Translate

31 Mayıs 2016 Salı

Uyanın!..






"Yakın bir tarihte, bu soruşturma kapsamında İŞİD'e akan maddi ve manevi desteğin sorgulanacağından, artık emin oldum. Ama İŞİD'i besleyen ve o terör örgütünden nemalananlar, ülkeyi daha tehlikeli bir noktaya çekiyor. Son Suriye saldırıları sonucu İŞİD, Türkiye sınırına sıkışacak gibi. İşte bu nokta da Ankara, bu kelle kesen teröristlere, sıkıştıkları an, kapıyı açacak mı, göreceğiz. Açarsa -ki ben açmasını bekliyorum- vay başımıza geleceklere. Yani çilemiz bitmemiş demektir."

31 Mayıs 2016





"ABD Başkanı Obama, 2 Ekim 2015'de başarısız olan "eğit-donat programını" "bundan sonra Kürtler ile devam ettirmeliyiz" dedi. Bunun anlamı, ABD'nin PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermesi demek. PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermek ise sonunda Suriye'de PKK'nın bir devlet kurması anlamına gelecek. Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov ise 2 Ekim 2015'de Rusya'nın "Suriye Kürtlerine silah yardımı yapıyoruz" açıklaması yayınlandı. Bunun anlamı Rusya, PKK'ya askeri yardım yapıyor demek. Lavrov, Rusya'nın PKK'ya silah yardımını açıklarken, Erdoğan ve Davutoğlu'na  da "Siz, Esadsız çözüm diye diretirseniz, PKK'nın elinde daha ne silahlar göreceksiniz bakalım" mesajını veriyor.

Bütün bunları sadece seyreden Erdoğan ve Davutoğlu ise hala sadece "basit ve ilkel bir gurur meselesi ile" Esad'lı geçiş dönemine karşıyız noktasındalar. Oysa, Suriye'de çözümden geçen her gün PKK'yı daha güçlendirirken, Türkiye'nin pozisyonunu daha da zayıflatıyor.  Esad'lı bir geçiş dönemi  üzerinde anlaşılması durumunda, hem Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında bir şans belirecek hem de Türkiye'nin pozisyonu güçlenirken PKK'nın pozisyonu zayıflayacak. PKK, Suriye'deki belirsizliği her geçen gün biraz daha başarı ile lehine kullanmayı başarıyor.  Esad'ı devirme histerisi içindeki Erdoğan/Davutoğlu ikilisi,  önce PKK'ya Suriye'nin kuzeyinde Lübnan büyüklüğünde bir alan hediye ettiler. Sonra, ABD ile müttefik olmasının yolunu açtılar şimdi de Moskova-PKK ilişkilerinin alt yapısını hazırlıyorlar."

04 Ekim 2015





"10 ayda 483 ve her gün bu sayı ne yazık ki üçer-beşer artıyor. Türk Ordusu Kıbrıs Barış Harekatı'nda bile bu kadar şehid verilmedi. Sonuç olarak bu ağır bilançonun tek sorumlusu hükümettir. AKP hükümeti içinde terörle mücadelede bir tane samimi kişi göstermek de mümkün değil. Onlar günü kurtarma, koltuklarını koruma derdinde. Oysa ortada binlerce yıllık devlet geleneği var. Neredeyse 40 yıldır terörle mücadelede oluşan ciddi bir tecrübe var. Lafa gelince Milli güvenlik Kurulu var… Lafa gelince İstihbaratın inlerine girme iddiası var… Ama devlet çatırdıyor. "

28 Mayıs 2016





"Dünya İnsani Zirvesi'ne, Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Anastasiadis'in insanlık dışı ve ırkçı tutumu damga vurdu. BM'nin organizatörlüğü ve Türkiye'nin ev sahipliğinde düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi için İstanbul'a gelen Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın zirveye katılanlar onuruna verdiği yemeğe KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı'yı da davet etmesi üzerine tepki gösterdi ve yemeğe katılmadı.Haberi "Başkan Çarptı... Akıncı'yı Gizlice İstanbul'a Aldılar, Anastasiadis Tepki Gösterdi" başlığıyla aktaran Fileleftheros gazetesi, Cumhurbaşkanı Akıncı'nın Türkiye tarafından yükseltilmeye çalışıldığını ancak bu çabanın Anastasiadis'in tepkisiyle karşılaştığını yazdı. 

Gazete haberi "Akıncı ile Türk Kalleşliği… Kendisini zirve için alelacele İstanbul'a aldılar, Başkan anında cevap verdi" başlığıyla iç sayfasında detaylandırdı. Gazete "Türk tertibine ve işgal rejiminin yükseltilmesi çabasına Anastasiadis anında cevap verdi. İşgal lideri Mustafa Akıncı'nın dün geceki yemeğe katılmak üzere (İstanbul'a) varmasıyla birlikte yetkililere, yemeğe katılmayacağını bildirdi, ayrılışını da hızlandırdı" ifadesine yer verdi.Anastasiadis'in bu davranışı hakikaten kabul edilir cinsten değildir. Aslında tepki göstermesi gereken Kıbrıs Türkleridir.Yakın tarihimizde Eoka'cı Rum teröristlerin Kıbrıs'ta akıttıkları kanların izleri kurumadan, Kıbrıs Türklerine reva görülen insanlık dışı, çağdışı muamelelerin hatıralardaki izleri silinmeden ve üstelik bütün bu yapılanlar için henüz bir tek özür bile dilenmeden Rum lider Anastasiadis Türkiye'de tüm devlet adamlarına uygulanan protokol kuralları çerçevesinde ağırlanmıştır. … 

Anastasiadis çözüm istediği konusunda rol yapmaktadır. Değil 2016'da 3016'da dahi çözüm istememektedir. Megali İdea ve Enosis hedefinden vazgeçmemiştir. Rum tarafında geçtiğimiz Pazar günü  yapılan seçimlerde faşist ve ırkçı aşırı milliyetçi parti Elam Rum Meclisi'ne 2 milletvekili sokma başarısı göstermiştir. En iyi Türk ölü Türktür diyenlerin sayısı artmaktadır. Daha geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs'a giden Türklere saldırılarda bulunulmuştur.Anastasiadis'in İstanbul'daki şovunun Kıbrıs'ta ve Yunanistan'da savunucuları ve destekçileri oldukça çoktur. Kıbrıs'a dönüşünde "Türk'e Meydan Okuyan Konstantiopulos Fatihi" diye karşılanırsa hiç şaşırmayınız. Bize düşen bu riyakar ve samimiyetten yoksun Rumla daha fazla vakit kaybetmemektir."

25 Mayıs 2016





"Gözlerimizi,Alman Parlamentosu'nun  perşembe günü oylayacağı sözde soykırım tasarısına çevirdik. Pontuslular da  kendilerine soykırım  uygulandığının tanınması için  başvuruda bulunmuş!..Almanya'da olup bitenler, Suriye'de YPG amblemli Amerikan askerlerinin PYD/PKK ile tamamlamak üzere olduğu  Suriye Kürt devleti, terör bölgesinde yaşananlar ve her gün verilen onlarca şehit, PKK'nın Karadeniz eylemleri,Gaziantep'e Kilis'e düşen roketler, PKK'nın sivil sözcüsü Selahattin Demirtaş'ın Türk devletine çektiği restler, çapulcu başı Barzani'nin hamleleri...Bunların hiçbiri rastgele meydana gelmiyor. 

