Translate

20 Şubat 2014 Perşembe

EMPERYALİZM VE ERMENİ SORUNU



"Savaş, ön işgal, yalan nasıl pazarlanır ve Medyanın etkisi"
Ümit ÖZDAĞ



BU kayıt sözde Ermeni soykırımının ve diğer psikolojik operasyonların milletimize nasıl dayatılmaya çalışıldığını anlatmaktadır.




Türk - Ermeni İlişkilerinde Tarihi Gerçekler, 
Psikolojik Operasyon

Ayda petrol bulunduğuna dair bir haber okursanız, bunun derhal yalan olduğunu düşünebilirsiniz ki doğru düşünüyorsunuz demektir. Çünkü petrolün oluşması için bitkilerin fosilleşmesi gerekir. Ayda ise bitki yoktur ve olmamıştır. Öyle ise ayda petrol olmaz.

Bu çok açık bir gerçekten siz eğer insanların "ayda petrol olduğuna" inanmalarını sağlamak isterseniz, yine de bunu yapabilirsiniz. Bunun için gereken doğru teklifleri kullanmanız yeter. Önce bazı uzmanları ay hakkında bildiklerimizin yeterli olmadığını, aydaki doğal kaynakların dünyadaki doğal kaynakları sıkıntı için bir çare olabileceği konusunda bir makaleler yazarlar.

Bu makaleler gazetelerde haber yapılır. Sonra aydaki doğal kaynaklarla ilgili sempozyumlar düzenlenir ve böylece kamuoyunun kafasında ay doğal kaynaklar ikilisi konusunda bir zihinsel hazırlık bir aşamaya taşınmış olur. Bu döneme "ön propaganda dönemi" diyebiliriz.

Bu dönem gerçekleştirdikten sonra ikinci aşamaya geçilir ve ikinci aşamada sanayideki gelişmenin dünyanın her yerine yayılması sonucunda petrol kaynaklarının küresel talebi karşılamadığı doğrultusunda yayınlar ve televizyon konuşmaları yapılırken, makaleler yapılır, yazılır, röportajlar yapılırken ayda petrol bulunması ihtimali olduğu tartışmaları kamuoyuna yoğun bir şekilde taşınmaya başlanır.

Bu süreçte özellikle "ayda petrol olamaz" diyen bilim adamları ve politikacıların görüşlerinin yetersiz, bilimsel değil ve ilerlemenin karşısında olduğu şeklinde kamuoyuna bir intiba verilmesi gerekir.

Aynı süreçte değişik basın, yayın organlarında ay yüzeyinde petrol benzeri bir maddenin bulunduğuna dair düzenli olarak da haberler yayınlanmasında fayda vardır. Kamuoyu bu süre içerisinde ayda petrol görüşüne daha fazla alışacaktır. Bu süreçte yine bazı bilim adamlarına aydaki petrolü araştırmaları için geniş mali kaynaklar oluşturulur.

Bu bilim adamlarının yaptıkları ayda petrol olduğuna dair ihtiyatlı ve ihtiyatsız açıklamalar başında abartılı şekilde yer almalıdır. Hatta "Ayda Petrolü Sevenler Derneği" diye bir dernek kurulabilir, tişörtler yapılabilir, sevilen bazı markalar ile "ayda petrol var" görüşü bir araya getirilebilir. "Ayda petrol olduğu" görüşünün ders kitaplarına konulması içinde artık baskıların yapılmasına başlanılabilir.

Bu arada "ayda petrol olduğu" görüşünü savunanlar başında birbirlerine atıfta bulunarak tezlerinin doğruluğunu kanıtlamaya başlarlar. Yani "ayda petrol var" görüşünü savunan Mehmet aynı görüşü savunan Ahmet'i tezinin doğruluk kaynağı olarak gösterebilir ve ayda bulunan petrolün dünya ekonomisinin yapacağı katkıların hayatı nasıl ucuzlatacağı, üretimin ucuzlamasıyla gelirlerin nasıl artacağı, küresel bir refah döneminin nasıl başlayacağına dair ekonomik araştırmalar artık yayınlanır ve televizyon programlarında tartışmaya açılır.

