Translate

2 Kasım 2013 Cumartesi

NANKÖR



Bu Cumhuriyeti yıkıp 
'İleri Cumhuriyet' kurma hesabı yapanlara siyasi tarih dersi 


Son dönemin modası, Cumhuriyetin ilk yıllarına gidip, İsmet İnönü üzerinden yapılan eleştiri ve hakaretleri gizli bir hedefe doğru götürmek oldu. 

Bu gizli hedef ise Atatürk ve kurduğu cumhuriyettir. 

En yetkili ağızlardan yapılan konuşmalarda, yanaşma medyanın yayınlarında şimdilik adı verilmeden (kimileri veriyor) Atatürk'e, Cumhuriyet yönetimine çatılıyor. 1920'lerin, 30'ların, 40'ların Türkiye'sinde baskıcı, din düşmanı bir Tek Parti yönetimin egemen olduğu kamuoyuna anlatılıyor. Aynı çevreler, o yıllarda, dünyada demokratik yönetimler işbaşındaymış da Türkiye'de bu yokmuş gibi konuşuyor. 

Peki, o yıllarda Türkiye cehennem, diğer ülkeler ise demokrasi cenneti midir? 

Komşumuz Bulgaristan'dan başlayalım. 1930'lu yıllarda büyük baskıların yaşandığı Bulgaristan'da, yeni yazıyı kullanmaları yasaklanan Türkler, Arapça alfabe kullanmaya itilmiştir. Türklerin aydın din adamları görevden uzaklaştırılmıştır. Bulgaristan'da 19 Mayıs 1934'deki darbe ile işbaşına gelen Faşist yönetim, II. Dünya Savaşı'na da Nazi Almanya'sının müttefiki olarak girmiş, savaştan da Doğu Blok'unun bir parçası olarak çıkmıştır. 

Demek ki neymiş, Avrupa'ya açılan kapımızda faşizm, baskı, darbe ve savaş varmış.

Yunanistan'da, 1923 yılında yapılan halk oylamasıyla Cumhuriyet kurulmuştu. Ancak 1926'da General Pangalos diktatörlüğünü ilan etti. Bundan dokuz yıl sonra, 1935 yılında ise Kral II. George tahta geçti ve böylelikle Monarşi yeniden başladı. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Komünistlerle Kralcılar arasında iç savaş başladı. İç savaş, Kralcıların zaferiyle bitti. Demek ki neymiş, Avrupa'ya açılan diğer kapımızda, o yıllarda, diktatörlük, monarşi, düşman işgali ve iç savaş varmış. 

Geçelim Avrupa'nın önemli ülkesi İtalya'ya. 18 Ekim 1922'de, Faşist Mussolini, Kral Victor Emanuel'in de onayı ile işbaşına geldi. 1943'e kadar süren Mussolini dönemi, her türlü muhalefetin yasaklandığı kara yıllar olarak tarihe geçti. 

Faşist diktatörlükten ve savaştan büyük zararlarla çıkan İtalya'da, 1946'da yapılan referandumla, Monarşi kaldırıldı, yeni Demokratik Cumhuriyet kuruldu. 

Demek ki neymiş, İtalya'da da, diktatörlük, faşizm ve savaş varmış. 

Avrupa'nın bir diğer önemli ülkesi İspanya'daki duruma bakalım. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından İspanya'da, General Primoderivera'nın diktatörlük dönemi başladı. Primoderivera'nın 1930 yılında iktidardan düşmesinden sonra yapılan seçimleri Cumhuriyetçiler kazandı. 1936'daki seçimlerin ardından Cumhuriyetçilerle Milliyetçiler arasında 1939'a kadar sürecek iç savaş başladı. 

Binlerce İspanyol'un yaşamını yitirdiği iç savaşın sona ermesiyle General Franco Devlet Başkanı oldu ve 1975 yılına kadar İspanya, “Franco Faşizmi” olarak adlandırılan diktatörlükle yönetildi. Demek ki neymiş, İspanya'da da, o yıllarda diktatörlükler, monarşi ve faşizm varmış. İspanya'nın komşusu Portekiz'e geçelim. 

Cumhurbaşkanı General Carmona'nın, 14 Haziran 1928'de General Salazar'ı Maliye Bakanlığı görevine getirmesi dönüm noktasıydı. Portekiz'de faşist bir düzen kurmak isteyen Salazar, önce 1930'da “Milli Birlik” adlı bir harekete liderlik etti. Ardından da 1932'de Başbakan oldu. “Mavi Gömlekliler” adlı faşist bir örgütlenmeyi hayata geçiren Salazar, “Portekiz Lejyonu” adıyla silahlı çeteler oluşturdu. Salazar'ın faşist diktatörlüğü 1973'deki Karanfil devrimine kadar sürdü. 

Demek ki neymiş, Portekiz'de o yıllarda tüm kurumlarıyla resmen faşizm varmış. 

Avrupa'nın en önemli ülkelerinden Almanya'da, 30 Ocak 1933'de Başbakan olan Adolph Hitler, dünya tarihini değiştirecek süreci başlatıyordu. Önce Alman Meclisini yaktırıp suçu muhalefete atan Hitler, tüm yetkileri polise devrederek polis devleti kuruyor, anayasaya bağlı kalmadan kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetiyor, tüm sendikaları kapatıyor, toplama kampları açıyor, korkunç bir baskı ve sindirme politikası uyguluyor, Nasyonal Sosyalist Parti dışındaki partileri kapatıyor, yenilerinin kurulmasını da yasaklıyordu. Faşizmin baskı ve tehdidinden kaçan ünlü Alman bilim adamları ise çareyi Türkiye'ye sığınmakta buluyordu. 

O yıllarda Türkiye'nin cehennem olduğunu anlatanlar, böylesi bir ülkeye Alman bilim adamlarının neden sığındıklarını söyleseler de, biz de öğrensek.

Saldırgan politikasıyla 1939'da II. Dünya Savaşı'nı başlatan Nazi Almanya'sı Yahudi soykırımını yapıyor, dünyada milyonlarca insanın ölümüne yol açıyordu. 

Demek ki neymiş, Almanya'da o yıllarda faşist diktatörlük, baskı, toplama kampları, soykırım ve savaş varmış. 

Şah tarafından yönetilen İran'ı, Fransa'nın mandası altındaki Suriye'yi, İngiltere'nin mandası altındaki Irak'ı dikkate bile almadan sadece 6 Avrupa ülkesindeki durumu Türkiye ile karşılaştırdım. Bu ülkelerin o yıllardaki ortak özellikleri, baskı, zulüm, sürgün, toplama kampları, katliam, diktatörlük, faşizm, iç savaş, savaş vb olumsuzluklardır. 

Demokrasinin ve özgürlüğün lafı bile geçmiyor. İşte bu tabloyu görmezden gelip, adını vermeden Atatürk'e ve kurduğu Cumhuriyete hakaret edenlere tek kelime ile “Nankör” denir. 

Hatırlatalım, Cumhuriyet tek başına Demokrasi demek değildir. 
Ancak Türkiye'de kurulan Cumhuriyet, önüne Demokrasi hedefini koymuş ve buna doğru yürümüş bir yönetim biçimidir. 

Bu Cumhuriyeti yıkarak yerine kendi Cumhuriyetlerini kurmaya çalışanlar, beğenmedikleri mevcut Cumhuriyet sayesinde ülke yönetiminin en üst makamlarına kadar nasıl yükseldiklerini bir anlatsalar da, öğrensek.



GÜRBÜZ EVREN
SİYASET BİLİMCİ