Aynı zamana denk düşmeleri tesadüfi değil. Leş kargaları, Akbabalar üstümüze çöktü. İktidar ise  İstanbul Belediyesinin zabıtaları ile fetih şölenleri (!) düzenleyip milleti afyonlamaya devam ediyor. Her şey Yahudi kaftanlı Halifelik için.. Kod adı başkanlık sistemi.. Kamuoyunun dikkati Almanya'ya odaklandığı sırada hemen yanı başımızda gerçekleşen ihaneti duymuyoruz,görmüyoruz!.. Ege ve Akdeniz'de  vatan topraklarımızı kaptırdığımız Yunanistan'ın basınından öğreniyoruz ilginç (!) gelişmeyi; " Erdoğan ile Çipras arasında 'kırmızı hat' olarak bilinen direkt iletişim hattı kuruldu." İstanbul'un  fethi için düzenlenen "görkemli kutlama"ların, "hesaplaşma bitmedi" lerin gerçek perde arkasına bakalım mı?.. Hem bu sayede "kırmız hat"tın hikmeti hakkında fikir sahibi oluruz!..

Tarih; 22 Mayıs 2016...Yunanistan'ın başkenti Atina'da, sözde Pontus Rum soykırımı ve Sözde Ermeni soykırımı anma töreni düzenlendi. Törene, Yunan Savunma Bakanı Kammenos da katıldı. Kammenos'un anma töreninde yaptığı sefil konuşma Yunan Savunma Bakanlığı resmi internet sitesinde  duruyor.

Anma törenine Yunan Genelkurmay Başkanı ile birlikte Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları,Yunan milletvekilleri de katıldı. Daha da ilginç olanı bu şer töreninde,Rus astronot Fedor Yurchikhin, Ermenistan Meclisi Başkan Yardımcısı Edward Sharmazanov, Ermenistan'ın Atina Büyükelçisi, Ermeni Ortodoks Başpiskoposu da vardı. Şer törenine katılanlara plaketler takdim edildi. Bitmedi!. .Aynı gün Ermenistan Meclisi Başkan Yardımcısı Edward Sharmazanov tarafından, Yunan Savunma Bakanı Kammenos'a, Ermenistan Ulusal Meclisi Liyakat Madalyası verildi.

Yunan Savunma Bakanı Kammenos anma töreninde yaptığı konuşmada Türkiye'ye kin kustu. Kammenos, Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Tellidis'in, Pontus Rum kökenli bir general olduğunu vurguladı. Korgeneral Tellidis, işgal edilen Türk adalarına sık sık gelerek Yunan bayrağı altında poz vermişti.Bakan Kammenos konuşmasında, 1909-1923 yılları arasında, Jön Türkler tarafından 350 binden fazla Pontuslu Rum'un ve 1,5 milyon Ermeni'nin toplu halde öldürüldüğünü iddia etti. Kammenos, Yunan Parlamentosunun, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkış tarihi olan 19 Mayıs'ı, Pontus Rum soykırımı anma günü olarak ilan ettiğini de belirtti.Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli  Kurmay Albay Ümit Yalım, YENİÇAĞ'a şer töreni ile birlikte Yunan Bakan'ın kin kustuğu konuşmayı  değerlendirdi;

"Bakan Kammenos yalan söylüyor. 1923 Tarihli Lozan Antlaşması'na bakıldığında, Bakan Kammenos'un ne kadar yalancı olduğu görülecektir. Yunanistan'ın da imzaladığı Lozan Antlaşması'nın hiçbir yerinde Pontuslu Rumların soykırımı ile ilgili hiçbir kayıt yok. Aksine Lozan Antlaşmasının 59'ncu maddesinde, Yunan Ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamlar açık bir şekilde yazılmış ve katliam bizzat Yunanistan tarafından tescil edilmiştir. Bakan Kammenos'un Türk Milletine iftira atmaya hakkı yoktur, haddine de değildir. Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili olarak bugüne kadar uluslararası geçerliliği olan bir belge sunulamamıştır. Buna karşılık 1914-1923 yılları arasında Ermeniler tarafından katledilen 518 bin 105 Türk'ün soykırımı tek tek belgelenmiştir. Ermenistan Meclisi Başkan Yardımcısı Edward Sharmazanov tarafından, Yunan Savunma Bakanı Kammenos'a, verilen  Ermenistan Ulusal Meclisi Liyakat Madalyası , Ermeni-Yunan işbirliğinin somut bir göstergesidir. Yunan Savunma Bakanı Türk Milletine ve Türkiye'ye açık bir şekilde saldırırken, Başkomutan olduğunu iddia eden Erdoğan'ın, Başbakan Yıldırım'ın ve Türk Dışişleri Bakanlığı'nın sessiz kalması da hayret ve üzüntü vericidir."

Başkanlıkta başkanlık...Başkanlıkta başkanlık!... Görkemli fetih şöleni, öylemi?... Gerçek olan; Aynı anda sahneye konulan görkemli Sevr tiyatrosu!.. Korku imparatorluğunun gerçek yüzü!.."

31 Mayıs 2016






"Rusya’ya sığınan Amerikalı ajan Snowden, IŞİD’in arkasında Müslümanları birbirine kırdırmak hedefiyle ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı olduğunu söylemiş, IŞİD lideri Bağdadi’yi de MOSSAD’ın eğittiğini bildirmişti. IŞİD, Irak’ta ilk iş olarak Musul, Telafer ve Tuzhurmatı’yı işgal ederek Türkmenleri bölgeden tasfiye etti. IŞİD, Barzani’ye Kerkük’ü işgal etmesi için İsrail’e de Gazze’yi bombalayıp iki bin kişiyi öldürmesi için fırsat tanıdı. IŞİD, son olarak da PYD’ye de Türkmenlerden boşalttığı alanlara yerleşmesi için zemin oluşturdu! David Cameron, geçen yıl IŞİD örgütünün amacına ulaşması halinde dünyanın “Akdeniz’in sınırlarına kadar gelmiş bir terörist devletle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunmuştu. Cameron, bu sözlerle, IŞİD’e verdikleri görevin, ilk hedefini itiraf etmiş oluyordu: Büyük Kürdistan kurmak için coğrafyayı hazırlamak!"

21 Temmuz 2015







“Irak'ı, Suriye'yi karıştıran ABD, şimdi Türkiye'yi karıştıracaktır. Yöneticilerimiz artık uyanın uyanın…”

29 Mayıs 2016






"Yani hakikaten gazan mübarek olsun, fetih müsamerene limon sıkmak istemem ama… Fatih kim, sen kim be birader!"

