Translate

9 Eylül 2014 Salı

ANADOLU'DA YUNAN ZULMÜ VE KURTULUŞU - 5





Trakya’nın İşgali ve Yunan Mezalimi (1919-1922) 



30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası, Osmanlı Devleti ile Türk Milleti için kötü günlerin de başlangıcı olmuştur. Bu mütarekenin 7. Maddesi İtilaf devletlerine işgal hakkını vermiş ve ülkenin her tarafı işgale açık hale gelmişti. Nitekim Yunanlılara Osmanlı topraklarına asker çıkarma izni bu maddeye dayanarak, İngilizler tarafından verilmişti. 

İngilizlerin Yunanlılara verdiği bu izinde, onları Orta Doğu’daki menfaatlerinin jandarması yapma amacı güdülmüştü. 

Yunanlılar özellikle Trakya ve Batı Anadolu bölgelerinde nüfusun çoğunluğunun Rumlardan oluştuğunu iddia etmiş, bu bölgeler üzerindeki işgallerini meşru hale getirmeye çalışmışlardı. Gerek Trakya gerekse Batı Anadolu’daki işgalleri Rum nüfusun çoğunluğuna dayanarak meşru hale getirme çabası, Yunanlıları bu bölgelerde Türk ve Müslüman nüfus üzerinde katliam ve mezalim yapmaya sevk etmişti. Türk halkı üzerinde uygulanan bu katliam ve mezalimler korkunç boyutlara ulaşmış, on binlerce insan işkencelerle katledilmiştir. 

Bu çalışmamızda, özellikle Trakya bölgesindeki Yunan işgali ve mezalimi arşiv  belgeleri ile de desteklenerek ortaya konulmaya çalışılmıştır. 





Giriş.
Geçmişten günümüze cereyan eden tarihî olaylar şüphesiz ki gelecek nesillere iyi aktarılırsa bir neticeye varılır. Yoksa tarihi gerçekler unutulur, yozlaşır ve aynı hatalar tekrar tekrar işlenir. 

Tarihte Türkler kadar zulme uğrayan, ancak kendine yapılanları da Türk milleti kadar çabuk unutan bir başka millet belki bulunmamaktadır. 

Çok eski tarihlerde Moğollar, Çinliler yakın tarihimizde ise Yunan, Sırp, Ermeni, Bulgar, Karadağ hatta Irak Araplarının Türklere reva gördükleri mezalimi buna örnek olarak gösterilebilir. Nitekim Osmanlı Devletinin Balkanlardan atılması sırasında sürekli olarak orada yaşayan Türkler hakkında Balkanlarda var olan Slav kökenli milletlerce bu tür mezalime uğradıkları belgelerle sabittir. Ancak bilindiği üzere Türkler en güçlü zamanlarında dahi yönetimi altındaki millet ve uyruklara karşı böyle bir baskıya kalkışmadıkları da bilinen gerçeklerdendir. 

Nitekim Tevfik Bıyıklıoğlu bu durumu; “Türkler, en kuvvetli devirlerinde bile, hâkimiyetleri altına geçen Hıristiyanları hiçbir vakit, kitle halinde ne öldürmüştür ne de göç etmeye zorlamışlardır. 

Hatta din değiştirmeleri için baskı bile kullanmamışlardır. Eğer Türkler Bulgarlar ve diğer Balkan milletleri gibi hareket etselerdi, bugün bir Bulgar, bir Yunan, bir Sırp, hatta Romanya devlet ve milletinin mevcut olmaması lâzımdı” sözleriyle en güzel şekilde dile getirmektedir (1).

Dünyaya medeniyetin beşiğinin merkezi olan bir yerde yaşadıklarını, Avrupa medeniyetinin temelini oluşturduklarını her fırsatta övünerek söyleyen Yunanlıların bu medeniyetlerini Batı Anadolu ve Trakya’yı işgalleri sırasında yaptıkları vahşetlerle açıkça göstermişlerdir. 

Trakya’da, Marmara, Ege ve İç Anadolu’da gerçekleşen Yunan mezalimi, hemen hemen her yerde planlı ve aynı sistem doğrultusunda Yunan üst yöneticilerince verilen emir ve direktiflerle gerçekleşmiştir. Bundan önce ve bu sırada yapılan bu faciaları birkaç ana başlık halinde sıralamak mümkündür. 

Bunlar; 
1)Yağma ve hırsızlık, 
2) Zorla din değiştirmek, 
3) Irz ve namusa tecavüz, 
4) İşkence ve katliamlar, 
5) Yakma ve yıkma (2)


Yukarıda 5 ana başlıkta toplanan bu vahşiyane durum aslında, içlerinde Yunanistan’ın da bulunduğu Balkan milletlerince 93 harbinden itibaren savunmasız Türklere uygulana gelmiştir. 

