Translate

25 Ağustos 2015 Salı

Tarih boyunca Türkler ve Anadolu









Tarih boyunca çok farklı ve geniş bir coğrafyaya yayılmış ve gittiği her yerde imparatorluklar, devletler kurmuş olan Türk milletinin Anadolu’ya kesin olarak yerleşmesiyle Batılıların oklarına hedef olması tarihsel bir olgudur. Tarih bilgisi açısından yüzeysel bilgi sahibi olanlar ile art niyetli Batılılar, Anadolu'nun Türkleşmesini 1071 Malazgirt Savaşı'yla başlatırlar. Ne var ki Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi çok öncelere dayanır. İskitler, M.Ö. 680 yılından itibaren ve Milattan sonraki yıllarda da çok çeşitli Türk boy ve toplulukları Anadolu’ya gelmişlerdir.

Bu noktada tarihçilerin iddia ettikleri ve araştırılması gereken bir husus İskitlerin gelişinden çok önceki yıllarda Mezopotamya’da kurulan uygarlıkların temelinin de Türk soylular tarafından atıldığıdır. Yine Milattan önce Anadolu’daki Truvalıların ve Güney Avrupa’daki de Etrüsklerin Türk soylu oldukları son yıllarda sıklıkla savunulmaktadır.

Bu bağlamda Milattan sonraki yıllarda Anadolu’ya yerleşenler arasında Hun Türklerini de özellikle belirtmek gerekir. Çünkü, Büyük Hun İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Batıya göç eden Hunların bir kolu 395 tarihinde Erzurum üzerinden Anadolu'ya gelmiş, 451 yılında onları Akhunlar izlemişlerdir. Büyük bir göç dalgası da 466'da gerçekleşmiş, Avrupa Hunları'na bağlı Ağaçeri Türk boyları Anadolu'ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Anadolu'ya doğru diğer iki önemli Türk göçü 558 ve 575 tarihlerine rastlamaktadır. Güney Kafkasya'da Hazar İmparatorluğu'nun temelini oluşturan Sabar Türk toplulukları bu sürede yoğun bir şekilde Anadolu'ya gelmişlerdir. 

Bulgar Türkleri, Avar Türk boyları, Uz-Peçenek Türkleri ve Kuman-Kıpçak Türk boyları da Anadolu'ya yoğun olarak gelen ve yerleşen Türk boyları arasında bulunmaktadır. Bu boylar arasında özellikle Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen Bulgar Türkleri ile Kafkaslardan gelerek yerleşen Kuman-Kıpçak Türkleri; Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde çok önemli bir yere sahiptirler. Bütün bu göçler nedeniyle Sultan Alpaslan Malazgirt savaşı ertesi Anadolu’yu ele geçirince bu coğrafyada yerleşmiş Türklerle dolu bir yurt bulmuş ve Selçuklu İmparatorluğunu buraya taşıyarak Türklüğü kalıcı kılmıştır. 

Ne var ki dünyada en çok devlet kuran milletin Türkler olduğunu bilen Batılılar bu gelişmeyi hazmedemeyip Türkleri Anadolu’dan kalıcı olarak çıkarmak için Haçlı seferlerini başlatmışlardır. Türk milleti bütün bu saldırıların üstesinden gelmeyi bilmiş ve Anadolu toprakları üzerinde bir çok beyliklerin yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ile bugünkü güçlü, bağımsız, çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.

Özellikle sömürgeciliğin zirveye çıktığı bir dönemde ortaya çıkan ve mazlum milletlere örnek olan bu gelişme ise Batılıları rahatsız etmiş ve üzerimizde geleneksel “parçala-böl- yönet” stratejileri uygulanmaya konulmuştur. 1800’lü yılların ortalarında yürürlüğe konulan Şark Meselesi ve bugünkü Büyük Ortadoğu projeleri işte bu amacı taşımaktadır.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ve Ön Asya’da İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmeleriyle Avrupalılar açısından bir kabus dönemi başlamıştır. Tüm Avrupa’da Kilise tarafından yaratılan panikle önce Haçlı Seferleri yapılmış, yenilgiyle biten bu seferlerden sonra süreç içinde ortaya konulan “Şark Meselesi”,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Artık Batı dünyası için İslamiyet ile Türklük aynı anlamı ifade eder olmuş ve nihayetinde Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.