29 Mayıs 2016







EK:


ALMANYA DERS KİTAPLARINDA TÜRKLER VE TÜRKİYE

İlköğretim Yardımcı Yayını Coğrafya Atlasında;
-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı) olarak gösterilmiş,
-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiş,
-Haritanın Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.”
yazmaktadır.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Bir halk milliyeti için savaşıyor (Kürtler). 5000 yıldır yaşadıkları bölgede
Osmanlı ve Perslerin değirmen taşları arasında kalmışlardır. Onların bölgesi Birinci Dünya Savaşı’nda birçok ülkeye paylaştırıldı. O ülkelerden hiçbiri Kürtlere bağımsızlık ya da dil özgürlüğü vermedi. Bölgede petrol olması durumu gerginleştiriyor. Kürtlerin bağımsızlığı hedefleyen tüm girişimleri Türkiye ve Irak tarafından çoğunlukla kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

İlköğretim Coğrafya-Çevre Bilgisi Kitabında;
(Kürtler)16-20 milyonluk bir topluluktur. Türkler bölgeye gelmeden önce de
burada yaşıyorlardı. Toplam beş bölge ülkesinde yaşayan Kürtler devlet kurma arzusundadırlar. Türkiye ve Irak’ta, askerler ve Kürtler arasında silahlı çatışma olmaktadır. Türk Askerleri aileleri bölmekte, işkence yapmaktadır.

İlköğretim Tarih-Coğrafya Kitabında;
-Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki bazı iller “kürdistan”,
-Karadeniz Bölgesi’ndeki Canik Dağları “Pontus Gebirge” (Pontus Dağları)
olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;
-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı),
-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiştir.
-Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.” yazmaktadır.

İlköğretim Coğrafya – Atlas Yardımcı Yayınında;
Haritada Türkiye-İran sınırı kürdistan olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Ermenilerin Rus ordusunu desteklemesinden korkan Osmanlı İmparatorluğu onları göç ettirmeye başladı. Gerçekten de ulusal bağımsızlığı için mücadele eden Ermeniler vardı.
Göç oldukça kanlıydı; yüz binlerce Ermeni göç yolunda açlık ve yorgunluktan, kervanları soyan göçebelerin baskınlarından hayatlarını kaybettiler. Bu halkın ölüme terk edilmesi Talat Paşa Hükümetinin saf Türk ya da saf Müslüman Anadolu oluşturma hedefinin bir işaretiydi.

İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Ermenilerle ilgili: Türkler tarafından 1914-1918 yılları arasında soykırım yapılmıştır. Sevr’de garanti edilen bağımsız Ermenistan oluşturulamamıştır. Ermenilerin topraklarının büyük kısmı Türkiye’de kalmıştır.

İlköğretim Tarih Kitabında;
Kürtlerle İlgili: Türkiye’de resmi olarak Kürt yoktur, bunun yerine “Dağlı Türkler” vardır. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölgedir. Burası Türkiye, İran, Irak tarafından paylaşılmıştır.

İlköğretim Hayat Bilgisi Kitabında;
Türkiye ile İlgili: Konuşulan resmi dil Türkçe ve Kürtçe’dir. Yönetim şekli 1982’den bu yana cumhuriyettir.

İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Kürtler, Türkiye ve Irak yönetimiyle çatışma içinde ve birçok insanlarını kaybetmiş durumdadırlar. Su sorunu çözülmeden bölgedeki Kürt probleminin de çözülmeyeceği ortadadır. Irak rejiminden kaçan Kürtlerden 6700 kişi Türk sınırında, kirli su ve buna bağlı hastalıklardan dolayı öldü.
Haritada: Halen Kürtlerin yaşadıkları bölgeler,
Planlanmış kürdistan (Sevr’e göre),
Bağımsız kürdistan cumhuriyeti (1946-1947) olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;
Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik temelinde kurulmuştur. Ülkede yaşayan herkes kendini Türk hissetmeli ve Türkçe konuşmak zorundadır.

Fakat özellikle Doğu Anadolu’da çeşitli halk grupları geleneksel yapılarını koruyarak yaşamaktadır ve Türk Devleti’ni yabancı görmektedirler.

Birinci Dünya Savaşı galipleri Kürtlere kendi devletlerini kurma sözü vermişti.80’li yıllarda Kürdistan İşçi Partisi’nin bağımsızlık savaşı şiddetlendi. İki cephe arasında kalan Doğu Anadolu halkı bunun acısını çekti. *** savaşçıları kadınları, çocukları öldürdü. Türk Ordusu iki binin üzerinde köyü tahrip etti. Türk Ordusu işkencecidir.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Türkiye, bölgede yürüttüğü proje kapsamında (GAP) 21 baraj, 17 santralle her iki nehrin suyunu kendi ülkesine kullanacak. Birçok insan bu proje kapsamında yurtlarını terk edecek, iklim değişimi hastalıklara yol açacaktır. Kürtler Türk Hükümetinin baskısı altındadır, uzun zamandır bağımsızlık istekleri vardır.

İmla Klavuzunda;
Eşanlamı Karşılığı
türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak, aldatmak.

Sözlükte;
Eşanlamı Karşılığı
Türk = Manöver,Propaganda Manevra, abartma.
Werbung
türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapma, aldatma.
Türken Bauen = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;
İtalyanlar, Türkler ve Yunanlılar olmasaydı bizim ülkemiz ne yapardı? Kim bizim çöpümüzü toplar, caddelerimizi süpürür; büroları, hastaneleri, devlet dairelerini temizlerdi.

İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;
-İstiklal Marşı sırasında gülmek yasaktır.
-Sınıflar kalabalık ve öğrencilere temizlik kontrolü (tırnak, mendil) yapılmaktadır.
-Öğretmeler öğrencileri dövüyor.
-Okullarda ezberci eğitim yapılmaktadır.
-Sultan yerine gelen general tek eşli; eskiden erkekler dört kadınla evlenebiliyorlardı.

İlköğretim Tarih Kitabında;
Tarih dersi müfredatının “Savaş-Teknik-Sivil Halk” bölümünde, kapsanması mecburi olan konular içerisinde “İnsanlıktan Uzaklaşma” başlığı altında verilen “Savaşlardaki Dejenarasyon, Etnik Ayrımcılık, Toplu Katliam ve Soykırım” konusuna, sözde Küçük Asya’da (Anadolu’da) Ermeni nüfusuna yapılanlar soykırıma örnek olarak gösterilmiştir. Görsel öğrenme metodları olarak da mezarlıklar ve soykırım anıtlarının kullanılabileceği belirtilmiştir.

Genelkurmay araştırması, AB üyelerinin de içinde bulunduğu 27 ülkenin ders kitaplarında Türkler için hakaret içeren ifadeler kullanıldığını ortaya çıkarmıştı. (2000-2005) - link


// Siz yeni mi sanmıştınız?
// Yıllardır ders kitaplarında!..
// ve sadece Almanya da değil, hepsinde!...
// Saldırı her yerden
// Yurtta Barış, Dünyada Barış demek istiyorum ama...
// Savaş hiç bitmemiş!
// Türk ve Türkiye Düşmanlığı







"A world war has begun. Break the silence."












Kaldırın eli çekinmeden ve korkmadan
Meydanlar bizim unutmayın bu vatan bizim
Vazgeçermiyiz söyle bana..
Duman.