Eskiden olduğu gibi, bu defa da, işgal edilen bölgelerdeki Türk mallarının yağmalanması, paralarının ve ziynet eşyalarının gasb edilmesi, cami ve türbelerin talan edilmesi, Kur’an-ı Kerim’lerin yırtılması, camilerden bazılarının ahıra, bazılarının kiliseye çevrilmesi, müslümanların zorla kiliseye götürülerek din değiştirmeye mecbur edilmeleri, Türk genç kız ve kadınlarına zorla tecavüz edilmesi, bazı uzuvlarının kesilmesi, şehirlerin ateşe verilerek harabe hale getirilmesi gibi insanlık dışı mezalimler Yunanistan’ın Batı Anadolu ve Trakya’yı işgalleri sırasında dünya zulüm tarihine belgelerle geçmiştir (3).

Ancak biz mezalim deyince birçok insanımızın aklına o kadar da orijinal olmayan bir konu gibi gelmektedir. Ancak düşünüldüğünde hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Zira günümüzde Ermeniler, gerçekte var olmayan böyle bir mesele yüzünden dünyayı ayağa kaldırabilmektedirler. 

Buna rağmen ne yazık ki, tarihte belki de en fazla zulme uğramış bir millet olarak  biz bu konuyu yeterince dünya kamuoyuna yansıtamamaktayız. 

Nitekim bu hazin ve acı tabloların gündemde tutulmasıyla, istiklalimizin, cumhuriyetimizin, devletimizin ve bu devleti kuranların değeri insanlarımızca daha iyi algılanabilir. 


A- Trakya’nın Yunanlılarca işgali

Birinci Dünya Harbinden sonra Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ve onu takip eden günlerin getirdiği olaylar, Osmanlı Devleti ile Türk Milleti için yeni bir devir başlatmıştır. Nitekim bu mütareke ile Türkiye dört bir yandan işgallere maruz kalmıştır. 

İşgaller, Mondros Mütarekesinin 7. maddesi gereğince İtilaf devletlerine verdiği, “güvenliklerini tehlikeli gördükleri herhangi bir stratejik bölgeyi, işgal etme yetkisi” çerçevesinde gerçekleştirilmekteydi. 

Ancak böyle bir gerekçe mevcut olmadığı halde, İngiliz temsilcisi olan  Amiral Calthorpe, bu maddeye dayanarak Yunanlılara, İzmir’e asker çıkarma izni vermiştir. Bu izinle İngilizler, giderek Ortadoğuda yok  olacağını düşündükleri Türkiye’nin yerine Yunanistan’ı koymak, Yunan Devletini Ortadoğu’daki menfaatlerinin jandarması haline getirmek uğrunda  Anadolu’ya saldırtmışlardır. 

Mondros mütârekesinin imzasının hemen sonrasında Boğazlar, İstanbul ve memleketin birçok yerleri, haksız ve mütarekeye aykırı olarak işgal edilirken, Doğu Trakya’ya, 14 Kasım 1918’de bir Fransız alayı gelerek, Uzunköprü-Sirkeci demiryolunu ele geçirdi. Bir müddet sonra ise İtilaf  Devletlerinin gerçek düşüncesi ortaya çıktı ve 1919 Ocak ayında Fransızlar Trakya demiryolu hattının muhafazasını bir Yunan taburuna devretmişlerdir.

İleride görüleceği ve belgelerden de anlaşılacağı üzere, Yunan kuvvetleri sürekli takviye edilmiş ve bölgedeki asker sayısı Yunanlılarca artırılmıştır. Bunda da en önemli sebep, Venizelos’un Doğu Trakya’ya ve biraz da ürkek olarak İstanbul’a göz dikmesi ve nitekim Anadolu’da Aydın vilâyetinden başka, Doğu Trakya’nın da Yunanistan’a bırakılacağına dair, daha savaş bitmeden önce İtilaf Devletlerinden, en azından vaat olarak söz almış olmasıydı.


Venizelos’un Trakya’yı İtilaf Devletlerinden söz almasında en etkili silahı bölgenin demografik yapısı hakkında ileri sürdüğü asılsız rakamlar olmuştur. Nitekim o, Edirne vilâyetiyle Çatalca sancağında, yani Doğu Trakya'da 600 bin civarında Rum bulunduğu ve Rumların bölgede toplam nüfusa oranlarının 3/5 olduğunu iddia etmektedir.

Ancak buna karşı Trakya-Paşaeli Müd.Hukuk Cemiyeti'nin verdiği istatistiki bilgilere göre, aynı bölgede 850 bin Rum'a karşı 286.137 Rum bulunmaktadır. 

Kaldı ki 1912 yılında yapılan Balkan Savaşları sırasında Batı Trakya'dan göç etmeye zorlanan çok sayıda Türk nüfus savaş sonrasında özellikle, bölgeyi daha sonraki fitne ve fesatlardan korumak maksadıyla, Rum nüfusun yoğun yaşadığı yerler yerleştirildiğini, düşünürsek, buradaki Yunan iddialarını çürütebiliriz.