Kuracağımız psikolojik baskı ile "ayda petrol olduğu" na inanmayanları dahi bu görüşleri açıklamaktan korkar hale getirmeliyiz. Hatta bir kısmı "Tamam ayda petrol var, ancak arayacak isek de bunu onurumuzla arayalım" demeli, bu noktaya gelmelidirler.

Artık zafer bizimdir, çünkü doğru dürüst karşımızda kimse kalmamıştır. Enerji sektöründen emekli olan ve ayda petrol olduğunu savunanların desteğinin alınması önemlidir.

Ancak inanmayanların görüşlerinin kamuoyu ile inanmayanların ayda petrol olduğuna görüşlerini kamuoyu ile paylaşmaları rahatsızlık vericidir. Onların mümkün olduğu kadar az bu görüşlerini dile getirmeleri sağlanmalı.
"Yazık işte böyleleri de var. Ne yapalım? Onlarda sonunda gerçeği görecekler" şekilde onlara acıyarak bakılmalı ve bunların ayda petrol bulunmamasından çıkarı olan çevrelere mensup olduğu sürekli ve sürekli tekrarlanmalıdır. Halkın ayda petrol olup olmadığı konusunda ne düşündüğünü de ilgili olarak kamuoyu araştırmaları yapılmalı, bu araştırmalarda derneklerde "ayda petrol bulunursa iyi olur mu?" sorusu sorulmalı, "evet, olurdu" diyenlerin "ayda petrol bulunduğuna" inandıkları tekrar ve tekrar başında açıklanmalıdır.

Üniversitelere verilecek fonlarla üniversite öğrencilerinin bu konuda yazacakları makalelerle ilgili yarışmaları düzenlenmelidir. "Ayda petrol olduğunu" ileri sürenler mali olarak ödüllendirilmelidir. Onlar, bu görüşlerinde samimi olmasalar dahi, bir süre sonra bu görüşe inanmak ve hatta ayda petrol olduğunun kesin savunucuları olmak zorunda kalacaklardır. Aksi halde vicdanları kendilerini rahatsız eder. Böylece tezimizin en güçlü savunucularının da zaman içerisinde ortaya çıktığını göreceğiz.

Aslında halkın çoğunluğu bütün çabamıza rağmen bize inanmayacaktır. Ama kimse bize karşı örgütlü bir direnci temsil edemeyecektir. Aydınların büyük bir kısmı ayda petrol olduğuna inanmayacaktır ama toplum içinde yaptıkları açıklamalarda "ayda petrol bulunursa çok iyi olur" diyeceklerdir. Artık sonuca vardığımızı söyleyebiliriz". "Ayda petrol var" oyunu gerçekçi olmaktan uzak mı?

Şimdi Ermeni meselesinde, AB meselesinde olduğu gibi, "ayda petrol var" oyunu oynanıyor.
"Ayda petrol var" oyununu ben yazmadım. CIA nın bir ders kitabından aldım, internetten. Nasıl?

Bu konuda bu oyun kapsamlı, uzun vadeli, ısrarcı ve bilimsel yöntemler kullanılarak uygulamaya konulan bir psikolojik operasyondur. Karşınızda olanlar bilim ve hakikat aşığı bir kaç bilim adamı değil, yabancı istihbarat servislerine değişik nedenlerle çalışan emperyalizmin kiralık ajanlarıdır. Meselenin bir demokrasi ve fikir özgürlüğü meselesi olarak sunulması büyük bir soytarılıktır.

Düşman karargahlarının hazırladığı ve finansmanı sağladığı yıkıcı faaliyetler fikir özgürlüğü ve demokrasi kapsamında formel (biçimsel) olarak alınsa dahi gerçek niteliği asla gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye'ye karşı başlatılan ermeni soykırımı psikolojik operasyonu AB süresince Türkiye'nin federalleşmesi projesinin bir parçası olan kültürel savaşın alt kompetanıdır. Bu kültürel savaşın diğer parçasını ise Fener Rum Patriğinin Ekümenik konuma oturtulması çalışmaları oluşturuyor ki, bugün bunun üzerinde durmuyoruz.