“Şark Meselesi” , özellikle 250 yıldır dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiştir. Hele bölgede ciddi petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması başta Avrupa devletleri, Rusya ve süreç içinde ABD’yi de işin içine sokmuştur. Sömürgeciliğin kurallarını iyi bilen her emperyalist devlet yaratılan “güç dengesi “politikasına uymuş ve “Şark Meselesi”ni kendi çıkarlarına uygun şekilde ele almıştır.

Bu bağlamda “Şark Meselesi”nin geçirdiği süreçleri; Türkleri Anadolu’ya sokmamak, Türkleri Anadolu’da durdurmak, Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek, İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek ve Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak şeklinde yorumlayan tarihçilerin görüşleri önemlidir. Bu çerçevede Balkanlardaki çeşitli etnik gruplar ve Doğu Anadolu’daki Ermeniler özellikle din adına kışkırtılmış, kanlı isyanlar çıkarmalarına destek olunmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne rağmen ve zamanının en büyük emperyalist güçlerine karşı 9. Haçlı Seferi diyebileceğimiz savaşı da vererek Anadolu’da kalmayı başaran Türklere karşı yeniden başlatılan Sevr anlamındaki planlar ise bugün 10. Haçlı seferi anlamında bir girişimi söz konusu etmektedir.

Bu bağlamda emperyalist Batılıların yıllardır bıkmadan ısıtıp ısıtıp önümüze sürdükleri ve el altından veya açıkça destekledikleri "Kürt Sorunu”nun altında bu emel, yani Türkleri Anadolu’dan kalıcı atmak vardır. Bu çizgide sözde müttefiklerimiz temel sömürgeci mantığı ile “parçala-böl-yönet” stratejisini uygulamaya koymuşlar ve Anadolu’daki Türk boylarını bile ayrı bir etnik gurup şeklinde ortaya sürerek bölünmeyi, bölücülüğü açıkça desteklemişlerdir.

Özellikle ABD’li stratejistlerce yıllardır planlandığı bilinen ve Sovyetler Birliğinin parçalanması başarıldıktan sonra sahneye açıkça konan Büyük Ortadoğu Projesi bizi de öncelikle ele aldığından çok önemlidir.

Söz konusu Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili en çarpıcı açıklama ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice tarafından 2003 yılında yapılmıştır. Rice bu açıklamasında Ortadoğu’nun dönüştürülüp, Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu vurgulamıştır.

Bu bağlamda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile şu beş hedefe ulaşmak istediğini söyleyebiliriz:

1- ABD bu proje ile kendisine ve İsrail’e rakip olabilecek muhtemel güçlerin oluşmasını engellemek istemek,

2- ABD bu proje ile rakipsiz askeri gücünün olanaklarını kullanarak petrol zengini Ortadoğu bölgesini kontrolü amaçlamak,

3- Amerika bu proje ile Ortadoğu bölgesinde bulunan petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde denetimini sağlamak istemek,

4- Kendisine rakip veya rakip olabilecek Avrupa Birliği, Çin ve Japonya’yı bu kaynaklardan uzak tutmak istemek, ve

5- Onlara göre var olan ve temeli Afganistan’da kendileri tarafından Mücahiddinlerin kurulmasıyla atılan köktendinci terör diye adlandırılan görünüşteki terörü önlemek.

İşte son bir yıl içinde Arap ülkelerinde demokrasi adına başlatılan halk ayaklanmaları ve Türkiye’deki bölücü terörün artan şekilde azıtması ve giderek siyasallaşması bu planının parçasıdır. Ne var ki Türk milleti tarihte, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan coğrafyada, çok güçsüz olduğu zamanlarda bile üzerinde oynanan oyunların üstesinden muzafferiyetle gelmesini bilmiştir. Bunu bilmeyen, bilmek istemeyen sözde müttefiklerimizin almaları gereken dersin sayfaları da tarih kitaplarında açıkça resmedilmiştir........