Bölgede Rum nüfusun çokluğunu ispat ederek, Trakya bölgesinin tamamen kendilerine bırakılmasını plânlayan Venizelos, Trakya’yı kısmen işgalleri sırasında bile yaptırdığı ilk iş, bölgede nüfus sayımı yaptırmak olmuştur.

Trakya’da yapılan nüfus sayımında bütün ticaret hânelerin kapatılarak, dağıtılan listelere bölgede yaşayan bütün aile fertlerini, yaşlarını ve tahsillerini, hangi dili konuştukları, hangi işte çalıştıkları, bunlardan ne derece müsbet veya menfi sonuç elde edilebileceği, dış memleketlerde aile  fertlerinin bulunup bulunmadığı gibi özelliklerinin de yazılmasının istenmesi hem bu gayeye, hem de ilerde vergi sisteminde kullanmayı düşündükleri sonucunu çıkarabiliriz. 

Bu oldu bittilere ilk zamanlarda Osmanlı hükümeti kayıtsız kalmışsa da, aynı savaştan çıkmış olan Bulgaristan menfaatlerine zararlı gördükleri bu olayı Büyük devletler nezdinde protesto etmişlerdir. Osmanlı hükûmetinin Trakya hususunda kayıtsız kalması ve bölgede Yunanlıların emellerini göz ardı etmeyen bazı Türk aydınları, bölgenin mahallî kurtuluşu için 2 Kasım 1918’de Trakya-Paşaeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Bu cemiyet daha sonra Mustafa Kemâl’in önderliğinde Anadolu’da başlatılan Millî Mücâdele’ye katılmış ve onunla ortak hareket etmiştir.


Ocak 1919’da Fransızların yerine, Uzunköprü-Hadımköy demiryolunu, bir Yunan taburunun tutması, Trakya’da huzursuzluk yaratmıştır. Bu Yunan taburu demiryolu istasyonlarından başka, hat boyundaki Hadımköy, Çatalca, Çorlu, Muratlı, Lüleburgaz ve Uzunköprü gibi Türk şehirlerini de küçük müfrezeler yerleştirmiştir. Dedeağaç Muradlı şimendifer hattıyla  Tekfurdağı’na 1000’er mevcutlu dört tabur Yunan kuvveti yerleştirilmiştir.

Yunanlıların Trakya’daki askerî birlikleri Osmanlı Devleti yetkililerince de günbegün takip edilmiştir. Nitekim Jandarma Umum Kumandanlığı ve Çatalca mutasarrıflığından alınan haberlere göre, Trakya’da Yunan kuvvetleri bir fırka kadardır ve bu kuvvetler Çorlu, Kırkkilise, Çerkezköy ve Lüleburgaz taraflarında konuşlandırılmışlardır. Ayrıca Yunanlılar bölgede  şose yolları yapımına önem vermiş ve bunun için her köylünün ve şehirlinin bizzat çalışmasını mecbur tutmuştur. 

Çatalca mıntıkasına da bir boy siperler kazdırmaya, makineli tüfekler sevk etmeye ve istihkâmların etrafını tel örgü ile çevirmeye başlamışlardır. Bu sevkiyatlarda bölgede toplanan yaklaşık 15 bin Yunan askerinin yanında, Yunan hükûmetinin  teşvikiyle Çerkezköyü’nde kuvvetli üç de çete teşkil edilmiştir.

Yunanlıların bu teşebbüsüne karşı Osmanlı hükûmeti İtilaf Devletleri nezdinde teşebbüslerde bulunmuştur.

Bu şekilde başlayan ve bütün Batı Anadolu ve Trakya’da devam eden Yunan işgali sırasında, silahsız ve savunmasız Türk halklarına benzeri görülmemiş zulümlerle dolu tarih sayfası, Türk ve insanlık tarihi için acı dolu safhalar teşkil eder. Bundan daha üzüntü verici durum, asırlarca iç içe,  koyun koyuna yaşamış ve varlıklarını sürdürmüş olan yerli Rum halkın da bu insanlık dışı hareketlere iştirak etmiş olmalarıdır. 






B- Trakya’da Yunan Mezalimi 

Mondros mütarekesiyle, yukarıda bahsettiğimiz üzere, Doğu Trakya’da kurulmuş olan Rum çeteleri Yunan taburunun demiryolu boyuna yerleşmesiyle meydana çıkarak, faaliyete geçmişlerdir. Nitekim bölgedeki bu gelişmeler üzerine Trakya Rumları şımarmışlar, Osmanlı hükûmetini bölgede yok saymaya başlamışlardır. Yunan taburu ve bunlardan cesaret alan Trakya Rumları Trakya’da istediklerini yapmaya başlamışlardır.