Bu Akan Kan Bizim...
SB





28 Mayıs 2016 Cumartesi

Atatürk’ün Türkiyesini İstiyorum





“Ben bu ülkede doğdum doğalı bir kontrolün içinde olduğumu biliyorum. Bir baskının içindeyim. Bu 10 senelik bir olay da değil. Bu Atatürk’ün ölümünden beri böyle. Atatürk öldükten sonra bu ülke bağımsızlığını yitirmiştir, kaybetmiştir. Mahalle baskısı da olur. Mahalle baskısından çok daha Amerika’nın bize ne kadar çok baskı uyguladığını düşünmeliyiz. Batı devletlerinin bize ne kadar baskı uyguladığını incelememiz lazım.”

“Bizim gerçek sorumuz ortada. Biz yüzyıllardır bu topraklarda yaşıyoruz. Bu topraklarda bir kültür oluşturduk. Öyle ya da böyle bir kültür oluşturduk. Bu kültürün sonunda Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir cumhuriyet olduğunu düşünüyorduk, ama değilmiş onu gördük. Toplumumuzun her yerinde bağımsızlığımızı kaybettiğimizi görebiliriz. Eğitimden tutun sosyal yaşantımıza kadar her yerde bağımsızlığımızı kaybettiğimizi görüyoruz. Hepimiz günlük yaşantımızda bunların sıkıntılarını yaşıyoruz. Bunu nasıl çözeceğimizi bu saatten sonra bilemiyorum.”

“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa bir süre içinde var olma savaşına gireceğini düşünüyorum çok vahim bir şekilde. Dünya zaten savaş içinde. Türkiye, bu savaşın sonunda ya bağımsız bir ülke olacaktır ya da televizyondan seyrettiğimiz bir Ortadoğu ülkesi.”


24 Kasım 2012




Bundan yıllar önce demiştim ki “Türkiye şelaleden yuvarlanacak”. Türkiye bana göre uçurumdan yuvarlandı, şelaleden de düştü. Buna rağmen, ben Türk insanının bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Biz ne kadar kendi halkımızı çok eleştirsek de, cahil desek de bu toplumun binlerce yıllık bir birikimi var. Önsezilerinin kuvvetli olduğunu ve siyasetin çok üzerinde olduğunu düşünüyorum. Bizi kurtaracak olan da budur.

İstatistiksel olarak Türkler binlerce yıldır sürekli yok olma aşamasına gelmişler ama bu toplumun içerisindeki, bizim algılayamadığımız dinamik kendini bir şekilde gösterir. Bir Cem Karaca şarkısıyla bunu anlatmaya çalışayım : yüzbin kere tövbe eder, yine şarap içeriz biz ! Birazcık bir nefes almamız gerekiyor belki ama mutlaka kendi yolumuzu bulacağız.

Yurtseverleri, aydın insanları, 1960’lı yıllardan itibaren bilinçli olarak böldüklerini düşünüyorum ben. Bir şarkıcıdan bunları duymak biraz iddialı olabilir ama ! Ben bunu daha önce de söyledim “Atatürk’ün öldüğü gün Türkiye bağımsızlığını yitirmiştir.” Ondan sonra da Türkiye’deki sol ve sağ birbiri ile konuşamaz hale geldi. Önce Deniz’lerin idamı, sonra 80’li yıllarda darbe ve uygulamaları ile o aydınlık gençlik ve kadrolar yok edildi.

78 Maraş olaylarını yaşadım, darbede 8 yaşındaydım. Maraş Olayları hatırlanmayacak bir şey değildi zaten ! Sokakta oyun oynuyorduk. Silahların patladığı anı hatırlıyorum ben. Hiç korkmamıştık, bu önemli bir şeydir. Korkuyu bilmiyorduk çünkü ! Onun silah olduğunu düşünmüyorduk, helikopter filan geçiyor sanıyorduk. Bu çok önemlidir benim hayatımda, şu an saniye saniye hatırlıyorum bak. Anneler babalar çocuklarını korkuyla aldılar, onların gözlerindeki korkudan biz anladık durumu.

Anneyi sevmek gibi seviyorum ben Anadolu’yu. Koşulsuz. Başka nedenlerim de var tabi. Ben Atatürk’ün dediği gibi Türklerin en aşağı 7000 yıldır Anadolu’da olduğunu düşünüyorum. Ben Türk insanının, Türklerin, dünyayı aydınlatan  güneş olduğunu biliyorum. Dünyayı aydınlatan güneş, dünyaya medeniyeti getiren ülkedir, Türkler ve Türkiye. Türkler, yalnızca bir ırka indirilemeyecek bir medeniyet ve kültürün adıdır. Bu anlaşılırsa Türkiye’deki bazı etik tartışmalar da ortadan kalkar. Atatürk bunların peşindeydi. Batı’nın bu topraklardan Türkleri atmak için hangi oyunları tezgahladığını o kadar iyi biliyordu ki Atatürk.

Atatürk’ün Türkiyesini istiyorum. Ben CHP içindekilerin bile tartışmaya açtığı 1930’lu yılların aydınlık Türkiye’sini istiyorum.

Dünyada devletler var, bunlar birbiriyle savaşıyor filan ya… Ama birbiriyle pek iyi anlaşan bir yapı da var. Bunlar kim ? Sermaye.


KIRAÇ
22 Mayıs 2016, İlkkurşun







"ABD İŞİD inRakka’yı terk etmesi emrini verdi. İŞİD Rakka’yı terk ediyor fakat MUSUL’a yerleşiyor...
Musul bir Türkmen Şehri…."















“Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikelidir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına, giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.” 
Mustafa Kemal Atatürk, Eskişehir-İzmit konuşmaları







Atatürk, 20. Yüzyılın En Büyük Devrimcisidir








O, daha genç bir kurmay subayken, 1904’yılında not defterlerinden birine "Maddeyi anlamalı, evvela sosyalist olmalı" diye bir not düşmüştür.

O, 

Trablusgarp’ta, İtalyan emperyalizmine karşı,

Çanakkale'de İngiliz emperyalizmine karşı,

Muş ve Bitlis'te Rus emperyalizmine karşı,

Suriye-Filistin'de İngiliz emperyalizmine karşı,

Sakarya ve Dumlupınar'da İngiliz destekli Yunan emperyalizmine karşı

savaşmış;

Ve bütün bu savaşlardan zaferle çıkmıştır.

O dünya tarihinde yenilmeyen "tek" antiemperyalist özgürlük savaşçısıdır.

O, sadece "emperyalizmi" dize getirmekle kalmamış, "yarı bağımlı", bir "ümmet" imparatorluğundan "tam bağımsız", "çağdaş" bir "ulus devlet” yaratacak devrimleri de gerçekleştirmiştir.




Atatürk’ün devrimci ruhu, Doğu'dan Batı'ya, bütün antiemperyalist mücadelelerin "ateşi" olmuştur.

Afganistan'da Amanuallah Han,

Hindistan'da Muhammed Ali, Gandi ve Nehru

İran'da Şah Rıza Pehlevi,

Mısır'da Nasır,

Küba'da Castro ve Che,

Çin'de Mao

Ve daha niceleri.... Dünyanın önde gelen bütün "devrimci ruhları”, onun ateşiyle "kıvılcım" almıştır.