Ali KÜLEBİ , 2011
ART Dış Politika Direktörü











TÜRK ÜLKÜSÜ – TÜRK KİMLİĞİ



Türklüğün yazılı tarihinden bu yana atalarımızca, bağımsızlık, egemenlik ve adalet çizgisinde yönetilen Türk milleti ve bağlı topluluklar, bundan rahatsız olan düşmanlarımız ve onların içteki destekçilerinden fırsat bulduğu sürelerde yönetimi altındaki insanlara refah, mutluluk, güvence ve huzurlu bir hayat sağlamıştır. Ne var ki, toplumları yönetmedeki özel yetenek ve büyük devletler kurmadaki başarımız çoğu kez karşımızdaki güçlerce bir tehdit olarak algılanmış ve süreç içerisinde, maalesef içerimizdeki, Türklük duygusu zayıflayan, bu zayıflamanın hedeflerinin kanlarındaki değişime bağlanması gereken yöneticiler, bilinçli veya bilinçsiz şekilde Türklüğün bu kutsal görevini yerine getir(e)memişlerdir. Bu süreç içinde Türklüğün varlığı kimi zaman tehlikeye de girmiş ve ancak, yine de her seferinde, son keresinde Gazi Mustafa Kemal örneğinde olduğu üzere kurtarıcılar çıkagelmiştir. Tarih ve millet şuuruna haiz olan biz Türkler, en zor koşullarda olsak bile, en güçlü ülkelerin hepsi birden bir tehdit olarak üzerimize çullansa bile bunun üstesinden gelecek devlet adamlarını çıkarabilecek bir manevi mirasa sahibiz. Bu miras genetiktir. Türkler hiçbir zaman köle olmamıştır ve asla olmayacaktır. Kendini köle durumuna düşürmek isteyenlere de her zaman şamar vuracaktır.

Ancak Türk milletinin sahip olduğu bağımsızlık, yönetmek ve kurtarıcı olma hasletleri bugün maalesef içeriden, sol ve sağ beynelmilelciler ve mandacı-sözde-aydınlar tarafından tehdit edilmektedir.

Atatürk’ün büyük bir şahlanışla kazandığı ve gelecek kuşaklara emanet ettiği cumhuriyetimizi ve bağımsızlığımızı hala “koruma” aşamasındayız. Bu korumayı somut olarak yabancı emellerine karşı koyarak gerçekleştirirken, ayrıca bu sağ ve sol beynelmilelcilerden, yani Türklüğü bir kenara iterek “ümmet” ve “İkinci Cumhuriyet” söylemleriyle ortaya çıkan, çoğunluğu da mandacı aydın veya kendini aydın zannedenlerle de uğraşmak durumundayız. 

Bugünkü görünüm, ihmal edilmeyecek kadar çok önemli noktaya gelmiş tehditlere karşı ülkesini seven bütün vatanseverlerce alabildiğine uğraşılması gereğini ortaya koyuyor. Hâlbuki asırlardır büyük imparatorluklar kurmuş olan Türk Milleti’nin artık, şu anda bulunduğu bağımsızlığını koruma aşamasından çoktan çıkmış, ikinci aşamayı, yani Türk Birliği’ni tesis etmiş olması gerekiyordu. Daha açık bir ifade ile bütün dünyadaki tüm Türklerin, yabancı egemenliği altından kurtarılıp tek bir bayrak altında toplanması sağlanmalıydı. Veya şu anda, 1990’dan sonra bu şansı yakalamış olan Türk Devletleri’nin, en azından bir ekonomik birlik haline getirilmesi sağlanmalıydı. Bunu sağlamanın yollarının siyasi ve askeri faaliyetler ve uğraşlarla olacağı açıktır. 

Türklük düşmanı, Türklüğü tehdit ve rakip olarak gören Batılı emperyalist ülkelerin veya ümmetçi çizgideki İslam ülkelerinin içerideki yandaşlarının Türklüğün ufkunun genişlemesini engelledikleri açıktır. Halbuki büyük devlet konumuna gelmiş Türk yönetimleri çevresindeki, yönetilmek üzere yaratılmış milletlere tarih boyunca hep insanca, istikrarlı ve adil bir yaşam sağlamıştır. Çünkü Türklüğün en büyük özelliği disiplinli, adil yönetim uygulayıcı, hoşgörülü, asker bir millet olmasıdır.