Karşılarında ciddî bir karşılık da Rum çeteleri, işi daha da ilerletmişler ve Uzunköprü ve civarında, devlet memurları, polis ve jandarmaları, Keşan’dan İpsala’ya giden Türk savcısını ailesiyle birlikte şehit ettiler. Bir bucak müdürünü taşla, ahaliden bazılarını ise balta ile öldürmüşlerdir. Öyle ki Keşan’da Rumların gerçekleştirdiği katliâm, yağma ve gasb gibi olayların tahammül sınırını aştığından halk evlerinden çıkamaz duruma gelmiştir. 

Yunan askerleri de yollarda rastladıkları Müslümanları öldürüp, para ve hayvanlarını gasbediyorlardı. Meselâ Yunan askerleri Derbend Boğazında 40-50 müslümanın kollarını kesip, eşyalarını gasbettikten sonra çıplak bir halde bırakmışlardır. Böylece tarih tekerrür ediyor, Yunanlılar daha önce Balkanlarda yaptıkları mezalimi bu defa Batı Anadolu ile Trakya’da uyguluyorlardı. 

Yunan hükûmeti Doğu Trakya’daki faaliyetlerinde askerî gücünün yanında, oluşturduğu çeteleri de kullanmıştır. Nitekim Çerkezköyde  oluşturulan üç kuvvetli çete teşkilinden birisinin mevcudu 20, diğerinin 25 kişilik olanları Değirmenköy ve civarında, 40 kişilik olanı ise Vize taraflarında faaliyet gösterdiği tespit edilmiştir. Yine, Fener’de Trakyalı Nikolaki kumandasında 60 kişilik, Çanta’da Trakyalı Todori kumandasında 100 kişilik, Çorlu’ya bağlı Değirmen köyünde İstifan isimli elebaşının  kumandasında 50 kişilik, Şatros’da(Celâliye) 10 kişilik birer çete  bulunmakta ve bunlar gelip geçen Müslüman halka eziyet ve zulüm ettikleri istihbar edilmiştir. Ancak Rum çetelerinden en azılısı Malkara’nın Pırnar köyünden Karabıyık Dimitri olarak gösterilmektedir.

Yunanlıların Trakya’daki çete teşkilatı ve harekâtına dair Çatalca Jandarma Tabur komutanlığı Dâhiliye Nezâretine raporlar sunmuştur. 

Rapora göre, Rum çeteleri çoğu zaman islâm kıyafeti ile Müslüman köylerine gelmektedirler. Ancak bunların Rum olduğu konuştukları dilden anlaşılmaktadır. Ayrıca bazen de birkaç kişiden oluşan Rum çetelerinden bazısı silahlı, bazısı ise silahsız köylere gelerek İslam ahaliyi korkutmak maksadıyla işkence yapmaktadırlar.


Bunlardan başka, Yunanlıların bölge halkına yaptığı mezalimin  boyutunu göstermesi açısından, Yunanlılar tarafından tevkif edilen ve beş ay hapishanede tutulan Tekfurdağı ahalisinden Mustafa oğlu Abdullah ile Çorlu ahalisinden İbrahim oğlu Şazli’nin Polis merkezinde verdiği ifadeden daha açık anlamak mümkündür. Bu ifâdeye göre, İbrahim Yunan askerlerince çete olarak ihbar edildiği için yakalandığını ve kasabanın çevresinden 140 müslümanın daha kendisiyle hapishaneye gönderildiğini söylemektedir. 

Hapsedilmişler arasında parası olanları döverek ve işkence ederek ellerinden parası alınmış ve olmayanlar ise hakaret görerek, darp edilmişlerdir. Yine İbrahim oğlu Sazik’in verdiği bilgiye göre, bazı köylerde Yunanlılar köyün  varlıklı kişilerinin parasını almak için sopalarla dövdüğü, kollarını kırdığı ve bu sebepten ölenlerin olduğunu anlatmaktadır. 

Yine İslam ailelerinin ırzlarına geçtikleri ve Hayrabolu’nun Mandiye karyesinde de gelin arabasının önüne geçerek, gelini görmek bahanesiyle ahaliye tecavüz ettikleri gibi birkaç kişiyi de darp ve bu meseleden dolayı öldürdüklerini haber almıştır. 

Ayrıca “Müslümanlara her gün ayrı ayrı ve akla gelmeyecek derecede eziyet ve işkence etmektedirler. Kendim de bir fırsat bularak hapishaneden kaçtım” demektedir. 

Çerkezköy’de kömür ticaretiyle meşgul olan Osman Lütfi Bey de Yunanlıların yerli halka yaptıkları hakaret ve işkencenin sayılamayacak derecede çok olduğunu ifadesinde vermektedir.

Yunanlılar sadece işgal bölgesinde halka uyguladıkları zulümlerle  kalmamışlar, bölgede görevli devlet memurlarını da çeşitli tacizlerle yıldırmak istemişlerdir. Nitekim 31 Mart 38’de Çatalca Reji Müdüriyeti süvari kolcusu Murad oğlu Sâlih’i hiçbir suçu yokken tevkif etmişlerdir.

