzon / Yomra
25 Şubat Trabzon / Araklı
25 Şubat Trabzon / Sürmene
25 Şubat Ardahan / Çıldır
25 Şubat Erzurum / İspir
27 Şubat Artvin / Şavşat
27 Şubat Trabzon / Çaykara
28 Şubat Trabzon / Of

1 Mart Ardahan / Hanak
1 Mart İçel / Arslanköy
2 Mart Rize
3 Mart Erzurum / Aşkale
3 Mart Erzurum / Pazaryolu
7 Mart Artvin
7 Mart Artvin / Ardanuç
7 Mart Artvin / Borçka
9 Mart Erzurum / Çat
9 Mart Rize / Çayeli
10 Mart Rize / Pazar
10 Mart Rize / Ardeşen
11 Mart Rize / Fındıklı
11 Mart Erzurum / Ilıca
11 Mart Bingöl / Karlıova
12 Mart Artvin / Arhavi
12 Mart Erzurum
13 Mart Erzurum / Pasinler
13 Mart Artvin / Hopa
14 Mart Erzurum / Hınıs
14 Mart Erzurum / Köprüköy
16 Mart Erzurum / Horasan
18 Mart Erzurum / Tekman
18 Mart Erzurum / Karayazı
18 Mart Erzurum / Narman
21 Mart Erzurum / Tortum
22 Mart Adana / Feke
25 Mart Erzurum / Oltu
28 Mart Erzurum / Olur

1 Nisan Van / Erciş
1 Nisan Van / Gürpınar
2 Nisan Van
2 Nisan Van / Muradiye
3 Nisan Van / Çaldıran
3 Nisan Van / Saray
7 Nisan Erzurum / Şenkaya
11 Nisan Şanlıurfa
14 Nisan Ağrı / Diyadin
14 Nisan Ağrı / Doğubeyazıt
14 Nisan Ağrı / Hamur
14 Nisan Ağrı / Patnos
14 Nisan Ağrı / Taşlıçay
14 Nisan Ağrı / Tutak
15 Nisan Ağrı
16 Nisan Ağrı / Eleşkirt
18 Nisan Van / Başkale
22 Nisan Hakkari
30 Nisan Muş

3 Mayıs Sakarya / Kaynarca
25 Mayıs Adana / Pozantı

2 Haziran Adana / Kozan
21 Haziran Sakarya
21 Haziran Zonguldak
22 Haziran Sakarya / Sapanca
28 Haziran Kocaeli

4 Temmuz Kocaeli / Karamürsel
5 Temmuz Hatay / İskenderun
6 Temmuz Hatay / Kırıkhan
8 Temmuz Hatay / Reyhanlı
19 Temmuz Yalova
23 Temmuz Hatay’ın Anavatana Katılışı

8 Ağustos Bitlis / Merkez
27 Ağustos Afyon
27 Ağustos Afyon / Sincanlı
28 Ağustos Bingöl / Solhan
30 Ağustos Kütahya
30 Ağustos Kütahya / Dumlupınar
30 Ağustos Manisa / Demirci
30 Ağustos Denizli / Çivril
31 Ağustos Uşak / Sivaslı