Bu günlerde 70 milyonun üzerine çıkmış Anadolu Türklüğü’nün, 300 milyonluk bir Türk Dünyası’na yol gösterici, birleştirici bir çimento ol(a)maması için, içimizdeki hayalci Batı muhibi, Arap muhibi, AB yanlısı, ABD ve Siyonist yanlılarının maddi, manevi, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gösterdikleri çabalar Türklüğü zayıflatmak içindir. Günümüzde söz konusu çabalar/oyunlar adı geçen “hainler” tarafından Türkiye’de bir Kürt milliyetçiliği yaratmak şeklinde hayata geçirilmektedir. Böylece, Türkçülük de bu konuda ciddi bir refleks ile yanıt verme konumuna getirilmiştir. Başka bir deyişle milletin sabrı zorlanmaktadır.

Kökünü Türk Milletinin tarih şuurundan, Türklük ülküsünden, tarihsel mirasından ve bağımsızlık hasletlerinden alan Türkçülük, bugüne kadar kendini, içindeki % 6 kadarlık bir kesim rahatsız olabilecek, gücenecek diye sınırlamış ise de, bundan sonra bu sınırlama durumunda olmayabilecektir ve olmamalıdır da. Böyle bir sınırlama olgusu bizi bu % 6’nın manevi zorbalığı altına sokar. Esasen bizim başarılarımızın, Türklüğün parlak geleceğinin önüne set çekilmesini arzulayanların da amacı budur.

Artık, üzerimizde son günlerde, özellikle Güneydoğu’da, Şemdinli’de oynananlara ve diğer oyunlara karşı kesin tavır koyma ve mütevazı, sessiz, savunma psikolojisi arz eden durumdan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Artık, barış ve dostluk türküleriyle uyutulup afyonlanmaktan, kurtulmalıyız. Komşularımız Yunanistan ve Ermenistan, çocuklarına anaokullarından itibaren düşmanlığını aşılarken, bütün komşularımızın topraklarımızda gözü varken, AB ve ABD’nin geleceğe dönük projeleri bize Sevr sınırlarını bile çok görürken, hala savunma Türk psikolojisinde bulunmak akılsızlıktır.

Bizler, siyasilerin kişisel veya ideolojik çıkarları uğruna Türk Milleti’nin birliğine kast edebilecek davranışlarına ve bizleri pasifize etmelerine ses çıkarmazsak, tarihi mirasımıza yüz çevirirsek, Türklük Ülküsü’nün emrettiği yoldan dönersek, bu kadar şeceresi belli olmayan hainin bulunduğu ortamda yok olmamız bile söz konusu olabilecektir.

Hal böyleyken son günlerde karşımıza çıkarılmış olan ve milli bütünlüğümüzü tehdit eder boyutlara getirilmek istenen “kimlik” söylemi konusu da bu vesileyle üzerinde önemle durulması gereken bir husus.

Tarih boyunca Türk Devletleri ile sürekli uğraşan Ruslar’ın bir generali diyor ki, ‘”Bir milleti en kolay yıkmanın yolu tarihini çökertmektir. Bunu, değişik parçaların bir araya gelmesiyle oluşan mozaik haline getirirseniz dağılması da kolay olur”.  

Eski Sovyet casusluk örgütü KGB tarafından vaktiyle mozaik toplum söylemi de bu şekilde bir yaklaşımla, Türkiye üzerinde oynanacak oyunun bir parçası olarak kullanılmıştır. Şimdi de emperyalist Batı tarafından ulusları parçalamak için yaratılmış yeni ve benzeri bir stratejinin parçası olduğuna inandığımız ve bu çerçevede özellikle Türklüğün bütünlüğüne zarar vermeyi amaçlayan bu tür söylemlere şiddetle karşı çıkmak, atalarımızın dökülen kanları pahasına bize miras olarak intikal eden vatanımızın bütünlüğünün bir gereğidir.