“Tarihçilerin kutbu” olarak bilinen yaşayan en büyük Türk tarihçisi Prof Dr. Halil İnalcık, Atatürk’ün antiemperyalist mücadelesinin “bütün dünyayı” nasıl derinden etkilediğini şöyle ifade etmiştir:

Mustafa Kemal’in emperyalistlere karşı zaferi Batı’yı sarsıyordu. Avrupa’nın sömürge halinde getirdiği Hindistan ve Çin bu kahramanın mücadelesini günü gününe izliyorlardı. Harpten yeni çıkmış İngiliz halkı, Yunan’ın yardımına gitmek için asker olmayı kabul etmedi. (1922). Yunan yalnız kaldı. İngiliz Hükümeti, Büyük Savaşta olduğu gibi Hintlilerden, Hintli Müslümanlardan bir ordu yapıp Mustafa Kemal’e karşı Yunanlıların yardımına gelmek istedi. Fakat Hintli Nehru ve Gandi, o zaman Mustafa Kemal’in Anadolu’daki savaşını heyecanla izliyorlar, bağımsızlıkları için bir savaş öncesi gibi algılıyorlardı. İngiltere’ye asker vermemek için ‘non cooperation’ hareketini başlattılar. Eğer Gandi ve Nehru bu hareketi başlatmasalardı İngiltere Yunan’ın yanına gelecekti, o zaman işler çok daha başka olabilirdi. Mustafa Kemal, kendi vizyonuyla Asya’yı fethetmişti. Hindistan’ı bağımsızlığa götüren Gandi’nin kahramanı Mustafa Kemal’di. Çin o tarihte kapitülasyonlarla Batı’nın bir sömürgesi haline geldi. Çin kapitülasyonları Batı’nın yüzüne atma cesaretini ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra başardı. O günlerin gazetelerini okursanız göreceksiniz, Avrupa’nın bir kölesi haline getirilen ülkeler, Endonezya, Çin, Hindistan, Orta Asya Mustafa Kemal’den cesaret aldılar. Afganistan’da Amanuallah Han, İran’da Şah Rıza Pehlevi Gazi Mustafa Kemal’i örnek aldılar…

Görüldüğü gibi Gandi’nin de ilham kaynağı Mustafa Kemal Atatürk’tür.






Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde, çantasından; “Atatürk’ün Büyük NUTUK’u” çıkmıştır.

Gelin şimdi, "Türkiye'den binlerce kilometre uzakta öldürülen CHE'nin çantasında Atatürk'ün Nutuk'unun ne işi var" sorusuna yanıt verelim:

Dünya Barış Konseyi Dönem Başkanı Nazım Hikmet, ölümünden 2 yıl önce, 12 Mayıs 1961 yılında Fidel Castro’ya “Barış Ödülü” vermek üzere Havana’ya gitmiştir. Yanında son sevgilisi Vera da vardır. Havana'da Fidel Castro ile özel bir görüşme yapan Nazım Hikmet, daha sonra Moskova’ya dönmüştür. Nazım Hikmet, Castro’ya Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk Kurtuluş Savaşı’nı anlatmıştır. Bu görüşmenin ardından Sosyalist Küba Cumhurbaşkanı Fidel Castro,Türk Büyük Elçiliği'nden Atatürk'ün Nutuk kitabını istemiştir. Genç Diplomat Bilal Şimşir, izinli olarak Ankara’ya geldiğinde Milli Kütüphane’de uzun araştırmalar sonunda bulduğu Fransızca Nutuk’u Dışişlerine teslim etmiş, Dış İşleri de Nutuk'u Castro'ya ulaştırmıştır. Fidel Castro Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı ve devrimlerini anlattığı Nutuk'u okuduktan sonra Atatürk'e büyük bir sevgi ve saygı duymaya başlamıştır. Nutuk'u özümseyerek okuyan Castro, dünyadaki ilk antiemperyalist savaşın önderi Mustafa Kemal Atatürk'ten ve onun "utkuya eriştiren" 1919 Ruhu’ndan esinlenmiştir. Castro, Nutuk'u okuduktan sonra dava arkadaşı, yoldaşı  Che Guevara'ya vermiştir. Şimdi Nutuk'u okuma sırası Çhe'dedir...

Sevgilisine Nazım’dan en güzel aşk şiirleri okuyan ve mektuplar yazan Küba Devrimi'nin öncülerinden Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “GRAN DISCURSO - Revolucionario Kemal Atatürk” (Atatürk’ün Büyük Nutuk’u), Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı“ ve “Amo en ti lo imposible” adlı, 1961 Havana basımı Şiir Antolojisi kitabı çıkmıştır.

Bugün Santa Clara şehrinde bulunan Devrim Treni ve Che Müzesi’nde bir Nazım Hikmet kitabı da bulunmaktadır. Bu bilgiler, Küba ve Havana’ya giderek bölgede araştırmalar yapan Dursun Özden ve Bilal Şimşir’in anlatılarına dayalıdır. Che’nin çantasından çıkanlar arasında Nutuk olmadığını iddia edenler de vardır. Ama mesele Che’nin çantasından Nutuk’un çıkıp çıkmadığı değil, Che’nin Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Kurtuluş Savaşı’ndan esinlenip esinlenmediğidir. Bunu anlamak için de Che’nin fikir kaynaklarına inmek gerekmektedir.





Che, “devrim düşleri” görmeden önce Arjantinli bir gezgindi. Che, Boenos Aires Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken, arkadaşı Alberto Granada ile birlikte tek silindirli 500 cc’lik Norton marka bir motosikletle Şili üzerinden Peru’ya geldiklerinde birkaç günlüğüne Dr. Hugo Pasce’nin evinde konuk olmuşlardı. İşte o evin kütüphanesindeki bir kitap Che’nin hayatını değiştirecektir. Che’yi “silahlı devrime” yönelten bu kitap, Jose Carlos Mariategu’nin, “Siete ensayos de interpretacion de la realided Peruana” (Peru Gerçeğinde 7 Yorum) adlı eseridir.

Che’yi derinden etkileyen bu Jose Carlos Mariategu, kelimenin tam anlamıyla bir Atatürk hayranıydı.

Latin Amerika’da Türk Kurtuluş Savaşı’nı, Türk devrimini ve Atatürk’ü en iyi ve en erken anlayanlardan biri oydu.

Türk Kurtuluş Savaşı bittiğinde Arjantin, Uruguay ve Peru gibi İngiliz etkisindeki Latin Amerika “imparatorlukları” Türk zaferine, “tüm dünyaya yayılacak bir salgın” gibi bakmışlar, Türk zaferinden büyük üzüntü duymuşlardı:

Örneğin, Peru gazetesi El Comercio, Atatürk’ü Cengiz Hana’a benzettiği bir analiz yazısında, “Cengiz Han veya Kemal, değişen sadece isimler. Aynı ırk, aynı yöntemler. Fakat Avrupa Türklerin katliamları karşısında sessiz kalıyor ve katillerin lideriyle masa başına oturmayı düşünüyor. Bize Türklerin bir daha Avrupalıların şerefiyle oynayamayacakları ve Asya dağlarının ötesindeki sınırlara atılacakları sözünü vermişlerdi. Aslan yürekli Richard’ın, Kızıl Sakal Frederic’in ve Philippe Aguste’nin torunları şimdi kollarını kavuşturmuş, Osmanlı ile barış yapıyor. Avrupa’yı asırlık düşmana karşı böyle dağınık görmek, bugün insanı gerçekten üzüyor.” demiştir.

