Translate

15 Aralık 2014 Pazartesi

TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİNDE TARİHİ GERÇEKLER






Psikolojik Operasyon



Ayda petrol bulunduğuna dair bir haber okursanız, bunun derhal yalan olduğunu düşünebilirsiniz ki doğru düşünüyorsunuz demektir. Çünkü petrolün oluşması için bitkilerin fosilleşmesi gerekir. Ayda ise bitki yoktur ve olmamıştır. Öyle ise ayda petrol olmaz. 

Bu çok açık bir gerçekten siz eğer insanların "ayda petrol olduğuna" inanmalarını sağlamak isterseniz, yine de bunu yapabilirsiniz. Bunun için gereken doğru teklifleri kullanmanız yeter. Önce bazı uzmanları ay hakkında bildiklerimizin yeterli olmadığını, aydaki doğal kaynakların dünyadaki doğal kaynakları sıkıntı için bir çare olabileceği konusunda bir makaleler yazarlar.

Bu makaleler gazetelerde haber yapılır. Sonra aydaki doğal kaynaklarla ilgili sempozyumlar düzenlenir ve böylece kamuoyunun kafasında ay doğal kaynaklar ikilisi konusunda bir zihinsel hazırlık bir aşamaya taşınmış olur. Bu döneme "ön propaganda dönemi" diyebiliriz. 

Bu dönem gerçekleştirdikten sonra ikinci aşamaya geçilir ve ikinci aşamada sanayideki gelişmenin dünyanın her yerine yayılması sonucunda petrol kaynaklarının küresel talebi karşılamadığı doğrultusunda yayınlar ve televizyon konuşmaları yapılırken, makaleler yapılır, yazılır, röportajlar yapılırken ayda petrol bulunması ihtimali olduğu tartışmaları kamuoyuna yoğun bir şekilde taşınmaya başlanır. 

Bu süreçte özellikle "ayda petrol olamaz" diyen bilim adamları ve politikacıların görüşlerinin yetersiz, bilimsel değil ve ilerlemenin karşısında olduğu şeklinde kamuoyuna bir intiba verilmesi gerekir.

Aynı süreçte değişik basın, yayın organlarında ay yüzeyinde petrol benzeri bir maddenin bulunduğuna dair düzenli olarak da haberler yayınlanmasında fayda vardır. Kamuoyu bu süre içerisinde ayda petrol görüşüne daha fazla alışacaktır. Bu süreçte yine bazı bilim adamlarına aydaki petrolü araştırmaları için geniş mali kaynaklar oluşturulur. 

Bu bilim adamlarının yaptıkları ayda petrol olduğuna dair ihtiyatlı ve ihtiyatsız açıklamalar başında abartılı şekilde yer almalıdır. Hatta "Ayda Petrolü Sevenler Derneği" diye bir dernek kurulabilir, tişörtler yapılabilir, sevilen bazı markalar ile "ayda petrol var" görüşü bir araya getirilebilir. "Ayda petrol olduğu" görüşünün ders kitaplarına konulması içinde artık baskıların yapılmasına başlanılabilir.

Bu arada "ayda petrol olduğu" görüşünü savunanlar başında birbirlerine atıfta bulunarak tezlerinin doğruluğunu kanıtlamaya başlarlar. Yani "ayda petrol var" görüşünü savunan Mehmet aynı görüşü savunan Ahmet'i tezinin doğruluk kaynağı olarak gösterebilir ve ayda bulunan petrolün dünya ekonomisinin yapacağı katkıların hayatı nasıl ucuzlatacağı, üretimin ucuzlamasıyla gelirlerin nasıl artacağı, küresel bir refah döneminin nasıl başlayacağına dair ekonomik araştırmalar artık yayınlanır ve televizyon programlarında tartışmaya açılır.

Kuracağımız psikolojik baskı ile "ayda petrol olduğu" na inanmayanları dahi bu görüşleri açıklamaktan korkar hale getirmeliyiz. Hatta bir kısmı "Tamam ayda petrol var, ancak arayacak isek de bunu onurumuzla arayalım" demeli, bu noktaya gelmelidirler. 

Artık zafer bizimdir, çünkü doğru dürüst karşımızda kimse kalmamıştır. Enerji sektöründen emekli olan ve ayda petrol olduğunu savunanların desteğinin alınması önemlidir.

Ancak inanmayanların görüşlerinin kamuoyu ile inanmayanların ayda petrol olduğuna görüşlerini kamuoyu ile paylaşmaları rahatsızlık vericidir. Onların mümkün olduğu kadar az bu görüşlerini dile getirmeleri sağlanmalı.