Bu bağlamda özellikle hatırlanması gereken husus da, Türklüğün Anadolu’ya adım atmasından sonra, çoğu üzerimize yönelmiş olan sekiz Haçlı seferinin gerçekleşmiş olmasıdır. Atalarımız bunları her seferinde def etmeyi başarmış ve  üzerimize gelenleri Avrupa’nın içlerine kadar gerisin geriye kovalamıştı. Sonradan yüce Türk milleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra maruz kaldığımız 9. Haçlı seferini de büyük Atatürk’ün önderliğinde püskürttü. Ne var ki bugün geçmişteki yöneticilerimizin de gafletleri nedeniyle ülkemiz adeta bir çeşit 10. Haçlı seferiyle üzerimizde emelleri olanlarca kuşatılmış durumda.

Geçmişte Türklüğü Anadolu’dan çıkarma amaçlarına ulaşamayan yabancı güçler bugün çeşitli vasıtalarla bizi Sevr sınırlarına geri getirmek ve Anadolu’dan tamamen çıkartmak istiyorlar. Bunu sağlamak için de içerdeki işbirlikçilerle, mandacı aydınlarla beraber yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Özellikle AB’yi ve AB kriterlerini bahane ederek her konuda üzerimize gelirken, strateji olarak her seferinde karşımıza yeni talep ve konularla çıkıyorlar. Bu kâh sözde Ermeni soykırımı ve kâh ekümenlik, Heybeliada, Ege konuları oluyor.

Bu yabancı güçler hiç şüphe edilmesin ki yarın da başka konularla, milli bütünlüğümüze kast eder şekilde karşımıza dikilecekler. Bu bağlamda işte son ve çok can sıkıcı bir şekilde sahneye konan ve cumhuriyetimizin temellerini hedefleyen yeni bir senaryo da, “Türk kimliğinin” dile getirilmesi ve sözde mozaik bir toplum zorlamasıyla ulusal birliğimiz ve üniter bütünlüğümüzün tehdit edilmesi olarak ortaya çıkmakta. Bunla bağlantılı olarak, yeni dünya düzeni tartışmaları ve bunun mucitlerinin yanı sıra Sevr emelleri ile yanıp tutuşan tarihi düşmanlarımızın da özel gayretleriyle, Türkiye maalesef akıl almaz bir şekilde etnik tartışmaya sürüklenmek istenmektedir.

Hâlbuki Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında ve sonrasında yüce Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylemi doğrultusunda ülkemizdeki bütün etnik yapı ve kültürler, beraberce yaşayabiliyor ve barışın gölgesinde çağdaş uygarlık yolunun nimetlerinden faydalanıyorlardı. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin dağılması, ortak düşman olan komünizm tehlikesinin ortadan kalkması, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bugün Türkiye’nin de içinde/hatta merkezinde bulunduğu bölgede etnik ve dinsel çatışmalar belli güç odaklarınca, Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi kışkırtılmaya başlanmıştır.

Coğrafi konumu nedeniyle içinde değişik kökenlilerin de bulunduğu bir nüfus yapısına sahip olan ülkemizin, yeni dönemin güç odaklarınca oluşturulmaya çalışılan yeni düzenden olumsuz etkilenmesi için, bu süreçte özel gayretler gösterilmekte ve kardeşçe yaşayan insanlarımız bu yabancı güç odaklarınca, Birinci Dünya Savaşı sonunda kışkırtılan Ermeniler ile aynı taktik ve desteklerle devletimize karşı gelmeye itilmektedir.  Maalesef belli bir zamandır sistemli bir şekilde yürütülen alt kimlik-üst kimlik tartışmalarıyla da Türkiye’nin etnik yapısı kurcalanmakta ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, toprağı ve milletiyle bir arada tutan değer olan “ulusal birlik ve bütünlük” sarsılmak istenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. Maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür" der. Ancak bugünlerde nedense, Amerika Birleşik Devletleri’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar kendilerini “Amerikalı”,  Almanya Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar kendilerini “Alman” olarak tanımlarken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olanların “Türk” diye tanımlanması bir şekilde rahatsızlık verir olmuştur.  Ve maalesef bu günlerde, kimlik tartışmalarıyla birlikte anayasa değişikliği de tartışılır olmuş ve hatta artık kimi etnik gruplara anayasal vatandaşlık tanınması talepleri üniter bütünlüğümüze kast edenlerce dile getirilmektedir.

