Translate

28 Temmuz 2015 Salı

Kürtçülük ve Kürt Tarihi Yalanları





Kürtleri tarihi ve bir ulus oldukları ile ilgili iddialar temel olarak bir kaç kaynak referans gösterilerek yapılmaktadır. Bunlardan en önemlisi Şeref Han adıyla bilinen Bitlis beyinin "Şerefname" adlı elyazısının orijinali olduğu iddiası ile Rus ordusu için çalışan Fransız oryantalist François B.Charmony tarafından çevrilen ve Saint Petersburg'da basılan kitaptır.


Şerefname'yi Rus subayları sözde İran'daki el yazması eserler içinde bulmuş, Çarın hizmetinde olan Charmony ise şekillendirmiştir. Kitabının pek çok bölümünde Charmony, Kürtleri de bu kitaba dahil etmek için bazı uydurmalar yapmış hatta intihalde bulunmuştur.


Şerefname'yi çevirenler konar-göçer anlamındaki "Ekrad Taifesi" ifadesini "Kürt Ulusu" olarak tahrif etmişlerdir. Kısaca Batı, Ekrad'tan bir Kürt ulusu yaratmaya çalışmıştır. 


Rus ordusu içinde Ermeniler işe ilgili propaganda çalışmaları yapan ve daha sonra Kürt tarihi yazmakla görevlendirilen iki bilim adamı gerçekte ise Rus subayı olan Vladimir Minorsky ve Basili Nikitine tarafından yazılan kitaplar ise 1940 yılından sonra basılmıştır. Şerefname'den sonra en çok ilgi gören kaynaklardır.


Doğu bilimcileri olan Minorsky ve Nikitine, Birinci Dünya Savaşı esnasında Rusların Basra'ya inme hedefleri için Kürtleri ayaklandırmaya çalışıyorlardır.


Siyasi Kürtçülük hareketinin ideolojik bir boyut olarak çıktığı 1898 yılından itibaren "Kürt Tarihi" yaratma gayretleri de görülmeye başlanmıştır. Ancak, tarihte Kürtler ile ilgili en küçük bilimsel bir işaretin olmayışı yukarıda da ifade edildiği gibi V.Minorsky, Basile Nikitine, Mehrdad R.İzady, Cemşid Bender, Bilal Aksoy, Gürdal Aksoy gibi yerli ve yabancı araştırmacıları bir takım teoriler üretmeye sevk etmiştir. Ortada herhangi bir geçerli kaynağa dayanmayan Kürt tarihi kurgusu vardır. Hiçbir Kürdolog henüz Kürtlerin kökenini bilimsel oalrak kanıtlarıyla bulamamış, bu konuda sadece çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Bu nedenle Kürt tarihi çalışmaları bilimsel temelsizlik nedeni ile daha çok Kürtlerin yaşadığı kabul edilen coğrafyalarda yaşayan önceki ırklar ile bağlantı kurma arayışına yönelmiştir.


Sonuç olarak, ortada herhangi bir geçerli kaynağa dayanmayan Kürt tarihi kurgusu vardır...


Tarihte Kürt sözcüğünün geçtiği ilk eser Arap gezgin Mesudi'nin seyahatnamesidir (MS.943). Mesudi ilgili bölümde şunları yazar: "Kürtlere gelince, insanlar onların kökeni konusunda ihtilafa düşmüşlerdir."


Mesudi'den 650 yıl sonra Şerefname'de aynı soy tartışmasına girilecek ancak Kürtlerin soyu bulunamayacaktır. Şerefname'de hiçbir şekilde "Kürdistan" ve "Kürt" kelimeleri geçmez.


Hitit döneminden Türk fethine kadar Kürdistan terimi olmadığı gibi Selçuklu döneminde de Anadolu coğrafyası üzerinde böyle bir tespit ve terim mevcut değildir. İlhanlılar döneminde İran-Irak sınırındaki Cibal denen dağlık bölge Kürdistan olarak anılmakta idi.