Operasyonun psikolojik hedefi Türk milletini tarihinden koparmak ve özgüvenini sarsmaktır. Orta ve uzun vadede ise Ermenistan ve dünya Ermenilerinin tazminat ve toprak taleplerine zemin hazırlamaktır.

Bu çerçevede sözde Ermeni soykırımı tezini Türk toplumuna kabul ettirmek için çalışmalar başlamıştır. Türklerin Ermenileri soykırım ile yok etmek için planlı bir süreci 1915'te yürürlüğe koyduklarının propagandası Türk toplumuna bir psikolojik harekât kapsamında kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

Önümüzdeki aylarda ve yıllarda Türkiye'nin gündeminde Ermeni meselesi değişik boyutlarda yer alacaktır. Türk devlet ve toplumu sözde soykırımı kabul edecek şekilde olgunlaştırılmaya çalıştırılacaktır. Annelerimizin ve eşlerimizin çok kullandığı bir kelime vardır, mutfakta, "kulak memesi kıvamına getirmek". Beyinlerimiz "kulak memesi kıvamına" getirilmeye çalışılıyor efendim şimdi.

Birinci adım:
Her şey kitabına uygun olarak yapılıyor. Psikolojik operasyonları yönetmeliklerinin mutlak anlamda uygulandığını görüyoruz. Önce Ermeni tezini savunan kitapevleri kuruldu Türkiye"de. Bir kaç yıl içince birinci hamlede 70'in üzerinde ermeni tezini dolaylı ve dolaysız destekleyen kitap çıkarıldı. Son bir sene içinde bu kitap sayısının adedi 100'ü aştı. Sonra AB "Ermeni soykırımını kabul etmeniz tam üye olmak için şart değil ama kabul ederseniz iyi olur" açıklamasını yaptı.

Fransa ise "benim için ermeni sorununun kabul edilmesi ön şarttır" dedi. Şimdi AB üyesi ülkeleri tek tek Fransa"nın Ermeni meselesine benimsediği tutumunu kabul ettirme sürecine girdiler. Böylece sorun AB dışında AB ülkelerinde Türkiye'nin aleyhine çözülecek bir zemin oluşturuyor.

Bu arada Almanya iyi polis görevini üslendi, oysa Almanya AB içinde ermeni tezinin gizli motoru olmak durumunda. AB süresince Türkiye'ye gelen batılı operasyoncular ermeni meselesiyle ilgili tespitlerini Türk toplumuyla paylaşmaya başladılar.



Cüneyt Ülsever bunlardan bir tanesini 19 Mart tarihli yazısında özetledi ve tezler şunlardı:

1. Ne yapmış olurlarsa olsun, mağdur taraf Ermenilerdir.

2. Ermenilerin Ruslarla iş birliği yapmış olduklarını kabul etsek dahi masum Ermenilerin öldürüldüğü şüphe götürülmez.

3. Mesele Türkiye'nin iddia ettiği gibi tarihçilerin değil, siyasetçilerin işidir. 17 Aralık sonrasında AB - Türkiye ilişiklerinde yeni bir şart haline gelmiştir.

4. Ermeni diasporası ve Türkiye'deki istemeyizciler suçlular bir rant ekonomisi oluşturmuşlardır. Çözüm istemiyorlar. Oysa Türkiye'de bir rant ekonomisi yok Ermeni meselesinde. Olsaydı, ben bilirdim. Türkiye'deki ilk ermeni enstitüsünü kuran benim. Ve Türkiye'de ermeni konusunu çalışan insan sayısı çok az devlet bu işin arkasında değil, özel sektör ise ermeni meselesiyle ilgili en ufak bir çalışmayı dahi desteklemiyor. Bu konuda kapısını çaldığım işadamları "bizi ermeni teröristleriyle karşı karşıya getirmeyin Ümit Bey" diye nazik bir cevap verdiler bana....