Etnik kimlik söylemi, emperyalist Batı’nın ulusları parçalamak için kullandığı sistemin devamı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bunun altında, önce kimlik söylemiyle milli yapıyı zedelemek, sonra anayasal vatandaşlık tanımları geliştirmek, bu arada yerel yönetimleri güçlendirmek ve böylece federatif devlet yapısına geçişi kolaylaştırmak, nihayetinde de etnik kimliklerin yoğunlaştığı bölgelerde küçük devletçikler yaratmak hedefi bulunuyor.

Aynı oyun Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında denenmiş ve büyük ölçüde başarıya ulaşmış ancak yine de geriye Türkiye Cumhuriyeti gibi devasa bir devlet kalmıştı. Şimdi de aynı emperyalist güçler şartların yeniden oluştuğu inancıyla oyuna kaldıkları yerden devam etmeye giriştiler. Türkiye bir yandan Avrupa Birliği, IMF gibi uluslararası kurum ve kuruluşlar ile üstten sıkıştırılırken bir yandan da ülke içerisindeki menfaatçi-işbirlikçilerin katkısıyla etnik ve dini kimlikler yoluyla aşağıdan sıkıştırılmaktadır. Nitekim yıllardır sözü edilen “küreselleşme” yani, “yeni dünya düzeni”nin de ulus devletleri ortadan kaldırmak için bu yöntemi benimsiyor.

İşte üzerimize kara bulutlar gibi çökmek isteyen yabancı güçlere ve onların işbirlikçileri beynelmilel sağ, sol, ikinci cumhuriyetçi, ümmetçi ve özellikle “maydınlara” yani mandacı aydınlara hatırlatılması gereken husus, ülkemizin, yüce Atatürk’ün de ifadesiyle “Türkeli” olduğudur. Bunun dışındaki diğer bütün söylemler, yakıştırma ve iddialar gerici ve bölücü bir yolun işaretidir. Bu söylemlerin sonu ülkemizde federatif bir yapıya yol açabilir ve  milletimizin bekasını, ulusal bütünlüğümüzü tehdit edici unsurlardır. Bu söylemler, Atatürk milliyetçiliğinin tek dil, tek millet anlayışına karşıdır. Bu tür söylemler yüce Atatürk’ün bizlere emanet etmiş olduğu ve tek bir ulus bilinci amaçlayan mirasa da ihanettir.

Ayrıca ve yine bu bağlamda özellikle değinilmesi gereken bir nokta da, Türklüğü kabul edemeyip, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğimizdir” demenin kişisel bir çelişki göstergesi olduğudur. Yine, “Ne Mutlu Türküm Diyene” demek yerine “Ne mutlu Müslüman’ım diyene” demek de ve birbirlerini tamamlayan bu önemli kutsal iki unsuru, siyasi amaçlarına uygun bir şekilde ve milletimizin kutsal duygularını sömürmeyi amaçlayarak, birbirine karşıymış veya alternatifmiş gibi göstermek de kabul edilemez ve maksatlı bir yoldur. 

Çünkü Türk milletinin bir kimlik sorunu yoktur. Türk milletinin dini de kökeni de birbirlerini tamamlayan ayrılmaz kutsal iki unsurdur. Türk milleti laik anlayış çerçevesinde dinini de en az, Müslüman olduğunu iddia eden ve halkını ideolojik anlamda böyle kontrol altına almış olan ülkelerin vatandaşları kadar yaşayabilen bir toplum olmanın huzuruyla yaşamaktadır. Ucuz oy peşinde koşan politikacıların toplumu bu yönde de zaafiyete uğratma çabaları, eğitim düzeyimiz arttıkça başarısız kalacaktır. Bu nedenle çağdaş eğitime karşı giderek artan düşmanlık da üzerinde durulması gereken bir husustur. 

