Translate

12 Haziran 2017 Pazartesi

Dünyayı Ahlak Değil, Güç Yönetiyor.






İlkel insanda dinsel düşünceleri yaratan korkudur her şeyden önce: Açlık korkusu, vahşi hayvan, hastalık, ölüm korkusu. Varlığın o döneminde,olayların nedenleri arasındaki ilişkileri anlamaya gücü yetmeyen insan kafası az çok bize benzer varlıklar uydurmuş ve korkulan olayları onların isteklerine ve eylemlerine bağlamıştır. 

Bu varlıkları bizden yana davrandırmak ve öfkelerini dindirmek için insanlar bir takım işler yapmayı, kurbanlar vermeği düşünmüşler ve bunlar çağdan çağa aktarılarak bir inanç olmuştur. Buna korku dini diyorum. Bu dini kimse yaratmamış, özel bir din adamları bölüğünün kurulmasıyla dondurulmuştur. Bu bölük kendine, korkulan varlıklarla halk arasında bir aracı süsü vermiş ve «yönetici güc» durumunu bunun üzerine kurmuştur.

Çoğu zaman, önder, hükümdar ya da ayrıcalıklı bir sınıf, yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmek için, ona dinsel görevler eklemiştir, ya da politik gücü elinde tutan sınıfla papaz sınıfı arasında bir çıkar ortaklığı kurulmuştur.

Albert Einstein









"In spite of all that moralists may say and preach, power and not morality still governs the world."

It is strength rather than goodness that primitve man admires, worships, and fears. In the struggle for existence, at any rate in its earlier stages, physical strength plays the most important part. The old instinctive pride of strength which enabled our first ancestors to battle successfully against the forces of nature and the beasts of the forest, still survives in the child and the boy. 

The baby still delights to pull off the wings and legs of the fly that has fallen into its power ; and the hero of the playground is the strongest athlete, and not the best scholar or the most virtuous of schoolboys.

A sudden outbreak of political fury like that which characterised the French Revolution shows how thin is the varnish of conventional morality which covers the passions of civilised man, and Christian Europe still makes the battlefield its court of final appeal.

Like the lower animals, man is still governed by the law which dooms the weaker to extinction or decay, and gives the palm of victory to the strong. In spite of all that moralists may say and preach, power and not morality still governs the world.


The religions of ancient Egypt and Babylonia (page 7)
Archibald H. Sayce (1845-1933)
Antik Mısır ve Babil Tanrıları (kitap Türkçeye çevrilmiş,2013)









"İlkel insan, iyilikten çok güce hayranlık duyar, tapar ve güçten korkar. "
" Tüm ahlakçılar vaaz verip konuşsalar da, hala dünyayı ahlak değil, güç yönetiyor."






İstiklal Harbi'nde ETNİK İHANET






Türk Kurtuluş Savaşı boyunca azınlıklar Türk ordusu ve Türk milleti ile mücadele halinde idiler. Kuva-yı Milliye ile mücadele halinde idiler. Biz Türklerle birlikte yaşamak istemediklerini defalarca ilan etmişlerdi. İstanbul'un işgali üzerine şehrin her gün başka bir frenk semtinde tertiplenen çılgın sevinç gösterilerini toprak taleplerinin netleştirilmesi takip etti. Mademki, Türkler mağlup olmuştu, o halde imha edilmeli idiler.


Mütarekeden bir ay, bir hafta sonra idi, 6 Aralık 1918'de Rum ve Ermeni kiliseleri, Rum-Ermeni Birliği Komitesi'ni kurdular. Türklere karşı birlikte hareket edeceklerdi. Bu komitenin kuruluşundan sonra azınlık gazetelerindeki Türk aleyhtarı neşriyat disiplinli bir saldırı haline geldi. Bu gazetelere göre İttihatçılar katil, bütün Türkler katillerin suç ortakları, Türkiye de cinayet mahalli idiler!


Aslında Türklere yaşama hakkı verilmemeliydi! Türkiye diye bir devlet olmamalıydı! Türkler geldikleri yere gönderilmeli veya imha edilmeli idiler!