5. Ermenistan'ın ekonomisinin kurtuluşu Türkiye'nin kapılarını açmasına bağlıdır.

6. Türkiye büyük devlet olarak bu jesti yapmalıdır.

Hep bize söylenen şey

7. Kars ve Iğdır halkı ermeni sınır kapısının açılmasını istemektedir.

Bunlar AB temsilcilerinin Türkiye'nin önüne koyduğu argümanlar.
Bu argümanlar birlikte üçüncü adımın atıldığını görüyoruz. İçerden ve dışarıdan müdahalelerle psikolojik operasyonun alt yapısının oluşturulmasından sonra aniden AB ermeni meselesini tartışın dedi ve sanki bütün televizyonlarımızda ermeni meselesi tartışılmaya başlandı.

Sanki ermeni televizyonunda Türk tezi anlatılıyormuş gibi objektiflik adına ermeni soykırımını, sözde soykırımı, savunan bilim, yani operasyon adamları ortada dolaşmaya başladı. Boğaziçi Üniversitesinde alternatif ermeni konferansı düzenleme kararı alındı ve toplantı, bildiğimiz gibi, bir süre sonra Bilgi üniversitesinde gerçekleştirildi. "Evet, biz yaptık. Biz Türkler çok kötüyüz. Ermenileri kestik" hezeyanlarıyla bilimsel toplantı görünümünde bir toplu ayinin sergilendiği bütün Türk toplumu gördü.

Konferansın davet metninde şu satırları okumakta hiç şaşırtıcı değildir. Konferans düzenleyicileri bu yeni oluşumun ortak faydasını vicdanı bir sorumluluğun idraki olarak ifade ediyorlar. Bu yalnız bilimsel gerçeklikte açısından veya dünya vatandaşlığı nezdinde bir sorumluluk değil, ülkemize, toplumumuza ve demokrasimize karşıda bir sorumluluktur deniliyordu.

Ancak toplantı toplumdan gelen tepki üzerine iptal edilince toplantıyı düzenleyen profesörlerden bir tanesi şu açıklamayı yaptı: "Biz amacımıza ulaştık". Demek ki, amaç konferans değilmiş. Çünkü şu ana kadar ben dünya tarihinde, hiç düzenlenmeden amaca ulaşan profesör, bilimsel konferans hatırlamıyorum.
Bu ancak psikolojik operasyon sonucu.

Bu arada konferansın amacına karşı olanların büyük bir kısmı yanlış bir demokrasi algılaması ve kompleksi içindeler. Kusura bakmayın. "Her şeye rağmen yapılsaydı iyi olurdu" görüşünü savundular. Evet, bir düğün salonunda yapılsaydı, kabul edilebilirdi. Ancak bir üniversitede asla.

Demokrasi başkalarının görüşlerine ve eylemlerine saygı duymamızı gerektirir muhakkak. Ancak tecavüze uğrayan bir insan saldırgana saygı duymaz ve ona gereken cevabı vermek durumundadır. 

Ben kişisel olarak kendimi Türkiye'nin ve Türk milletinin milli varlık ve menfaatlerine karşı saldırgan ve işbirlikçi bir tavır alan hiç kimsenin ve bu arada bizim Ermenicilerin görüşlerine en ufak bir şekilde saygı duymak zorunda hissetmiyorum.

Kıbrıs’ta yapılan, şimdi Ermeni meselesinde karşımıza konulmaya çalışılmaktadır. Sonunda Ermeni sözde soykırımının kabulü Türkiye için ön şart haline gelecektir. Dışarıda bu çalışmalar devam ederken, içeride de süreç devam edecektir.

Türk siyasetçileri, asker ve sivil bürokratlar buna hazırlanmak, halkı ise tepkisiz hale getirmek için bir süre daha yanlış çalışılması gerektiriyor. Bu amaçta önümüzdeki dönemde Türk tarihine yönelik kapsamlı bir karalama kampanyasının başlayacağına emin olabilirsiniz.

Bu kampanyanın en azından iki ayağı olacaktır. 
Birincisi tarihsel planda içimizde şüphe uyandırmak ve "galiba biz bu işi yapmışız" dedirtmek. 
İkinci ayağı ise AB tam üyeliği olmaz isek kaybedecek çok şey var. Üye olmak için kabul etmek gerekiyorsa kabul edelim gitsin düşüncesi.