Ancak gözüken odur ki, AB ve Soros örneği  yabancı güçlerin özellikle yerel yönetimlere otonomi verilmesi yolundaki telkin ve baskıları ve yine yabancıların, Mustafa Kemal’in önderliğinde emperyalistleri ülkemizden kovan kahraman ordumuzu pasifize etme çabaları bu tür kimlik söylentileri ile ilişkilendirildiğinde Sevr ve mütareke günlerinin 21. Yüzyılda Türk milleti için yeniden geri getirilmesinin çabaları olarak gözükmektedir. Yine 20. yüzyıl başlarında birçok doğu ülkesini emperyalist çıkarları uğruna kontrolü altına almış olan Batı ülkeleri Türkler ile başa çıkamadıklarından dolayı, Lozan’dan bu yana içlerine sindiremedikleri düşmanlığı ve kuyruk acısını bize çeşitli kimlikleri enjekte etme çabası çerçevesinde suni kimlikler yaratarak, 9. Haçlı Seferi olarak düşündüğümüz Kurtuluş Savaşımız’dan sonra 10. bir Haçlı Seferi ihtirasıyla Türk milletini Anadolu’dan çıkarmak için her çareye başvurmaktadırlar.

Ne var ki yabancı güçlerce özellikle  bilinmesi, göz önüne alınması gereken bir gerçek de, büyük Türkçü ve düşünür Nihal Atsız’ın işaret etmiş olduğu  üzere, Türk milleti’nin, Türk kökeninden gelenlerle, Türk kökeninden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen yüce bir topluluk olduğu hususudur. Türk milleti, şuuraltında veya duygularının gizli yönünde başka bir ırkın şuur ve özleyişini taşımayan kimselerdir.

Birtakım kişilerin kişisel veya ideolojik çıkarları uğruna Türklük ülküsünü pasifize etmelerine, ulusal yapımız ve üniter bütünlüğümüze kast etmelerine karşı tavır almaz ve ses çıkarmazsak Türk milletine ve Atatürk’ün bize emanet ettiği cumhuriyete ihanet etmiş olur ve şeceresi belli olmayan bir sürü hainin bulunduğu ortamda Türk milleti olarak karanlık günlere adım atarız.


Ali Külebi, 2006
diğer makaleleri













- Saldırganlık küresel güçlerin sömürülmesini istedikleri her bölgeye yönelik bir istidat gösterir. Ama jeopolitik konumumuz açısından en büyük tehdit merkezi Türkiye'dir.

- Enerji deposu olan Ortadoğu "BOP" gibi bahanelerle kontrol altına alınmaya çalışılırken bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye'nin bundan etkilenmemesi olanaksız olacaktır.




Alınması gereken önlemler:


Dünyada artarak süregelen hegamon baskılar sonucu ulus devlet bilincinin artacağı veya artması gerektiği gerçeği gün geçtikçe ortaya çıkmaktadır.


Süreç içinde uluslararası ittifakların önem kazanması söz konusu olacaktır.


Türkiye olarak bağımsız kalmak için yeni, güçlü ve gerçekçi ilişkiler kurmak durumundayız. Bu ilişkilerin bizim doğumuzda Türk Avrasya'sı coğrafyasında olduğu gerçeği de ortadadır. Çünkü küresel güçler, din, kültür, ekonomi ve askeri yönden ülkeleri kontrol altına almak istemektedir. Buna ancak bizle beraber olan soydaşlarımızla karşı koyabiliriz.


Kültürde ve dilde ulusal kimliğin korunması üniter bütünlük açısından vazgeçilmezlerimizden olmalıdır.


Bugün emperyalistlerce yapay etnik gruplar yaratılarak üzerimizde bölünme senaryoları üretilen Anadolu ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun bizim açımızdan tarihsel gerçeği de bu nedenlerden dolayı açıktır.


Ne var ki şimdiden hazırlıklı olmamız gereken bir gerçek vardır ki, o da ABD'nin özellikle 2015'den sonra bölgede güç kaybedeceği gerçeğidir ve Türkiye'nin bu geleceğe, belirleyici güç olarak hazırlıklı olması gerekmektedir. 