Bu tevkifler daha sonra o kadar artmıştır ki, sâbık Defterdar Emin Bey oğlu ile, Eski Câmi’ imamı Hâfız Râkım Efendi, Belediye reisinin biraderi İbrahim Bey 23 kişi ile beraber, Burgaz’dan 18 ve Saray köylerinden de 40 kişi Yunanlılarca hiçbir neden yokken tevkif edilmişlerdir. Sâlih Bey daha sonra serbest bırakılmışsa da ahaliyle görüşmesi yasaklanmıştır. 

Yine de Silivri’de ikâmeti sırasında kendisiyle görüşen bir Müslüman Yunanlılar tarafından feci şekilde dövüldüğünü, yöredeki islâm ahalinin ise pek acınacak bir halde olduğunu anlatmıştır. Ayrıca Silivri’de hâlihazırda 200 kadar Yunan askeri olduğu, ancak bunların çoğunun sivil kıyafetli oldukları, ancak başlarında Yunan askerî şapkası olduğunu anlatmıştır. Bu şekilde  Yunanlılar belki de sivil halka yaptıkları mezalimin resmî bir nitelik kazanmasını önlemek istemişlerdir. 


Öyle ki, Yunan asker ve çeteleri taşrada gördükleri bütün Müslümanları hiç sebep yokken tevkif edebilmektedir. Bundan dolayı halk can ve mal güvencesi olmadan yaşamak zorunda bırakılmıştır. Meselâ, 20 Nisan 1921 günü Mandıra köyü ahalisinden Mustafa oğlu İbrahim, birâderleri Mustafa ve Tevfik ile hizmetkârı Mahmud köyü ile Kürdler köyü arasındaki Yanıkkışla mevki’inde kömür yaktıkları sırada yanlarına gelen silahlı on Yunan askeri tarafından İbrahim ve Mahmud’u yanlarına alarak götürmüşler ve hayat ve mematlarından hiçbir haber alınamamıştır. 

Yine Istıranca köyünden iki kişi odun kesmekte iken Yunan iki Yunan neferi tarafından esir alınmışlar ve işkenceyle istedikleri bilgilerin verilmesini istemişlerdir.

Tevkif edilenlerin birçoğu hapishanelerde gördükleri zulümden  ölmüşlerdir. Nitekim Yunan zulmünün canlı bir şahidi olarak  gösterilebilmek için hapishanelerde işkence ile vefat eden Türklerin isimleri  zaman zaman Harbiye Nezaretince Dâhiliye Nezaretine bildirilmektedir. 

Bunlardan, örnek olması açısından, Yunanlılarca Çorlu hapishanesine  koyulan ve işkence ile vefat eden şahısların isimleri aşağıdaki gibidir: 

Emir-zâde Hâlid Bey, 
Arnavud Ali Bey, 
Ressâm Niyâzi Bey, 
Temel Efendi-zâde Zeki 
Bakkal Mehmed Ağa 
Hâcı Osman kalfa (işkence netîcesi vefat etmiştir) 
Bakkal Mehmed Ağa damadı Hakkı Bey 
Süleyman Çavuş 
Ali Pehlivan-zâde Hüseyin 
Kalleş Receb (işkence neticesi vefat etmiştir) 
Kalleş Receb birâderi Halil 
İzzet oğlu Emin 
Müslim Kahya 
Arnavud Ali Kahya 
Uzun Hacılı Bakkal Kâzım 
Ferhad oğlu İbrahim 
Emir Efendi zâbitlikden mütekâ’id 
Hoca Hüseyin Efendi oğlu Fâ’ik Efendi 
Reji memuru Fevzi Efendi 
Mehmed Bey’in kâtibi Mustafa Efendi (Kırkilise hapishanesinde 
Yunanlılar tarafından katl edilmiştir.) 
Kırkkilise’nin Kavakdere’li Yusuf Ağa 


Edirne ve Kırkkilise hapishaneleri de tevkif edilenlerle dolu olduğu bildirilmekte ve sadece Kırkkilise hapishanelerinde 2500 mevkûf olduğu bildirilmektedir. Akşamları bütün mahbusînin kalın kayışlarla dövüldüğü, bundan dolayı bir kısmının vefat ettiği de bildirilmektedir. İslâm ahali ise ırza tecavüz hadiselerinin çoğalması ve baskıların tahammül sınırını aşması üzerine hicret etmeyi düşünmektedirler. Kaldı ki Yunan hükûmetinin bütün Trakya’daki Türk ahaliyi tehcir ettirme emelinde olduğu Dâhiliye Nezaretince alınan istihbarattan anlaşılmaktadır. Ancak Yunan hükûmeti tehcirin Türkiye’ye mi yoksa adalara mı yapılmasının daha uygun olacağı konusunda ihtilaf yaşamaktadır.



Bölgede konuşlandırılan Yunan asker ve çeteleri, Çorlu kazası civarındaki Müslüman ahaliye de tahammül derecesini aşan bir tazyiklere başladıkları da gelen haberler arasındadır. 