Türk devleti ne yazık ki, bir bilim olan psikolojik savaş ve propaganda konusunda olağanüstü geri kalmıştır. Daha açık bir ifadeyle nasıl yapacağını bilmez, önemini de anlamamıştır. Türk devleti içinde bu konunun uzmanlarının ise kendilerini siyasal seçkinleri anlatamadıkları veya anlaşılmadıkları PKK ve Kıbrıs meselesinde çok açık ortaya çıkmıştır.

Düşman psikolojik ve propaganda savaş ve propaganda merkezlerinin kapsamlı operasyonları ve gelişmiş teknik uygulamaları karşısında ülkemiz ne yazık ki savunmasızdır. Ermeni meselesinde savunmayı devlet değil, artık örgütlenmiş Türk aydını omuzlarına almak zorundadır.

Bu noktada bize yol gösterecek olan aziz Atatürk'ün , "bu iddialar kesinlikle doğru değildir, iftiradır. Bunu yalnızca Batı'ya değil kendi yurttaşlarımıza da önemle ihtar etmek gereğini duyuruyoruz. Zira seyrek olmakla birlikte üzüntüyle işitiyoruz ki, milletimizin tarihini okumamış ya da milli hissiyattan mahrum kalmış olması gereken kimi kişiler yabancıların bize karşı ortaya attıkları suçlamaları ret etmekten başka bir de vatanlarını milletlerini özürlü göstermekten çekinmiyorlar. Hala salonlarını bize karşı konferans verdirtmek için yabancılara açık tutanlar var ve bu gibilere lanet" diyor Mustafa Kemal.

Ermenicilerin gerçek niteliği ortaya konulmalı ve onlara öyle davranılmalıdır. Bu davranış aşağılama, küçük görme, görmemezlikten gelme, küçümseme, tiksinti ve gerekirse en ağır şekilde milli zeminde hakaret etme olmalıdır. Esasen Türk hukuk sistemi bu davranışın bütününü emretmektedir.

Yargıtay 4’uncu Hukuk Dairesi 92 - 1200 361 ve 150015375 no’lu kararıyla bu konuda ortaya bir hukuk şaheseri koyuyor.

Hüküm şöyle: Anayasanın 176.ncı maddesi uyarınca onun başlangıç kısmı da metne dâhildir. Başlangıç bölümünün 7.nci fıkrası gereği olarak Türklüğün manevi değerlerine, ulusal çıkarlarına aykırı hiç bir düşünce koruma göremez".

Son fıkrayla değer ve çıkarlar Türk milleti tarafından Türk evladının vatan ve millet sevgisine emanet olmuştur. Milletime küfredene gereken en hakareti yaparım ve bu ülkede, bu anayasa çerçevesinde kimse bizi sorumlu tutamaz.

Türk milletinin çıkarlarının savunmanın yolu Ermeni meselesinde Türk halkını aydınlatacak televizyon programları, kitaplar, makaleler yayınlamak, sempozyumlar düzenlemektir. Tartışmalı, tartışmayı fikri zeminlerde deliller ve esasında gerçekleştirmeliyiz.

Ancak bu tartışmalar yapılırken Batı'nın soykırım suçlarını ortaya koyarak 1821 - 1920 arasında Kafkaslar ve Balkanlarda nasıl 5 milyon Türk'ün katledildiğini, 5.4 milyon Türk"ün sürüldüğünü artık tartışmalıyız. Kirli projelerin parçası olanlarına bedel ödetmeliyiz. Milli demokratik tepkiyle tarihimize hakaret edenlerle uğraşmak gerekiyor.
Ve son söz olarak:

50 Türk anası tecavüz edilmek üzere Akdamar adasına götürülürken Ermeni çeteciler tarafından, kendilerini Van gölüne atmışlar ve boğularak ölmüşlerdir. Benim teklifim, bu anaların isimleri elimizde var, Akdamar adasına bir anıt dikelim ve bu 50 asıl Türk kadınının adlarını oraya yazalım. Van şehri Ermeni çeteciler tarafından yok edilmiştir. Bu anlamda TBMM, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi, Van şehrine de bir isim vermeli ve bu isim "Şehit Van" olmalıdır ki, tarihsel bilincimizde Van'a ne yapıldığını tekrar ve tekrar hatırlayalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 
Prof. Dr. Ümit Özdağ. şubat 2014






Tarihi 15 aralık 2005, yer İTÜ konferans salonu.
1.BÖLÜM





2.BÖLÜM




3.BÖLÜM



.........................