"Yazık işte böyleleri de var. Ne yapalım? Onlarda sonunda gerçeği görecekler" şekilde onlara acıyarak bakılmalı ve bunların ayda petrol bulunmamasından çıkarı olan çevrelere mensup olduğu sürekli ve sürekli tekrarlanmalıdır. Halkın ayda petrol olup olmadığı konusunda ne düşündüğünü de ilgili olarak kamuoyu araştırmaları yapılmalı, bu araştırmalarda derneklerde "ayda petrol bulunursa iyi olur mu?" sorusu sorulmalı, "evet, olurdu" diyenlerin "ayda petrol bulunduğuna" inandıkları tekrar ve tekrar başında açıklanmalıdır.

Üniversitelere verilecek fonlarla üniversite öğrencilerinin bu konuda yazacakları makalelerle ilgili yarışmaları düzenlenmelidir. "Ayda petrol olduğunu" ileri sürenler mali olarak ödüllendirilmelidir. Onlar, bu görüşlerinde samimi olmasalar dahi, bir süre sonra bu görüşe inanmak ve hatta ayda petrol olduğunun kesin savunucuları olmak zorunda kalacaklardır. Aksi halde vicdanları kendilerini rahatsız eder. Böylece tezimizin en güçlü savunucularının da zaman içerisinde ortaya çıktığını göreceğiz. 

Aslında halkın çoğunluğu bütün çabamıza rağmen bize inanmayacaktır. Ama kimse bize karşı örgütlü bir direnci temsil edemeyecektir. Aydınların büyük bir kısmı ayda petrol olduğuna inanmayacaktır ama toplum içinde yaptıkları açıklamalarda "ayda petrol bulunursa çok iyi olur" diyeceklerdir. Artık sonuca vardığımızı söyleyebiliriz". "Ayda petrol var" oyunu gerçekçi olmaktan uzak mı?

Şimdi Ermeni meselesinde, AB meselesinde olduğu gibi, "ayda petrol var" oyunu oynanıyor.

"Ayda petrol var" oyununu ben yazmadım. CIA nın bir ders kitabından aldım, internetten. Nasıl?

Bu konuda bu oyun kapsamlı, uzun vadeli, ısrarcı ve bilimsel yöntemler kullanılarak uygulamaya konulan bir psikolojik operasyondur. Karşınızda olanlar bilim ve hakikat aşığı bir kaç bilim adamı değil, yabancı istihbarat servislerine değişik nedenlerle çalışan emperyalizmin kiralık ajanlarıdır. Meselenin bir demokrasi ve fikir özgürlüğü meselesi olarak sunulması büyük bir soytarılıktır.

Düşman karargahlarının hazırladığı ve finansmanı sağladığı yıkıcı faaliyetler fikir özgürlüğü ve demokrasi kapsamında formel (biçimsel) olarak alınsa dahi gerçek niteliği asla gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye'ye karşı başlatılan ermeni soykırımı psikolojik operasyonu AB süresince Türkiye'nin federalleşmesi projesinin bir parçası olan kültürel savaşın alt kompetanıdır. Bu kültürel savaşın diğer parçasını ise Fener Rum Patriğinin Ekümenik konuma oturtulması çalışmaları oluşturuyor ki, bugün bunun üzerinde durmuyoruz. 

Operasyonun psikolojik hedefi Türk milletini tarihinden koparmak ve özgüvenini sarsmaktır. Orta ve uzun vadede ise Ermenistan ve dünya Ermenilerinin tazminat ve toprak taleplerine zemin hazırlamaktır.

Bu çerçevede sözde Ermeni soykırımı tezini Türk toplumuna kabul ettirmek için çalışmalar başlamıştır. Türklerin Ermenileri soykırım ile yok etmek için planlı bir süreci 1915'te yürürlüğe koyduklarının propagandası Türk toplumuna bir psikolojik harekât kapsamında kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. 

Önümüzdeki aylarda ve yıllarda Türkiye'nin gündeminde Ermeni meselesi değişik boyutlarda yer alacaktır. Türk devlet ve toplumu sözde soykırımı kabul edecek şekilde olgunlaştırılmaya çalıştırılacaktır. Annelerimizin ve eşlerimizin çok kullandığı bir kelime vardır, mutfakta, "kulak memesi kıvamına getirmek". Beyinlerimiz "kulak memesi kıvamına" getirilmeye çalışılıyor efendim şimdi.