Her şeye rağmen Latin Amerika ülkelerinde Türk Kurtuluş Savaşı’nı daha “soğuk kanlı” ve daha “gerçekçi” değerlendiren gazeteler de vardı.

Örneğin, Montevideo’da yayınlanan El Dia gazetesi, 1 Eylül 1922’de, “Türklerin zaferi tam bir İngiliz yenilgisidir. Arap dünyasındaki İngiliz planlarına en güçlü ve en akıllı darbedir.” yorumunu yapmıştır.

Arjantin’in La Nacion gazetesi ise, 18 Eylül 1922’de, “Türklerin zaferi sadece Yunanlıların değil aynı zamanda Asya ve Afrika halklarının gözünde tüm Avrupa medeniyetinin yenilgisidir.” yorumuna yer vermiştir.

İşte emperyalizm kıskacındaki Latin Amerika ülkelerinin Türk Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’ü anlamaya çalıştıkları o günlerde, Perulu yazar Mariategui, “Türk Devrimi ve İslam” adlı makalesinde, Türk devriminin ve Atatürk’ün “ezilen ülkeler” için  adeta bir “kurtuluş reçetesi” olduğunu belirtmiştir.

Atatürk devrimini “mükemmel bir örnek” diye tanımlayan Maritegui, İtalyan Musolini ve Latin Amerika diktatörlerine karşı Atatürk’ü “ilerici lider tipi” olarak adlandırmıştır.

Mariategui, özellikle Kemalist Devrim’in “hızı” üzerinde durmuştur. Şu cümleler ona aittir:

Türkiye şimdiye kadar görülmemiş, muazzam dönüşümlere sahne oluyor. Beş yıl gibi bir sürede ülke, kurumlarını, izleyeceği yolları ve düşünce tarzını radikal bir biçimde değiştirdi.

Mariategui, ayrıca, Türkiye’nin beş yıl içinde çağdaş bir toplum haline geldiğini, ulusal birliğe kavuştuğunu ve Batı medeniyetiyle bütünleştiğini anlatmıştır. Üstelik bunun, yabancıların baskısıyla değil, kendiliğinden, içten gelen bir dürtüyle gerçekleştiğini belirtmiştir.

Mariategui’ya göre, Türk Devrimi’nin başarısının altında Türk Kurtuluş Savaşı ve Kemalist Devrim’în kararlılığı yatmaktadır.

Mariategui, Türk Kurtuluş Savaşı’nı “Davut’un Golyat’a karşı kazandığı zafere” benzetmiştir. Yenik ve parçalanmış “hasta adam” yeniden ayağa kalkmış ve dönemin en büyük emperyalistlerine karşı meydan okumuştu. Böylece insanlık tarihinde Japonya’dan sonra (1905-Rus-Japon Savaşı) bir başka ezilen, “barbar” olarak adlandırılan bir halk, Avrupalı güçlere dur demişti.

Ona göre, Türklerin bu zaferi Latin Amerika ülkeleri için de çok önemliydi.

Mariategui, 1924 yılında genç cumhuriyetin düşmanının “emperyalist Avrupa” olduğunu da belirtmişti: Hilafetin kaldırılmasını “Türkiye’deki en önemli kurumun yok olması” diye adlandıran İngiliz The Times gazetesinin başlığına gülümseyerek, “Doğu’nun gerçek düşmanı Batı’dır. Çünkü Batı, Doğu’nun Batılılaşmasını, kendi ideolojisinin ve kendi kurumlarının Doğu’da yayılmasını istemiyor” demiştir.

İşte, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan, Türk Devrimi’nden ve Atatürk’ten çok fazla etkilenen ve Atatürk’ü “emperyalizme baş eğdiren Doğu’nun kahramanı” olarak gören bu Mariategui, devrimci Che’yi en fazla etkileyen yazardır. Özetle, Che’nin “akıl hocası” Maritegui, bir Atatürk hayranıdır. Che’nin Türk Kurtuluş Savaşı’ndan ve Atatürk’ten etkilenmesini sağlayan da o dur.

Che’nin akıl hocası Mariategui’nin “bir Atatürk hayranı” olması ve Che’nin çantasından çıkan “Nutuk” ve “Kuvayı Milliye Destanı”, Arjantinli devrimci Che Guevera’nın “özgürlük”, “bağımsızlık” ve “devrim” mücadelesinde, ilk antiemperyalist zaferin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ten ve onun önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı’ndan etkilendiğini kanıtlamaktadır.





1997’de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Castro, yaptığı konuşmada:“Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk.... Bu kadar büyük bir devrim yaptım, ama Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım... Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın.” demiştir.

Fidel Castro’nun 70. Yaş günü anısına düzenlenen, Uluslararası Edebiyat Yarışması‘nda ödül almak üzere Küba’ya giden ve 12 Aralık 1996’de Castro ile ödül töreni sonrası görüşme imkanı bulan Dursun Özden “...Türkiye’de solcu, ilerici ve devrimci gençler; Che Guevara ve Fidel Castro’ya tapıyorlar, sizleri tek ve mutlak önder olarak kabul ediyorlar. Sizin şarkılarınızı, marşlarınızı ve kitaplarınızı dillerinden ve ellerinden düşürmüyorlar...” diyerek sürdürdüğü sorusunu tamamlamadan; Castro kibarca Dursun Özden’in sözünü keserek şunları söylemiştir: 

Övgün için teşekkür ederim. Atatürk’ün ülkesinden genç bir Türk Şairi Dursun Özden’i konuk etmekten çok mutluyum. Ama söyledikleriniz yanlış... Devrimci Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar... Atatürk, 1919’da Anadolu’dan düşmanları kovmak için Bandırma Gemisi’yle Samsun’a çıktı. Ve anti-emperyalist bir savaş verdi ve zafere erişti. Biz, Atatürk’ün bu devrimci savaşından etkilendik-esinlendik ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Granma Gemisi’yle Havana’ya çıktık. Ülkemizden emperyalistleri ve işbirlikçisi Faşist Batista rejimini yıkmak için. Biz de zafere eriştik. Bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır Devrimci Kemal Atatürk... Sağdan sola doğru yazılan Arap harfli ALFABE’yi bırakıp, soldan sağa doğru yazılan Latin harfli ABECE’ye geçilen Harf Devrimi başta olmak üzere, bir dizi Çağdaş ve Aydınlanmacı Cumhuriyet Devrimlerini bu kadar kısa sürede biz asla başaramazdık. Atatürk sosyalist olsa da aynı şeyleri yapardı. Kendinize başka esin kaynağı aramayın... Büyük bir deha ve komutan olan Kemal Atatürk’ün kıymetini bilin ve kendinize başka önder, yol ve yordam aramayınız...” demiş. “1995 yılında Habitat 2 Toplantısı nedeniyle görme fırsatı bulduğum; bir dünya cenneti olan uygarlıklar harikası, güzel ve büyüleyici İstanbul’u çok özlüyorum...” diyerek sözlerini bitirmiştir.