“TURİSTLERE TEZLERİMİZ ANLATILMALI”

-4-) Turizm, ülkemiz ekonomisine yaptığı katkılar, bu sektörün gelişmesinin büyümesinin Türkiye’ye sağlayacağı yararları hepimiz bilmekteyiz. Her yıl ülkemize on milyon civarında turist gelmektedir. Bu sayının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı uzmanlar tarafından da belirtilmiştir. Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye 370.000 Fransız gelmiştir. Ayağımıza kadar gelen bu insanlara ve diğer ülkelerden gelen turistlere, başta Ermeni soykırım iddialarına karşı tezlerimiz olmak üzere, Kıbrıs, Ege gibi ulusal davalarımızı uygun bir dille anlatacak kitapçıklar, birkaç sayfalık özet broşürler, değişik dillerde hazırlanarak sunulmalıdır. 

Bu çalışma için, Türkiye Rehberler Derneği başta olmak üzere bazı turizm örgütleriyle ortak hareket edilmelidir. Burada, rehberlerin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Yabancı dillere hakim olan rehberler, ülkemizin tarihine, ekonomisine, sosyal yaşantısına dair bilgiler verirken, özellikle soykırım iddialarına karşı pratik bilgiler sunabilmelidirler. Ülkemizin çağdaş yüzünün gösterilmesinde rehberlerin katkısı yadsınamaz. Tatil psikolojisi içindeki insanlarla çok rahat ve samimi ilişkiler kurabilen rehberlerin, gerek bire bir ilişkiler sırasında, gerekse grup ortamlarında, ülkemizin acımasızca suçlandığını ve iftiralara maruz kaldığını anlatabilmeleri, kendilerini dinleyen turistleri etkileyebilmeleri ve tezlerimizi kabul ettirmeleri mümkündür. 


Unutulmamalıdır ki, Yunanistan, turizmin bu yönünü iyi tahlil ederek, rehberleri, ulusal davaların anlatılması konusunda görevlendirmiş, özellikle Türkiye ile olan sorunlarını her fırsatta anlatılmasını sağlamıştır. 


Önemli olan, dünya kamuoyuna bizim tezlerimizi götürebilmektir. Bunun için kullanılacak yöntemlerden biri de mutlaka bu olmalıdır. Bu konuda rehberleri kısa süreli de olsa bir eğitimden geçirmek büyük yarar sağlayabilir.






ve diğer önerileri



“FRANSA’DAKİ TÜRKLER 
FRANSIZ VATANDAŞLIĞINA GEÇMELİ”

-1- ) Başta Fransa olmak üzere, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarına geçmeleri yönünde bir kampanya hemen başlatılmalıdır. 

Tüm dış temsilciliklerimiz, bu kampanyaya öncülük etmeli, bunun için Türk dernekleriyle sıkı ilişkiler sağlayarak, birlikte hareket etmelidirler. 330.000 göçmen işçi statüsünde, 90.000 ekonomik ilticacı ve 30.000 Fransız vatandaşlığına geçmiş Türk insanın, toplam 450.000 kişilik bir Türk topluluğunun bulunduğu Fransa’da, hızlı bir vatandaşlığa geçiş kampanyası gerçekleştirildiğinde, 400.000 Ermeniden oluşan diasporanın oy potansiyelini hedefleyen Fransız politikacıları, bundan böyle, Srasboğurg, Colmar, Montbeliard, Metz, Nancy, Orleans, Montargis, Chateauroux, Dreux gibi kentler ve Paris ile yakın banliyölerinde (Goussanville, Sarcelles, Garges, Clichy Sous-bois, St. Deniz, Aulnay, Enghien, Paris 2, 9, 10, 19, 20, Bölgeler) yoğun olarak yaşayan vatandaşlarımızı da dikkate almak zorunda kalacaklar, Türkiye aleyhine bu kadar kolay vermeyeceklerdir. 