Meselâ Yunanlılar ihtiyarları arabaya koşmak, sebepsiz yere bazı köylerden Müslüman kadınları tutuklamak gibi olaylar yapmışlardır. Ayrıca yerli Rum ve Ermeni ahaliye de kışkırtmaktan geri durmamışlar ve Rum kiliselerine topladıkları Rum ve Ermenilere bölge Türklere bırakılırsa Türklerin hiç kimseyi sağ bırakmayacağı ve bunun için hep birlikte mücadele vermek gerektiği propagandasını yapmışlardır. 

Nitekim Çorlu’daki Rum ve Ermeniler bundan etkilenmişler ve 60 yaşına kadar olan herkesi gönüllü yazmışlardır.

Yine Yunan işgal kuvvetleri, Trakya’da Mustafa Kemâl ile harp edileceği bahanesiyle, eli silah tutan bütün Müslüman ahaliyi tevkif etmişler ve çeşitli işkencelere maruz bırakmışlardır. Yunanlılarca yapılan bu tazyikât bütün şiddetiyle devam etmiş ve harekât-ı askeriyeye iştirak ettikleri bahanesiyle pek çok köy basılmıştır. Nitekim bu duruma dayanamayan birçok köy halkı da İstanbul’a doğru karadan kaçmaya başlamışlardır.








Ayrıca Yunanlılar, yerleşim yerlerini kontrol altına almak amacıyla, Trakya’da Türk nüfusun çok fazla olan yerlerinde saat yedi buçuktan sonra sokağa çıkması ve evlerinde lamba yakmaları da yasak edilmiştir.

Yunanlılar, bölgedeki islâm unsurunu rencide etmek için, dinî duygulara da saldırmışlardır. Nitekim Pınarhisar, Lüleburgaz ve Kırkkilise kazalarında ezan okumak için minareye çıkan müezzinler Rum ahali tarafından taşlanarak men edilmek istenmiştir. Ayrıca Hayrabolu müftüsünü de ayağından iple bağlayarak sürüklemişler, bazen de kadınları, kocalarının gözü önünde, yine bacaklarından ağaca bağlayarak, altında ateş yakmışlar ve dumanıyla bunaltarak, işkence yapmışlardır.



Yunanlılar Doğu Trakya’da Müslümanlara karşı hareketleri her geçen gün daha da şiddetlenerek artmış, adeta bölgedeki islâm unsurunu imhâ derecesine varmıştır. Nitekim bölgede araştırma yapan jandarma umum kumandanlığınca durumun bu boyutta olduğu tespit edilmiştir. 

Meselâ Babaeski kazasının Mandıra köyünden yedi Müslüman Yunanlılar tarafından dayakla öldürüldükleri, içlerinden kaçan biri tarafından bildirilmiştir. Yine aynı köyden on Müslüman kadın da yine Yunanlılar tarafından asılarak idam edildikleri ve köyün topa tutulduğu da belirtilmektedir.

Bölge halkına yapılan mezalim sadece çeteler vasıtasıyla değil, Yunan takip taburu tarafından da yapıldığını görmekteyiz. Nitekim sayıları 200-300 kadar olan Yunan neferi Trakya köylerinde Müslüman ahaliye zulm etmekte ve sayıları belli olmayan bazı kişileri işkence ile bazılarını testere ile kesme yoluyla öldürmüşlerdir.

Yunan birlikleri Trakya’yı terk ederken bile ahaliye zulm yapmaya devam etmişlerdir. Çorlu’ya bağlı Kara Mehmed ve Karaca köyleri İslam ahalisinin de Yunan karargâh efrâdı tarafından katliam edildiği haber alınmasıyla, bölgede tahkikat yapılmış ve ahalinin bir kısmı Yunanlılar tarafından katl edildiği, bir kısmı ise kaçmak sûretiyle katliamdan kurtulduğu tespit edilmiştir. Gelibolu sancağının Bigalı kasabası ile bazı köylerin ve Kilitbahr’e yakın Yalva köyü de Yunanlılar tarafından basılarak Müslüman ahaliye işkence yapılmış ve sekiz kişi feci surette katl edilmiştir. 

Bundan başka Yunanlılar islâm köylerine gece ve gündüz baskınlar yapmışlar ve ele geçirdikleri genç, ihtiyar bütün erkekleri bağladıktan sonra bilinmeyen bir yere götürmüşlerdir. Bunun etkisinde kalan kadın ve diğer erkekler köylerini terk ederek, dağlara ve ormanlara kaçmışlardır. 

Yunanlıların bu şekilde davranışlarının sonucunda bölgedeki Türk nüfusun heder olabileceği anlaşıldığından, bunun için tedbirlerin acilen alınması istenmektedir.(40)

Yunanlılar bundan başka Edirne’ye bağlı Körmut köyünde Hacı Ağa’nın hanesine silah atarak girmişler ve istedikleri paranın verilmemesi üzerine ise ailesi Tepe Hanım’ı onsekiz yerinden bıçaklayarak öldürmüşlerdir. Yine Buçuktepe mahallesinden Mustafa’yı da aynı istekle altı çocuğuyla öldürmüşlerdir. 