26 Şubat 1919'da Ermeni sözcüsü Bogos Nubar Paşa ile Ermenistan Cumhurbaşkanı Ahoronyan, Paris'te toplanan Barış Konferansı'nda Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Erzurum, Trabzon, Maraş ve İskenderun dahil Adana'nın Ermenistan'a verilmesini istediler. Halbuki Ermeniler bu vilayetlerin hiçbirinde çoğunluğu teşkil etmiyorlardı. Ermeniler ele geçirmek istedikleri vilayetlerde nüfusun ancak %15'ini teşkil ediyorlardı. (...) [Rumların hak iddia ettikleri Trabzon yüzünden (de) araları açılacaktı.]


Ermeni liderleri Karadeniz ve Akdeniz'de limanları bulunan büyük bir devlet hayali ile oyalanırken Çanakkale savaşlarına Sion adını verdikleri bir alayla katılarak Türk askerine kurşun sıkan Yahudiler ihanetlerinin ödüllendirilmesini istediler.


Konferansa katılan Yahudi delegeler kendilerine Filistin'de özerk bir vatan verilmesini talep ediyorlardı. Londra Konferansı sırasında L'loyd George'a bir telgraf gönderen Amerikalı Yahudiler de parçalanan Türk yurdundan hisse istediler.


Yahudiler Rumlarla işbirliği halinde idiler. Hahambaşılık Patrikhane ile birlikte çalışmayı prensip olarak kabul etmişti. İzmir işgal edildiği gün "Ey Türkler! Ay yıldızı artık göklerde göreceksiniz" diye bağıran Yahudiler de olmuştu. Durduoğlu adındaki bir Yahudi İzmir'i işgal eden yüksek rütbeli Yunan subaylarına ziyafetler verdi.


Şüphesiz Osmanlı azınlıklarının en küstah ve şımarık olanı Rumlardı. Patrik Mamelis, 9 Mart 1919'da bir açıklama yaparak Patrikhane'nin Osmanlı Devleti ile herhangi bir ilişiğinin kalmadığını söyledi ve Rumları vatandaşlık görevlerinden afetti! Bu, Osmanlı Devleti'ne vergi vermeyeceksiniz, askerlik yapmayacaksınız, verilecek emirlere ve kanunlara riayet etmeyeceksiniz, Osmanlı Mahkemeleri'ni, Osmanlı Jandarması'nı, Osmanlı Polisi'ni tanımıyacaksınız demekti.


Osmanlı Hükümeti bir süre sonra Yüksek Komiserliklerin baskısıyla Rum ve Ermenilerin askerlik hizmetinden muaf tutulduklarını ilan etti.


İşte bu sırada Hahambaşı'nın Yüksek Komiserlerle temasa geçtiği görüldü. Bu temas sonunda Osmanlı Bakanlar Kurulu demek olan Vükela Meclisi, Rum ve Ermenilerin silah altına davet edilmemeleri hususunda uygulanan kararın Yahudileri de kapsamasına karar verdi.


Görüldüğü gibi, devletin nimetlerini paylaşmak için en ön safta sıraya girenler, külfet bahis konusu olunca bir kolayını bulup kaçıyorlardı.


Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı papazlar, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar Yunan ordusunu desteklediler. Batı ve Orta Anadolu ile Doğu Karadeniz bölgelerindeki hemen bütün Rum ayaklanmalarında aktif olarak yer aldılar. Aynı işi Doğu ve Güneydoğu'da Ermeni papazlar yaptı. (...)


Yunan ordusu Trakya topraklarında ilerlerken Çorlu Metropoliti, Patrikhane'ye başvurarak Çorlu'nun Yunanistan'a bağlanması gibi tuhaf bir taleple ortaya çıkacak, ayrıca Atina, Londra, Paris ve Washington'a başvurarak bağımsız bir Türk Devleti'nin kurulmasına engel olunmasını isteyecektir! Oysa Çorlu'da 17 bin Türk'e mukabil sadece 3 bin Rum vardır! Daha sonra Metron ve Kayseri metropolitleri Trakya'ya gidecek, Yunan Başkomutanı'nın huzuruna çıkacak ve Yunan ordusunu bütün Trakya'yı işgale davet edeceklerdir. (...)


İznik Başpiskoposu Vassilios şöyle diyordu: "Geride bir tek fert kalmamak üzere Türklerin tümüyle yok olmasını nasıl da isterdim!" (...)


Rumların Türk düşmanlığı söylemden ve bazı girişimlerden ibaret kalmamıştır. Rumlar, Türkiye topraklarında Türkleri yok etmek için eyleme de geçmişlerdir. Yunan askerlerinin İzmir'e çıkışını takip eden günlerden itibaren Rumlar ve Ermeniler düşman ordusuna katılıp, silahsız, öndersiz ve teşkilatsız kalan Türklere karşı savaşmışlardır.