Birinci adım: 

Her şey kitabına uygun olarak yapılıyor. Psikolojik operasyonları yönetmeliklerinin mutlak anlamda uygulandığını görüyoruz. Önce Ermeni tezini savunan kitapevleri kuruldu Türkiye"de. Bir kaç yıl içince birinci hamlede 70'in üzerinde ermeni tezini dolaylı ve dolaysız destekleyen kitap çıkarıldı. Son bir sene içinde bu kitap sayısının adedi 100'ü aştı. Sonra AB "Ermeni soykırımını kabul etmeniz tam üye olmak için şart değil ama kabul ederseniz iyi olur" açıklamasını yaptı. 

Fransa ise "benim için ermeni sorununun kabul edilmesi ön şarttır" dedi. Şimdi AB üyesi ülkeleri tek tek Fransa"nın Ermeni meselesine benimsediği tutumunu kabul ettirme sürecine girdiler. Böylece sorun AB dışında AB ülkelerinde Türkiye'nin aleyhine çözülecek bir zemin oluşturuyor. 

Bu arada Almanya iyi polis görevini üslendi, oysa Almanya AB içinde ermeni tezinin gizli motoru olmak durumunda. AB süresince Türkiye'ye gelen batılı operasyoncular ermeni meselesiyle ilgili tespitlerini Türk toplumuyla paylaşmaya başladılar. 

Cüneyt Ülsever bunlardan bir tanesini 19 Mart tarihli yazısında özetledi ve tezler şunlardı:

1. Ne yapmış olurlarsa olsun, mağdur taraf Ermenilerdir.

2. Ermenilerin Ruslarla iş birliği yapmış olduklarını kabul etsek dahi masum Ermenilerin öldürüldüğü şüphe götürülmez.

3. Mesele Türkiye'nin iddia ettiği gibi tarihçilerin değil, siyasetçilerin işidir. 17 Aralık sonrasında AB - Türkiye ilişiklerinde yeni bir şart haline gelmiştir.

4. Ermeni diasporası ve Türkiye'deki istemeyizciler suçlular bir rant ekonomisi oluşturmuşlardır. Çözüm istemiyorlar. Oysa Türkiye'de bir rant ekonomisi yok Ermeni meselesinde. Olsaydı, ben bilirdim. Türkiye'deki ilk ermeni enstitüsünü kuran benim. Ve Türkiye'de ermeni konusunu çalışan insan sayısı çok az devlet bu işin arkasında değil, özel sektör ise ermeni meselesiyle ilgili en ufak bir çalışmayı dahi desteklemiyor. Bu konuda kapısını çaldığım işadamları "bizi ermeni teröristleriyle karşı karşıya getirmeyin Ümit Bey" diye nazik bir cevap verdiler bana....

5. Ermenistan'ın ekonomisinin kurtuluşu Türkiye'nin kapılarını açmasına bağlıdır.

6. Türkiye büyük devlet olarak bu jesti yapmalıdır.

Hep bize söylenen şey

7. Kars ve Iğdır halkı ermeni sınır kapısının açılmasını istemektedir.


Bunlar AB temsilcilerinin Türkiye'nin önüne koyduğu argümanlar.


Bu argümanlar birlikte üçüncü adımın atıldığını görüyoruz. İçerden ve dışarıdan müdahalelerle psikolojik operasyonun alt yapısının oluşturulmasından sonra aniden AB ermeni meselesini tartışın dedi ve sanki bütün televizyonlarımızda ermeni meselesi tartışılmaya başlandı.

Sanki ermeni televizyonunda Türk tezi anlatılıyormuş gibi objektiflik adına ermeni soykırımını, sözde soykırımı, savunan bilim, yani operasyon adamları ortada dolaşmaya başladı. Boğaziçi Üniversitesinde alternatif ermeni konferansı düzenleme kararı alındı ve toplantı, bildiğimiz gibi, bir süre sonra Bilgi üniversitesinde gerçekleştirildi. "Evet, biz yaptık. Biz Türkler çok kötüyüz. Ermenileri kestik" hezeyanlarıyla bilimsel toplantı görünümünde bir toplu ayinin sergilendiği bütün Türk toplumu gördü.

Konferansın davet metninde şu satırları okumakta hiç şaşırtıcı değildir. Konferans düzenleyicileri bu yeni oluşumun ortak faydasını vicdanı bir sorumluluğun idraki olarak ifade ediyorlar. Bu yalnız bilimsel gerçeklikte açısından veya dünya vatandaşlığı nezdinde bir sorumluluk değil, ülkemize, toplumumuza ve demokrasimize karşıda bir sorumluluktur deniliyordu. 