Castro, Küba’nın en önemli parklarından birine de Atatürk büstü koymuştur. Küba’nın başkenti Havana Linea Caddesi 13/K parkında bulunan Atatürk büstü, 26 Temmuz 2007’de Havana Karnavalı sırasında Avrupa ülkelerinden gelen “Kürt kökenli” gençler tarafından parçalanarak yerinden sökülmüştür.

Havana’daki Türkiye Büyükelçisi Şanıvar Kızılderi, yeni büstün Habana Vieja’da bir meydana dikileceğini söylemiştir.

 



Mao, 1935’teki ‘Uzun Yürüyüş ’öncesinde Şangay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye:: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm.” diye seslenmiştir.

Ve 1948’den bugüne, 1,5 milyar nüfuslu Çin Halk Cumhuriyeti’nin okullarında 8 ve 9. sınıflarda okutulan “Yakınçağ Tarihi” ders kitaplarının kapağında bir Atatürk resmi yer almaktadır ve içinde Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri anlatılmaktadır.

Çin, Atatürk’ü ve devrimleri gençlerine öğretirken, KKTC’de Annan Planı gereği, “Yakınçağ Tarihi” ders kitaplarından, “Atatürk ve Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı” bölümleri çıkarılıp yerine, Kuzey Kıbrıs’ta bulunan kilise ve manastırların tarihçeleri ve resimleri konulmuştur.

AB’nin, Türkiye’deki “İnkılap Tarihi” derslerinden ve Atatürk’ten rahatsız olduğu herkesin malumudur.





Bugün, Venezuella'nın antiemperyalist lideri Hugo Chavez, Venezuella'da "Atatürk'ün Sosyal Fabrika Projesi'ni" uygulamaya koymuştur. Gazeteci Yazar Banu Avar, Venezuella gezisinde “Atatürk modeli fabrikalarla” karşılaştığında çok şaşırmıştır.

Chavez’in Yeni Anayasa’sında, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 ve 1961 anayasalarından alınan 65 madde yer almaktadır.

Ve bugün bir Norveçli, içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya geldiğinde, Norveç diline yerleşmiş olan "Atatürk gibi düşünmek" deyimini anımsamaktadır.





Halkla birlikte bir Kurtuluş Savaşı yürütmesi, Halk ordusuyla emperyalizmi dize getirmesi,

Bir ölüm kalım savaşında "ille de meclis" diyerek halkın temsilcilerinden oluşan TBMM'yi açması,

I. TBMM'de "Halkçılık Programını" kabul etmesi,

Halkı "koyun sürüsü" olarak gören "saltanat sistemini" yıkıp, Cumhuriyeti ilan ederek, "egemenliği kayıtsız şartsız halka vermesi".

Halkı, yaşadığı çağdan koparıp Ortaçağ’a bağlayan geri kalmış kurumlara son vermesi, "akıl ve bilimin" önünü açarak çağdaş uygarlığı hedef göstermesi,

Fakir bir halkı en çabuk biçimde kalkındıracak bir ekonomik program yürütmesi,

Ezilen kadına, yeniden "kadınlık onurunu" kazandırması,

Ve HALKÇILIK ilkesiyle Devletin temeline "halkı, halkın refah ve mutluluğunu" yerleştirmesi;

Atatürk’ü Türk tarihindeki en büyük sosyalist olarak adlandırmamıza yeter de artar bile... Ama O, klasik bir SOSYALİST değildi, o bütün ideolojilerden olduğu gibi Sosyalizm’den de beslenmiş ve kendi ideolojisi olan KEMALİZM içine “Türk sosyalizmi” olarak adlandırılabilecek HALKÇILIK ilkesini yerleştirmişti....

Bugün, “Halkın iktidarını kuracağız” diyenlerin “kimden” ilham almaları gerektiği sanırım anlaşılmıştır!...





Her şeyi bir kenara bırakın, sadece CHE'nin çantasından çıkan NUTUK bile, yakın zamanların gelmiş geçmiş en büyük "özgürlük savaşçısı" ve "devrimcinin" ATATÜRK olduğunun en açık kanıtı değil midir?

Özetle, bir Türk olarak ben, Arjantinli CHE'yi, Kübalı CASTRO'yu, Çinli MAO'yu, Hintli GANDİ’yi değil, bütün bu isimlerin ilham kaynağı olan "gelmiş geçmiş en büyük özgürlük savaşçısı" ATATÜRK'Ü kalbimde ve yakamda taşırım...

Atatürk’ün kurduğu partinin liderine de tavsiyem, kendisini Gandi’yle veya Çhe’yle değil, Che’nin ve Gandi’nin bile “ilham kaynağı” olan Atatürk’le özdeşleştirmesidir.

Castro’nun, Dursun Özden’e dediği gibi, “Devrimci Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar...”

Tatlı su solcularına (kendi ülkesinin gerçeklerine yabancı, tarihinden habersiz, bağımsızlığın kıymetinin farkında olmayan solculara) ithaf olunur!...



Sinan Meydan











"Cumhuriyetimiz 'gericilik' ve 'bölücülük' kıskacında... "
Sinan Meydan
Yalanlara, Çarpıtmalara, İftiralara
Pan Zehir
Gerçeğe Çağrı


"Parti, tüm kayıtları da üyelerinin zihinlerini de tam bir denetim altında tuttuğuna göre geçmiş de parti nasıl olmasını istiyorsa öyle olacaktır."
Goerge Orwell, 1984






13 Mayıs 2016 Cuma

Soma Maden Ocakları Tarihinde Atatürk ve "Devlet Madenciliği"








Atatürk döneminde Soma Kömür Madeni’ninde yapılan yenilikler haberi. 
Cumhuriyet, 05.07.1937




Soma’daki kömürün türü; linyit... İngilizler buna (Brown Coal) “kahverengi kömür” de diyorlar. Avrupa’da ilk kez 1850’lerde Almanya’da yakıt olarak kullanılan linyit kömürü, Anadolu’da ilk kez 1863-1864’te Soma’da bulunmuş ve 1865’te “The Popular Science Review” dergisi İzmir-Aydın Demiryolu dolayında büyük linyit kömürü yatakları bulunduğunu dünyaya duyurmuştu.


Osmanlı Devleti, 1860’lı yıllarda Soma’da bulunan linyit madeninin işletme ayrıcalığını 1914’de dek yerli, yabancı bir çok girişimciye verdi. Alman Musevilerinden Yerbilimci Prof. Alfred Israel Philippson, 1900 yılında Soma’nın Tırhala köyünde bulunan linyiti incelemişti. Fransız “Regei Generale Company”nin 1890’ larda yapımına başladığı İzmir-Manisa, Manisa-Bandırma demiryolu hattı 1912’de Soma’ya uzandığında, Almanya’nın gözü çoktan Soma ve Tırhala linyitlerine dikilmiş durumdaydı.