Yunanlılar sadece yöre halkına değil, tabiata da zarar vermişlerdir. Nitekim hudud bölgesindeki ormanları yakmışlar ve yangın dört-beş gün devam etmiştir.



Yunanlılar bölge ahalisine yaptığı zulümden başka Doğu Trakya’da yaşları 26-29 arasındaki İslam ahaliden asgari 400, azami 1000 drahmi olmak üzere bedel-i nakdî de almaya başladıkları Sinekli Hudud EmniyetMüfettişliğinden Emniyet-i Umûmiye Müdürlüğüne raporlar gönderilmiştir.

Yunanlıların, bu şekilde davranarak, bölgedeki Müslüman halkı korkutarak kaçırma ve bölgeye Rum halkı yerleştirerek, Trakya’nın tamamını kalıcı olarak işgal etmek istedikleri de bilinmektedir. 

Nitekim bir belgede, buraların asıl sahibi Rumlar olduğunu ve Balkan Savaşından sonra buralara Müslümanların yerleştirildiğinden bahisle, Saray ve Vize’de bulunan 200 hâne Müslüman evlerinden zorla çıkarılarak, buralara Rum ahali yerleştirilmiştir. Bu şekilde çiftini çubuğunu terk etmek zorunda kalan Müslüman halk, tarlalarının da zorla Rumlar tarafından ekilmesiyle, Rumların tarlalarında çalışmaya başlamışlardır. Ayrıca Yunanlılar Trakya’da yaşayan Müslüman ailelerin hayvanlarına da el koymuşlardır.

Doğu Trakya’da Yunan çetelerince yapılan mezalime engel olmak amacıyla, Türk jandarma kuvvetleri Rum çetelerini şiddetle takip etmiş, bunları zaman zaman yıldırmış ve böylece Türk halkı biraz olsun rahatlatmıştır. Ancak, yukarıda da değindiğimiz üzere, Yunanlılar ve Rum çeteleri Trakya’yı tamamen boşaltana kadar da Müslümanlara karşı yaptıkları çete faaliyetlerinden vazgeçmemişlerdir.


C- Yunan Mezalimine Karşı Tepkiler 
Yukarıda ayrıntılarını verdiğimiz ve burada ayrıntılarına girmediğimiz daha pek çok vahşetler karşısında, ne yazık ki Osmanlı Hükûmeti protestodan öte bir şey yapamamıştır. 

Trakya’nın işgaline karşı en büyük tepki Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmâniyesi tarafından gösterilmiştir. Cemiyet Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Gelibolu, Gümülcine ve  Dedeağaç’ı içine alan ve bir bütün teşkil eden Trakya’nın ırk, kültür, ekonomi ve tarih bakımlarından Türklere ait olduğunu ilmî ve tarihî  vesikalarla ispat etmek için kurulmuştur. Bunun için Trakya davasıyla da en etkili mücadeleyi vermişlerdir ve Edirne’de çıkardıkları Trakya isimli gazete ile de Trakya ile ilgili vesika ve haberleri yayınlamışlardır. Böylece Trakya meselesinin Türkler için bir ölüm-kalım davası olduğu anlaşılmıştır. 

Yunanlıların bölgeyi işgalleri sırasında ise Osmanlı Meclis-i Vükelâsınca 1919 yılı Haziran ayı toplantısında, Trakya’ya Yunan askerleri gelmeden önce sükûnet hâkimken, Yunanlıların gelmesiyle, bölgede yaşayan Rum ahalinin şımardığı ve elemli hadiselerin meydana geldiğinden bahisle, İtilaf Devletlerinin duruma müdahale etmesi yolunda bir kararlar ve bir dizi tedbirler yayınlamıştır. Ancak İtilaf Devletleri komiserleri bu teşebbüslere cevap verme nezâketini bile göstermemişlerdir. 

Mustafa Kemâl da, Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla, olayla yakından ilgilenmiş ve Yunanlıların ve yerli Rumların teşkilat ve teşebbüslerine karşı, Türk halkı tarafından da aynı teşkilat ve teşebbüslere girişilmesini istemiştir. Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ise Doğu Trakya’da bekçi-korucu sistemi uygulanmasıyla işgal ve Rumların yaptığı mezalimin önüne geçmek istemiştir.

Bundan başka İtilaf Devletleri temsilcilerine de işgaller ve katliamları kınayan telgraflar gönderilmiştir. Ayrıca Yunan mezalime ait evrak ve vesikalar toplanarak Türkçe ve Fransızca olarak mecmualar da bastırılmıştır.