22 Nisan 1921'de Denizli'nin batısındaki Yeniköy istikametinden saldırıya geçen ve ellerinde Yunan ordusunun verdiği makineli tüfekler bulunan düşman kuvvetinin tamamı Rum ve Ermenilerden oluşuyordu. Sakarya Savaşı'nda ve önceki muharebelerde esir alınan Yunanlılar arasında çok sayıda Anadolu Rumuna rastlanmıştı, bunlar İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldılar. Seyitgazi'de esir edilen 28 vatan haini Rum, Ankara İstiklal Mahkemesi'nin kararı ile vatana ihanet suçunun failleri olarak 30 Temmuz 1921'de Karaoğlan Çarşısı'nda asılarak idam edildi.


Bilal Şimşir'in İngiliz arşivlerinde rastladığı bir belgeye göre Yunan ordusunda 35 bin Türkiyeli Rum, Türkiye'ye karşı çarpışıyordu!


Bu rakama, bu kitabın kapsamı dışında kalan Pontus çetelerini, Trakya ve Batı Anadolu'daki diğer Rum çetelerini, Mersin, Adana, Maraş, Gaziantep, Urfa yöresinde Fransızların emrinde Türkleri yok etmekte olan Ermeni çetelerini ve Kürt ayaklanmalarına katılanları ilave edersek ürkütücü rakamlarla karşılaşırız ki, bu rakamlar kendilerini Türk hissetmeyenlerin bu vatanla hiçbir ilgilerinin olmadığını ifade eden somut göstergelerdir.



Necdet Sevinç
İstiklal Harbi'nde ETNİK İHANET
(okuyalım, okutalım-SB)






ilgili:



İstiklalin Bedeli - Necdet Sevinç
kitaptan:


* Anteplilere;

1- Niçin taşıdığını tahkik etmeye bile lüzum görmeksizin üzerinde silah bulunduranlar kurşuna dizilecektir!

2- Kargaşalık çıktığında ölecek veya yaralanacak bir Fransız askerine karşılık yerli halktan iki kişi kurşuna dizilecek, 
kurşuna dizilecek olanlar kur'a ile belirlenecektir!

3- Bir evden silah atılırsa o ev yakılacaktır!

4- Böyle bir durum zuhur ettiğinde Osmanlı Hükümeti memurlarının idari ve egemenlik hakları derhal sona erdirilecek, 
sokaklar mitralyoz, bomba ve gazlı mermilerle ateş altına alınacaktır!

General Geret.
kaynak: Hüseyin Beyaz, Antep Savunması Günlüğü, İstanbul 1994


* 8 Türk, 400 Obüs! 8 Türk, 400 Obüs!


Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne ve bütün Antep milletvekillerine;

Aylardan beri bütün varlığı ile düşmana karşı fedakarca mücadele eden Antep halkının daha fazla direnme gücü kalmamıştır. Halk kurtuluşu beklerken ikibin kişilik bir birlikle takviye edilen işgal kuvvetleri şehri yeniden çepeçevre kuşatmıştır.

Yirmi günden beri ağır toplarla devam eden bombardıman sebebi ile şehrin Türk bölgeleri ağır şekilde tahrip edilmiştir. 
Antep son bir- iki gün içinde yüzlerce yaralı ve şehit vermiştir.

Halk güneş ışıklarından ve temiz havadan yoksun, yeraltı mağaralarına sığınmıştır. Devrilen duvarların altında yatan mübarek şehit cesetleri ve parçalanmış insan vücutları, çocukların ve kadınların ruh sağlığını bozmuştur, 
bulaşıcı hastalıklar hızla yayılmaktadır.

Halkta para kalmamıştır. Üretim durmuştur. Açlık tehlikesi başgöstermiştir. Düşmanın düzenli birliklerine karşı topçularla takviye edilmiş muntazam milli kuvvetlerin Antep'e gelmesini sağlayamazsak, düşmanın Antep'ten kovulması mümkün değildir.

Azami yardımın bir an evvel ulaştırılmasını arz ederiz.

Heyet-i Merkeziye
31 Ağustos 1920
Kaynak: M.Birol Güngör, Antep Harbi,2004



ek:
Kürt Mulla diye bilinen Karayılan, Atmalı aşiretine mensup bir vatanseverdir.