Osmanlı döneminde ise Tanzimat sonrası idari değişikliğe kadar 500 yıllık bir evrede resmi kayıtlarda Kürdistan diye anılan bir bölge söz konusu değildir. Osmanlı fermanlarında yer alan Kürdistan ifadesi bir coğrafya olmaktan çok eyalet, sancak, kaza gibi idari birimler içinde yer almış izafi bir terimdir. Bugünkü adlandırma tamamen 19.yüzyılın bir kurgusudur.


Kürdistan, Selçuklu Sultanı Sancar tarafından kullanılmış, bugünkü İran ve Irak bölgesinde bulunan Zağros'ta doğrudan merkeze bağlı bir eyalettir. Bu eyaletin valisi de Türk'tür, Kürt değildir.


Kürdistan terimi yine ekrad'dan türetilmiş, dağda yaşayan, konar-göçer kabilelerin mekanı anlamında kullanılmıştır. Bunun böyle olduğunu Evliya Çelebi'nin seyahat notlarını okurken daha iyi anlamaktayız.


Kürtler için tarih yaratma çabası onlara ayrı bir dil yaratma çabası ile paralel olarak yürümüştür. Tarihsel olarak "Kürt" adı yoktur, yani Kürtçede "Kürt"ün anlamı bulunmamaktadır. Ortadoğu'da kendilerine Kürt adı verilen bir topluluk bulunduğu gerçek ise de, bu insanlar dil bakımından homojen bir durum arz etmemektedir. Kürtçe diye tanımlanabilecek ve tüm Kürtlerin ortak olarak anlayabileceği tek bir dil mevcut olmayıp, dört ana grupta çeşitli lehçeleri kullanmaktadırlar. Kürt tarihi yaratmaya çalışanlar romantik hayal gücü geniş olan bazı tarihçiler ve destan üretenlerdir.


Zazalar ve Aleviler Kürt değildir. Diyarbakır bir Küt şehri değildir. Yakın zamana kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk nüfusu daha fazla idi. Doğu Anadolu'daki pek çok Türkmen ve Ermeni köyü etrafındaki Kürt aşiretlerinin etkisi ile zamanla Kürtçe lehçelerini kullanmaya başlamış ve kendini Kürt sanmaya başlamışlardır.


Kürtlerin dili ve edebiyatı diye tanıtılan eserler de çalıntı ya da tahrifat yapılarak günümüze gelmiştir. Çünkü ellerinde , Kürtçe dedikleri dil veya lehçe ile yazılmış metinler yoktur. En eski denilen metinler bile 1700'lü yıllara kadar geri gider. Kaldı ki 1700 ile 1900 arasında Kürtçe eser sayısı 50'yi , yazar sayısı 10'u bulmaz. Kürtçülerin tek övünç kaynağı olan en ünlü eser Mem-u-Zin (Mem o Zin) adı verilen destandır. Ahmede Hani tarfından 1968 yılında yazılan eserin orjinal metin yoktur. Ancak, Mem-u-Zin'in, Türk Destanı Mem-i Alan'dan bir derleme olduğu ortaya çıktı.


Şerefname'de anlatılan hikayeleri ve efsaneleri de daha sonra Kürtçüler, Kürt efsaneleri olarak adlandırmışlardır. Bu efsaneler Türk, Fars ve Arapların kendi ulusal efsaneleridir.


Kürtçülerin diğer bir büyük tahrifatı Büğdüz Aman olarak geçen Oğuz beyinin adının Boğdaz Ermene olarak değiştirilmesidir. Böylelikle Aman yerine Ermen kelimesi geçirilmiş ve Ermeni bağlantısı kurulmuştur. 


Kürtçülerin diğer bir gayreti ise Selahaddin Eyyübi'yi Kürt gibi göstermektir. Eyyübilerin kökeni olarak gösterilen Divin bir Türk kentidir. Kentin halkı Arşaklı Türkleridir. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu'ndan Selçuklular Doğu Anadolu'ya ve Azerbaycan'a geldiklerinde, bölge zaten diğer Kıpçak ve Oğuz boyları tarafından Türkleştirilmişti.