Osmanlı Devleti, Soma maden ocağının işletme ayrıcalığını 1913’te Ahmet Ragıb ve Cineris Bey ortaklığına; Soma’nın Tırhala köyünde bulunan linyit madenini işletme ayrılığını da 1914’te 99 yıllığına Osman Efendi ve ortaklarına vermişti. Ancak, I. Dünya Savaşı patlayıp, Osmanlı İmparatorluğu, Kasım 1914’te resmen Almanya’nın yanında savaşa girince; Alman subaylar, Anadolu’da, Alman Genelkurmayı’na bağlı “Harp Kömür Merkezi” kuracaklar ve bütün kömür madeni ocaklarımız, Alman subaylarının buyruğu altına girecekti.


Bu bağlamda, askerlerimiz, Alman subaylarının buyruğu altında, Soma madeninde çalıştırılmış; çıkartılan linyit kömürü, cepheye asker, silah ve cephane taşıyan trenlerde yakıt olarak kullanılmıştı. Savaş yenilgiyle sonuçlanıp Almanlar ülkemizi terkedince; bu kez de galip devletler, “İtilaf Devletleri Kömür Merkezi” kurdular. 1914-1918 arası Alman Genelkurmayı’nca işletilen madenlerimiz, 1918-1922 arası galip devletlerin eline geçti.


Zonguldak kömürleri gibi pek çok madenimizle birlikte Soma kömür madeni de Mondros Bırakışması uyarınca işgalci Fransızlar’a devredildi. Daha sonra, İzmir ve Ege bölgesi, Mayıs 1919’dan başlayarak Yunan ordularınca işgal edilince; Soma madeni de Yunan egemenliği altına girecek ve burada çıkartılan linyit kömürü, 1922’ye dek İzmir’e asker ve cephane taşımayı sürdüren işgalcilerin gemilerinde yakıt olarak kullanılacaktı.


9 Eylül 1922’de Yunan Ordusu denize döküldükten sonradır ki, Soma maden ocakları, Türkiye’nin ulusal varlığına dönüşerek 1 Haziran 1923’te İktisat Bakanlığı’na devredildi. İktisat Bakanlığı, Soma madeninin işletme hakkını, 1926’da 70 yıl süreyle Faik Sabri-Nuri Aziz ortaklığına verecek; ancak onlar devletin aradığı koşulları yerine getirememiş olmalı ki, işletme, 1 Kasım 1929’da, Yunus Nadi Bey’e devredilecekti. Yunus Nadi Bey, 1933’te Soma madeninde çalışan işçilere, aileleriyle birlikte oturacakları evler verecek ve evlerinde yakacakları kömürü de ücretsiz olarak madenden karşılayacaktı.


1935’te, Atatürk, maden ocaklarında üretimin en ileri teknikle gerçekleştirilmesi ve işçilerin daha güvenli ve daha sağlıklı koşullarda çalışabilmelerini sağlamak amacıyla; bütün maden işletmelerinin devletleştirilmesine karar vermiş; ve bunu gerçekleştirmek üzere, 1935’te Etibank’ı kurmuştu.


Atatürk, 1937 yılı TBMM açılış konuşmasında “Türkiye’de devlet madenciliği, milli kalkınma hareketiyle yakından alakalı, mühim mevzulardan biridir... Elde bulunan madenlerin en mühimleri için üç yıllık bir plan yapılmalıdır.” diyecek; ve aynı yıl, bütün maden işletmelerinde olduğu gibi, Soma maden ocağında da devrim niteliğinde yenilikler yapılacaktı.


1937 yılında yapılan bu yeniliklerden sonra, Soma maden işletmesi, 1 Kasım 1939’da Etibank’a devredilerek devletleştirildi. Devletçe işletildiği yıllar boyunca Soma madeninde ölümle sonuçlanan kaza sayısı çok azdı. Örneğin, 29 Mayıs 1949’da Soma madeninde yangın çıkmış, iki işçi ölmüş, bir işçi yaralanmış; ve aynı gün, maden silosundan bir kamyon kaza yapmış; şöför ölmüş, muavini yaralanmıştı; kitlesel ölüm yoktu...


Atatürk’ün 1937 konuşmasında dünyaya duyurduğu “Devlet Madenciliği”nin başarısı; üzerinden on yıl bile geçmeden İngiltere’de örnek alınacak; İngiliz İşçi Partisi’nin “İngiltere’deki bütün kömür ocaklarının ve kömür işletmelerinin devletleştirilmesi” konulu yasa tasarısı, 31.01.1946 günü Avam Kamarası’nda oylanacak, onaylanacak ve İngiltere’de kömür madeni işletmelerinin tümü -tıpkı on yıl önce Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı gibi- devletleştirilecekti.


İngiltere’de, kömür ocaklarının devletçe işletilmeye başlatılmasından sonra; kömür madenlerinde ölümlü kazalar yok denecek ölçüde azalacaktı...


Uzun sözün kısası: İşte 1930’lu yıllar; Atatürk, Etibank; maden emekçilerimize verilen önem ve değer... İşte Atatürk’- ün unutulan sözü: “Beni Unutmayınız...” İşte 13 Mayıs 2014; yüreğimizi dağlayan Soma Maden Faciası; resmi açıklamalara göre 301 can... Ve işte Karl Jaspers’in unutulmaz sözü: “Unutmak, ihanettir...” 



Cengiz Özakıncı
Bütün Dünya,2014


1375 tarihinden itibaren dünyada kaydı tutulan maden kazalarından sadece 23’ündeki ölüm sayısı Soma’ dakinden fazladır. Yani Soma 650 yıldan beri dünyada yaşanmış en büyük 24. maden
faciasıdır. Son 50 yılda dünyada 300’den fazla madencinin hayatını kaybettiği kaza sayısı 6’dır. Almanya’daki son büyük maden kazası
1962 yılında olmuş ve 299 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kazaların da büyük çoğunluğu yangından kömür madenlerdeki gaz patlamaları sonucunda gerçekleşmiştir..

Maden kazalarının sıklıkla görüldüğü Çin’de, Hükümet 2005 yılında madenlerde can güvenliğini iyileştirme önlemleri için 360 milyon dolar harcamış ve sadece Changun kömür madeninde 16 yaşam odasıyla 7 yer altı sığınağı inşa edilmiştir.

2010 yılında Şili’de meydana gelen maden kazasında yaşam odasına sığınan 33 madenci yerin 700 metre altında 69 gün kaldıktan sonra çeşitli ülkelerin teknik yardımlarından da yararlanılarak sağ olarak kurtarılmıştır.

Günümüzde madencileri uzun süre ve etkili biçimde koruyacak gaz maskeleri üretilmiştir. Bu maskeleri internetten bile satın almak mümkündür. Yeter ki, madencilerimizin can güvenliğine yeterince önem verilsin ve maske başına yaklaşık 250 dolarlık bir ödeme yapılabilsin.










Kaçış-Yaşam Odası fiyatı : 
250.000 $ 40 kişilik
Spin Tower Ağa daireleri :
155 m2 : 1.350.000 $
380 m2 : 3.880.000 $
(2014'teki fiyatları) 
Hesabını siz yapın artık! 



O rezidansta asansörün düştüğünü düşünün. 10 rezidans sakininin öldüğünü, kopacak kıyameti.. 
İşte yoksulluk o kop(a)mayan kıyamet.







Kader diyenleri indir maden ocağına, sonra da girişi patlat, soran olursa "kader" de!