Bu bağlamda ulusalcı/milliyetçi çizgide, teorik zemine Türkçülüğü oturtarak daha gerçekçi yaklaşımlarla bir politika belirlemek ve bu politikayı hayata geçirmek, uygulamak için daha hızlı hareket etmek kaçınılmazdır. Bu söz konusu vahşet ortamında milletimizin çıkar ve bekasını her ne pahasına olursa olsun garantiye almamız gerekir. Bunun yolu da yabancı tesirleri silkip atmaktan geçer.

dergi için















ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA

Bir gün kara bulutlara konaklamıştı.
Yaylılar gelip geçiyordu güneyden,
 Örtük kara perdeler sallanıyordu.
 Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçen
 Milletin yüreği kan ağlıyordu.
 Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi.
 Bu sefer de millet padişahlara seslendi. 
Ne bulutlar gitti, ne padişahlardan bir haber geldi.
Kemal Paşa derler bir yiğit vardı.
Bu sefer de millet türkülerle Kemal Paşa'ya haber saldı.

Biz yoksul bir milletiz.
 Gözlerimizde solgun ışıklar yanar.
 Nasılsa yenilmişiz bir kere
 Ama uzun sürmez o kadar!

Kemal Paşa, yenilmez yiğit, şanlı komutan!
Savaş girer gibi yetiş bize!
Yetiş bize, çöllerde bile olsan!
İnanç doldur, güç doldur içimize!
Bin kere yurdumuzu kurtaran!
Bir görseydin ağlardın hâlimize!
Kuşun kanadında türküler
Kemal Paşa'nın gönlüne vardı, 
Cevabından önce kendi geldi.

Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Selâm durdu kayığı, çaparı, takası,
Selâm durdu tayfası
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda
Kemal Paşa'nın kollarıydı.
Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadeniz'in hâlini görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardısıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi.
Erzurum'a kadar.
Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa
Atının teri kurumadan
Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde

Bir selâm gibi gitti Erzurum'a,
Bin selâm gibi geldi Sivas'a Erzurum'dan.
Dağlar alçaldı yol vermeğe,
Temizlendi ılkımından karından.
Analar bacılar yola döküldü,
Cephane taşıdı arkasından.
Irmaklar suyundan faydalattı,
Ağaçlar daldasından.
Yer gök inledi bir yol daha
Kurtuluş Savaşı'ndan.


Düşman koymuş meydanları kaçıyordu.

Kattı Kemal Paşa'nın ordusu düşmanı uğruna
Pişman eti anasından doğduğuna.
Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler,
Veryansın etti topçu,
Veryansın etti piyadeler.

Vur ki anam babam, vur ki kardaşım!
 Hayın düşman yurdumuzu almıya!

Kattı Kemal Paşa'nın ordusu sürdü gitti,
Yetiştikçe vurdu düşmana.
Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana
On beş günde İzmir'i dar buldu,
Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu.
Kaçtı gemiler.
Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı,
Ahmetler, Bekirler, Aliler,
Mahmutlar, Kâzımlar, İsmailler
Peşlerinden yettiler,
Diz çöküp Kordonboyu'na
Ta yürekten çekip tetiği
Gemilere yaylım ateş ettiler.
Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.

Sana borçluyuz ta derinden!
Çünkü yurdumuzu sen kurtardın,
Hasta, yorgun düşmüştük,
Yaralarımızı iyice sardın.
Yiğittin, inanç doluydun yapıcıydın,
Sanatkârdın, denizler kadar engin;
Kimsenin görmediğini görürdü
Sevgiyle bakan gözlerin.

Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet
Yüzyıllar boyunca geri kalmış;
Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz
Her yanından yaralar almış.
Dedin ki: Bir güzel savaşmalı
Kurmak için yeniden;
Bilgiyle, inançla, çoşkunlukla
"Övün, çalış, güven!"
Sana borçluyuz ta derinden!
Işığısın bu yurdun.
Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize,
Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun.
Hürriyeti sen yaydın içimize,
Halkçıyız dedin halk içinden,
İnançta hür yetiştirdin bizi,
Borçluyuz sana ta derinden!

Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti,
Bu milleti temiz ellerin.
Sana borçluyuz ta derinden
En büyüğü Mustafa Kemallerin!

Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük
 Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk!


Cahit KÜLEBİ'nin 13 bölümlük bu destanı
Nüvit Kodallı tarafından Atatürk Oratoryosu adı altında bestelenmiştir.