Bugün Anadolu topraklarında yaşayan Kürt kardeşlerimizin büyük çoğunluğu bağımsız bir devlet peşinde değildir. Bu ülkenin bir ferdi olarak birlikte yaşamaktan mutlu ve devletine bağlı kişilerdir. Onların sorunları daha çok ekonomik ve sosyaldir. Bunun için de öncelikle güvenlik sorunu halledilmelidir.


Güvenlik sorunu ise onları kalkan yaparak sözde bağımsız bir Kürt devleti kurma peşinde, kendi siyasi emelleri peşinde koşan terör örgütü ve siyasi uzantılarından kaynaklanmaktadır. Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma hayali, gerçekleşmesi mümkün olmayan ancak bu coğrafyada yaşayan herkese bugüne kadar olduğu gibi acılar çektirmeye devam edecek bir gayrettir. Bunun nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.


- En başta da söylediğimiz gibi devlet olmak için millet olmak lazımdır. Farklı ülkelerde yaşayan Kürtler için ayrı bir ırk, ortak bir dil ve hatta din ve tarihten bahsetmek mümkün değildir. Irak, Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerin bir arada yaşaması ve ortak bir kültürü paylaşması mümkün değildir. Irak'ın kuzeyindeki Barzani örneğinde görüldüğü gibi diğer ülkelerdeki Kürtler ile iletişim kurma zorluğunun da ötesinde biri diğerini kendi bölgesinde istememektedir.


- Uluslararası konjüktür dört devletin sınırlarının arasında ayrı bir Kürt devletine hiçbir zaman müsade etmeyecek, böylece bir boşluk her zaman baskın olan komşu devletlerden biri tarafından doldurulacaktır. Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesi ABD'nin bölgesel çıkarları ve bölgedeki petrolü çekmek için suni oalrak oluşturulmuş, geçiçi bir Amerikan adasından başka bir şey değildir. Batılı güçlerin bir Kürt devleti kurma illüzyonu bu çıkarlar denkleminin geçmişte olduğu gibi tuzağıdır.


- Bugün Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızı bağımsız bir Kürt devleti hayali ile etkilemeye çalışan PKK ve siyasi uzantılarının tasfiye olması daha önce de yapıldığı gibi çok zor değildir. Terörle mücadeleye dönülmesi halinde, Irak'ın kuzeyine yapılacak orta ölçekli bir harekat bile 1990 öncesi ve 1994-1995 yıllarında olduğu gibi PKK'nın kısa sürede bir kez daha tasfiyesini sağlayacaktır.


- Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı olduğu ve zamanı gelince bu hakkı kullanacakları yönündeki uluslararası hukuka yönelik beklentiler de boştur. Bu hak 1970'li yıllara kadar sadece sömürge durumuna düşmüş ülkelere tanınmıştır. BM düzenlemeleri her şeyden önce devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı esasına göre yapılmıştır. Bunun istisnası devletin ancak söz konusu insan grubuna farklı muameler yapmasıdır ki, Türkiye için bu hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.


1920'li yıllardan itibaren Kürtlerin yaşadığı dört ülkeden demokrasi ve insan hakları açısından en gelişmiş devlet olan Türkiye'de, etnik kökeni Kürt olan vatandaşlarımızın gerek anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler ve gerekse insan hakları konusunda tanınan haklar ve esaslar nedeniyle ekonomik, siyasi ve sosyal haklar anlamında en gelişmiş Kürt nüfus oldukları görülmektedir. Kürt etnik kökenli vatandaşlarımız Türkiye'de azınlık veya ayrı bir yerli halk değil, bu devletin kurucu asli unsurlarından birisi olarak Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Kürtlerin en fazla özgür olduğu, en iyi eğitim aldığı, en rahat ettiği ve ülke yönetiminin her kademesinde görev aldığı tek ülke Türkiye'dir.




Doç.Dr.Sait Yılmaz 
Kürtlerin Kökeni ve Kürtçülük







İlgili