Yunanlılar Doğu Trakya’dan çekilirken de Müslüman halkın hayvanlarını gasp ettikleri ve yine yerli Müslüman halka reva gördükleri zulüm ve cinâyetleri kontrol ve men’ etmek için muhtelif heyetlerce gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir. Ancak İtilaf Devletlerine mensup heyetlerin gelmesinden sonra bile, temsilcilerinin gözü önünde, Yunanlılar mezâlime devam etmişlerdir.

Yunanlılar, İtilaf Devletlerince Doğu Trakya’nın Türklere bırakılacağı haberi Edirne, Tekirdağ mıntıkalarında, ahalinin zorla katılımının sağlanmasıyla miting yaptırmışlardır. Ayrıca Müslüman halkın Yunan idaresinden hoşnut oldukları ve tekrar Osmanlı idaresi altına girmeyi kabul etmeyecekleri ve bu uğurda Yunanlılar ile birlikte mücadele edeceklerini bildiren mitingler düzenlemekten geri durmamışlardır.


Sonuç 
Mondros Mütarekesi sonrasında İngilizler tarafından Yunan Ordusuna Anadolu’ya asker çıkarma izni verilmiş ve bölge insanı üzerinde katliam ve mezalim uygulanmasının da önü açılmıştı. 

Yunan Hükümeti Trakya Bölgesindeki faaliyetlerinde askeri güçlerinin yanında sivil çeteleri de kullanmıştı. Nitekim Yunan ordusu ve bu sivil çeteler, bazıları silahlı bazıları silahsız Türk ve Müslüman ahaliyi korkutup kaçırmak için korkunç işkenceler uygulamışlardır. 

Bu işgaller ve zulümler esnasında kurtulabilen halk kendilerini daha emniyetli gördükleri yerlere kaçmaya çalışmışlardır. Bazı yerlerde ise daha işgale uğramadan zulüm korkusuyla köyleri, kasabaları önceden boşaltmışlardır. Esas gayeleri de bu olan Yunanlılar bu sayede bölgedeki Türk nüfus azaltacak ve yerlerine Rum göçmenleri yerleştirilerek, bölgede nüfus çoğunluğu temin edilecekti. 

Arşiv belgelerinden çıkan önemli bir sonuç ise Trakya’da Yunan işgal kuvvetlerinin karşısına, Müslüman Türk ahalinin Mustafa Kemal liderliğinde birleşerek çıkmaları korkusudur. Nitekim Yunanlılar, bu korkunun verdiği endişe ile bölgede eli silah tutabilen Müslüman-Türk ahaliye akla hayale gelmeyen işkenceler uygulamışlardır. 

Üç yıldan fazla bir zaman Yunan işgali altında kalan Doğu Trakya bölgesindeki halkın maruz kaldığı vahşetin ve uğradığı zararın tamamının anlatılması burada imkânsızdır. Zira bu konuda belgelenmiş vesikaların yanı sıra, belgeleri ele geçmemiş veya belgelenmemiş daha nice vahşet ve cinayetlerin varlığı muhakkaktır. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde sayısız belgeler mevcuttur. 

Sonuç olarak Yunanlıların bu işgaldeki en önemli politikasının Müslüman-Türk halkını uyguladıkları sistematik vahşet ve katliamla korkutup sindirmek, bu yöntemle bulundukları bölgeden iç kısımlara doğru göçe zorlamak, onları mağdur etmek olduğu görülmektedir. 








Yrd.Doç.Dr.Türkmen TÖRELİ
Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İzmir








dipnotlar:
2) Bunun için bkz. Kadir Mısıroğlu, Türkün Siyah Kitabı Yunan Mezalimi, Đstanbul 1979, s.67-80. Ayrıca bkz. Metin Ayışığı, “Unutulan Soykırım: Batı Anadolu’da Yunan Mezalimi”, Türkler, c.15, Ankara 2002, s.777. 
3) Balkan Savaşı sırasında Yunanlıların ve diğer Balkan devletlerinin Türklere yaptıkları mezalim hakkında bkz. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri(1912-1913), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995. Batı Anadolu’da yapılan Yunan mezâlimi hakkında bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.m., Millî Mücadele’de Alaşehir Kongresi ve İç Ege Bölgesi Sempozyumu. 
40) Halaçlı köyü civarına da Yunanlılar dikenli tel örgü yapmışlar ve bin-binyüz kişilik Müslüman kafilesi aç ve bî-ilaç olarak buraya konulmuş, böylece Yunanlılarca Müslümanlara reva görülen mezalimin hâlâ şiddetle devam ettiği anlaşılmıştır. Bkz. BA, DH.KMS, Dosya 62, Gömlek 78, 9 Ra. 1341(30 Eylül 1922). Yunan askerlerince Edirne, Kırkkilise, Tekfurdağı, Gelibolu ve Eceâbat liva ve kazalarında ahaliye yaptıkları mezâlim ve nüfus zayiatı hakkındaki çizelge için bkz. Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, I, Ankara 1995, s.327.







________________________