1 Eylül Eskişehir / Seyitgazi
1 Eylül Kütahya / Gediz
1 Eylül Uşak
1 Eylül İzmir / Kiraz
1 Eylül İzmir / Aliağa
2 Eylül Eskişehir
2 Eylül Uşak / Karahallı
2 Eylül Uşak / Ulubey
3 Eylül Balıkesir / Dursunbey
3 Eylül Balıkesir / Sındırgı
3 Eylül Denizli / Güney
3 Eylül İzmir / Ödemiş
3 Eylül Kütahya / Emet
3 Eylül Kütahya / Tavşanlı
3 Eylül Manisa / Selendi
3 Eylül Uşak / Eşme
3 Eylül Aydın / Buharkent
4 Eylül Balıkesir / Bigadiç
4 Eylül Bilecik / Bozüyük
4 Eylül Bilecik / Söğüt
4 Eylül Denizli / Buldan
4 Eylül İzmir / Tire
4 Eylül Kütahya / Simav
4 Eylül Manisa / Kula
4 Eylül Manisa / Sarıgöl
5 Eylül Aydın / Kuyucak
5 Eylül Aydın / Nazilli
5 Eylül Aydın / Sultanhisar
5 Eylül Balıkesir / Susurluk
5 Eylül Bilecik / Pazaryeri
5 Eylül Manisa / Alaşehir
5 Eylül Manisa / Gördes
5 Eylül Manisa / Salihli
6 Eylül Manisa / Ahmetli
6 Eylül Manisa / Gölmarmara
6 Eylül Bilecik
6 Eylül Aydın / Söke
6 Eylül Aydın / Umurlu
6 Eylül Aydın / Köşk
6 Eylül Balıkesir
6 Eylül Balıkesir / Balya
6 Eylül Balıkesir / Gönen
6 Eylül Balıkesir / Savaştepe
6 Eylül Bursa / İnegöl
6 Eylül Bursa / Yenişehir
6 Eylül Manisa / Akhisar
6 Eylül İzmir / Bayındır
7 Eylül İzmir / Beydağ
7 Eylül Manisa / Turgutlu
7 Eylül Aydın
7 Eylül Aydın / Germencik
7 Eylül Aydın / Kuşadası
7 Eylül Aydın / İncirliova
7 Eylül Balıkesir / İvrindi
7 Eylül İzmir / Torbalı
7 Eylül Manisa / Saruhanlı
8 Eylül Balıkesir / Burhaniye
8 Eylül İzmir / Kemalpaşa
8 Eylül İzmir / Selçuk
8 Eylül Manisa
9 Eylül Balıkesir / Edremit
9 Eylül İzmir
9 Eylül İzmir / Bornova
9 Eylül İzmir / Menemen
9 Eylül Bursa / Orhaneli
10 Eylül Bursa / Orhangazi
11 Eylül Bursa
11 Eylül Bursa / Gemlik
11 Eylül İzmir / Foça
11 Eylül İzmir / Seferihisar
11 Eylül İzmir / Güzelbahçe
12 Eylül Bursa / Mudanya
12 Eylül İzmir / Urla
12 Eylül Manisa / Kırkağaç
13 Eylül Manisa / Soma
13 Eylül İzmir / Kınık
14 Eylül Bursa / Karacabey
14 Eylül Balıkesir / Manyas
14 Eylül Balıkesir / Altınova
14 Eylül Bursa / Mustafakemalpaşa
14 Eylül İzmir / Bergama
14 Eylül İzmir / Dikili
15 Eylül Balıkesir / Ayvalık
16 Eylül İzmir / Çeşme
17 Eylül İzmir / Karaburun
17 Eylül Balıkesir / Bandırma
18 Eylül Balıkesir / Erdek
18 Eylül Çanakkale / Biga
18 Eylül Eskişehir / Mahmudiye
20 Eylül Çanakkale / Bozcaada
20 Eylül Çanakkale / Bayramiç
20 Eylül Eskişehir / Mihalıççık
20 Eylül Eskişehir / Sivrihisar
21 Eylül Çanakkale / Ayvacık
22 Eylül Afyon / Emirdağ
22 Eylül Çanakkale / Ezine
23 Eylül Çanakkale / Çan
24 Eylül Afyon / Bolvadin
25 Eylül Çanakkale / Lapseki
29 Eylül Kars / Sarıkamış
30 Eylül Ardahan / Göle

6 Ekim İstanbul
17 Ekim Çanakkale / Gökçeada
18 Ekim Adana / Saimbeyli
30 Ekim Kars

1 Kasım İstanbul / Silivri
1 Kasım Tekirdağ / Çorlu
1 Kasım Tekirdağ / Saray
1 Kasım Kırklareli / Vize
2 Kasım Tekirdağ / Muratlı
3 Kasım Kars / Arpaçay
3 Kasım Kars / Susuz
8 Kasım Kırklareli / Lüleburgaz
9 Kasım Kırklareli / Pınarhisar
9 Kasım Kırklareli / Babaeski
9 Kasım Kırklareli / Pehlivanköy
10 Kasım Kırklareli
11 Kasım Kırklareli / Kofçaz
11 Kasım Kırklareli / Demirköy
13 Kasım Tekirdağ
13 Kasım Gaziantep / Islahiye
14 Kasım Iğdır / Aralık
14 Kasım Iğdır
14 Kasım Tekirdağ / Hayrabolu
14 Kasım Tekirdağ / Malkara
15 Kasım Hatay / Hassa
18 Kasım Edirne / Uzunköprü
19 Kasım Edirne / Keşan
19 Kasım Edirne / Meriç
20 Kasım Edirne / İpsala
20 Kasım Bingöl / Kiğı
21 Kasım Mardin
22 Kasım Edirne / Havsa
23 Kasım Edirne / Enez
25 Kasım Edirne
26 Kasım Çanakkale
26 Kasım Çanakkale / Gelibolu
27 Kasım Edirne / Lalapaşa
28 Kasım Bursa / İznik

7 Aralık Kilis
17 Aralık Tekirdağ / Şarköy
17 Aralık Tunceli / Pülümür
25 Aralık Gaziantep
27 Aralık İçel / Tarsus