Ancak toplantı toplumdan gelen tepki üzerine iptal edilince toplantıyı düzenleyen profesörlerden bir tanesi şu açıklamayı yaptı: "Biz amacımıza ulaştık". Demek ki, amaç konferans değilmiş. Çünkü şu ana kadar ben dünya tarihinde, hiç düzenlenmeden amaca ulaşan profesör, bilimsel konferans hatırlamıyorum. 

Bu ancak psikolojik operasyon sonucu.

Bu arada konferansın amacına karşı olanların büyük bir kısmı yanlış bir demokrasi algılaması ve kompleksi içindeler. Kusura bakmayın. "Her şeye rağmen yapılsaydı iyi olurdu" görüşünü savundular. Evet, bir düğün salonunda yapılsaydı, kabul edilebilirdi. Ancak bir üniversitede asla.

Demokrasi başkalarının görüşlerine ve eylemlerine saygı duymamızı gerektirir muhakkak. Ancak tecavüze uğrayan bir insan saldırgana saygı duymaz ve ona gereken cevabı vermek durumundadır. 
Ben kişisel olarak kendimi Türkiye'nin ve Türk milletinin milli varlık ve menfaatlerine karşı saldırgan ve işbirlikçi bir tavır alan hiç kimsenin ve bu arada bizim Ermenicilerin görüşlerine en ufak bir şekilde saygı duymak zorunda hissetmiyorum.

Kıbrıs’ta yapılan, şimdi Ermeni meselesinde karşımıza konulmaya çalışılmaktadır. Sonunda Ermeni sözde soykırımının kabulü Türkiye için ön şart haline gelecektir. Dışarıda bu çalışmalar devam ederken, içeride de süreç devam edecektir.

Türk siyasetçileri, asker ve sivil bürokratlar buna hazırlanmak, halkı ise tepkisiz hale getirmek için bir süre daha yanlış çalışılması gerektiriyor. Bu amaçta önümüzdeki dönemde Türk tarihine yönelik kapsamlı bir karalama kampanyasının başlayacağına emin olabilirsiniz.

Bu kampanyanın en azından iki ayağı olacaktır. 
Birincisi tarihsel planda içimizde şüphe uyandırmak ve "galiba biz bu işi yapmışız" dedirtmek. 
İkinci ayağı ise AB tam üyeliği olmaz isek kaybedecek çok şey var. Üye olmak için kabul etmek gerekiyorsa kabul edelim gitsin düşüncesi. 

Türk devleti ne yazık ki, bir bilim olan psikolojik savaş ve propaganda konusunda olağanüstü geri kalmıştır. Daha açık bir ifadeyle nasıl yapacağını bilmez, önemini de anlamamıştır. Türk devleti içinde bu konunun uzmanlarının ise kendilerini siyasal seçkinleri anlatamadıkları veya anlaşılmadıkları PKK ve Kıbrıs meselesinde çok açık ortaya çıkmıştır. 

Düşman psikolojik ve propaganda savaş ve propaganda merkezlerinin kapsamlı operasyonları ve gelişmiş teknik uygulamaları karşısında ülkemiz ne yazık ki savunmasızdır. Ermeni meselesinde savunmayı devlet değil, artık örgütlenmiş Türk aydını omuzlarına almak zorundadır.

Bu noktada bize yol gösterecek olan aziz Atatürk'ün , "bu iddialar kesinlikle doğru değildir, iftiradır. Bunu yalnızca Batı'ya değil kendi yurttaşlarımıza da önemle ihtar etmek gereğini duyuruyoruz. Zira seyrek olmakla birlikte üzüntüyle işitiyoruz ki, milletimizin tarihini okumamış ya da milli hissiyattan mahrum kalmış olması gereken kimi kişiler yabancıların bize karşı ortaya attıkları suçlamaları ret etmekten başka bir de vatanlarını milletlerini özürlü göstermekten çekinmiyorlar. Hala salonlarını bize karşı konferans verdirtmek için yabancılara açık tutanlar var ve bu gibilere lanet" diyor Mustafa Kemal.

Ermenicilerin gerçek niteliği ortaya konulmalı ve onlara öyle davranılmalıdır. Bu davranış aşağılama, küçük görme, görmemezlikten gelme, küçümseme, tiksinti ve gerekirse en ağır şekilde milli zeminde hakaret etme olmalıdır. Esasen Türk hukuk sistemi bu davranışın bütününü emretmektedir.

Yargıtay 4’uncu Hukuk Dairesi 92 - 1200 361 ve 150015375 no’lu kararıyla bu konuda ortaya bir hukuk şaheseri koyuyor. 

Hüküm şöyle: Anayasanın 176.ncı maddesi uyarınca onun başlangıç kısmı da metne dâhildir. Başlangıç bölümünün 7.nci fıkrası gereği olarak Türklüğün manevi değerlerine, ulusal çıkarlarına aykırı hiç bir düşünce koruma göremez".

Son fıkrayla değer ve çıkarlar Türk milleti tarafından Türk evladının vatan ve millet sevgisine emanet olmuştur. Milletime küfredene gereken en hakareti yaparım ve bu ülkede, bu anayasa çerçevesinde kimse bizi sorumlu tutamaz. 

Türk milletinin çıkarlarının savunmanın yolu Ermeni meselesinde Türk halkını aydınlatacak televizyon programları, kitaplar, makaleler yayınlamak, sempozyumlar düzenlemektir. Tartışmalı, tartışmayı fikri zeminlerde deliller ve esasında gerçekleştirmeliyiz. 

Ancak bu tartışmalar yapılırken Batı'nın soykırım suçlarını ortaya koyarak 1821 - 1920 arasında Kafkaslar ve Balkanlarda nasıl 5 milyon Türk'ün katledildiğini, 5.4 milyon Türk"ün sürüldüğünü artık tartışmalıyız. Kirli projelerin parçası olanlarına bedel ödetmeliyiz. Milli demokratik tepkiyle tarihimize hakaret edenlerle uğraşmak gerekiyor.


Ve son söz olarak:

50 Türk anası tecavüz edilmek üzere Akdamar adasına götürülürken Ermeni çeteciler tarafından, kendilerini Van gölüne atmışlar ve boğularak ölmüşlerdir. Benim teklifim, bu anaların isimleri elimizde var, Akdamar adasına bir anıt dikelim ve bu 50 asıl Türk kadınının adlarını oraya yazalım. Van şehri Ermeni çeteciler tarafından yok edilmiştir. Bu anlamda TBMM, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi, Van şehrine de bir isim vermeli ve bu isim "Şehit Van" olmalıdır ki, tarihsel bilincimizde Van'a ne yapıldığını tekrar ve tekrar hatırlayalım.



Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 
Prof. Dr. Ümit Özdağ.






İlber Ortaylı ile başlayan konferans video 1: 
İlber Ortaylı video 2: 
İlber Ortaylı video 3: 
Ümit Özdağ video 4:
Ümit Özdağ video 5:
Ümit Özdağ video 6:
Cüneyt Ülsever'in makalesi: 
ve
THE CUT
BEYAZ PERDEDEN SIKILAN TAŞNAK KURŞUNU




Pontus için resme bakın , anlarsınız. 
Avustralyadaki Yunan işyerleri bu resmi asıyor.
"Özgürce düşünenler soykırımı unutmalı mı ? ASLA
Milyonlarca Pontoslu Yunanlılar, zalimler tarafından kıyıma uğradı, aynen Ermeniler ve Anzaklılar gibi...Soykırımı Unutmayalım " diyorlar. 
GREEK GENOCIDE-FALSIFICATIONS AND LIES.....
THERE IS A TURKISH GENOCIDE-THE FACTS.

Bu da ;başka bir "Ay'da Petrol Var" ; 
Pontus ayağı: link
Baybars Öğün,2011
Yunanistan'da Pontus Törenleri
Yeliz Karadaş,2011 - link





"Birinci Dünya Savaşı sonunda ilan edilen Brest Litovsk anlaşmasından sonra Rusların yöreden çekilmesinin ardından meydanı boş bulan Ermeniler, Arpaçay’ın batısında ki birçok köyde katliam yaptıkları biliniyor. Yöre halkından yaşlı insanların anlattıklarına göre Ermeniler, diğer köylerde olduğu gibi 24 Nisan 1918’de Subatan Köyüne de girerek halkı bir araya topluyor. Köylülerin önce kıymetli takı ve eşyalarını ellerinden alan Ermeniler, daha sonra 570 kişiyi samanlıklara doldurduktan sonra üzerlerine gaz yağı döküp yakıyor ve bu kişilerin tamamı o gün hayatını kaybediyor. Katliamın ardından 570 kişinin can verdiği bu samanlık da toplu mezar haline getiriliyor. " basın 2012



183 Türk toplu mezar Kars Arpaçay - basın 2010







 UYURSAN ÖLÜRSÜN!!!