Yine Türk vatandaşlarının doğum, Türkiye’den yapılan evlilikler ve aile birleştirmeleri gibi nedenlerle hızla artan nüfusu, en geç 10 yıl sonra Ermeni nüfusunun çok ama çok ilerisinde olacaktır. Fransa’da vatandaşlığa geçiş sürecinin bir yıl olduğu dikkate alındığında, beş yıl sonra bile, Türk asıllı Fransız vatandaşlarının sayısı, gücü, önemi, bu ülkedeki siyasal partiler tarafından büyük bir oy potansiyeli olarak değerlendirilmeye alınacaktır.



“ÜNİVERSİTELER BİLİMSEL 
ARAŞTIRMALARA YÖNELMELİ”

-2- ) Bazı üniversitelerimiz, Fransız üniversiteleriyle ilişkilerini kesmek, Fransızca öğrenimi yasaklamak gibi popülist tepki ve tavırlar yerine, asıl görevleri olan bilimsel araştırmalara dönerek, ülkemizin tezlerini anlatan, kitap, broşür vb. yayınlara önem vermeli, her üniversitemiz bir Fransız üniversitesiyle ilişki kurarak, Fransızca olarak çıkardığı yayınları iletmeli, bilgi akışını devamlı kılmalı, tezlerimizi içeren yayınların üniversite kütüphaneleri ve dokümantasyon merkezlerinde yer alması sağlamalıdır.


“SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNE DE GÖREV DÜŞÜYOR”

-3- ) Günümüzde, her şeyin devletten beklenmemesi gerektiği artık herkes tarafından bilinmektedir. Çağımızın en önemli yeniliklerinden biri de, sivil toplum örgütleridir. Bu tür örgütlenmeler, yalnız kendi ülkelerinde değil, ortak projeler yürüttükleri yabancı sivil toplum örgütleriyle, değişik ülkelerde de önemli çalışmalar yapmaktadırlar. 

Devletten devlete diyalog kuruluşunda zorluklar yaşanırken, sivil toplumlar arası diyaloglar çok kolay ve sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Başka bir deyişle, sivil toplum örgütleri, yurt dışında devletin birçok kuruluşundan daha etkin çalışmalar yapabilmekte, ülkeler arası, toplumlar arası ilişkileri rahatlıkla kurabilmektedir. Bu nedenle, ülkemiz sivil toplum örgütleri, Fransız sivil toplum örgütlerine yönelik bir kampanya başlatarak, ortak toplantılar, konferanslar, tarihi araştırmalar türünden çalışmaların ilk adımlarını atabilirler. 


Ermeni soykırım iddialarını araştıracak, arşivlerimizi kullanabilecek, tarafsız tarihçi ve araştırmacılardan oluşan komisyonların kurulmasına öncülük edebilir, onların çalışmalarını projelendirerek, dünya kamuoyuna yeni ve gerçek bilgilerin ulaşmasını sağlayabilirler. Bu süreci bir an önce başlatmak üzere tüm sivil toplum örgütleri çağrı yapılmalıdır.



“MİLLETVEKİLLERİ DEVREYE GİRMELİ”

-5- ) TBMM’de bulunan 550 milletvekilinden her biri, 550 Fransız milletvekili arasından, yazışmak, konuşmak ve görüşmek üzere bir milletvekili belirlemeli, direkt ilişkiler kurarak dostluklarını kazanmaya çalışmalıdırlar. Bu girişim, Fransız milletvekillerinin büyük bir bölümünde var olan ön yarıları kırabilmek ve kendi tezlerimizi kabul ettirmek bakımından yararlı olacaktır. oldukça zor gözüken bu çalışma, karşıdaki insanların kafalarında soru işaretleri oluşturabildiğinde bile başarıya ulaşmış sayılacaktır. Bu çalışma, daha sonra farklı ülkelerin parlamenterlerine yönelik olarak da yapılabilir. Başta Yunanlı parlamenterler olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinden parlamenterler, bu yöntemi kullanarak başarılı olmuşlardır.


SANAL PROPAGANDA ÖNERİSİ

-6- ) İnternet siteleri kurulması, var olanların güncelleştirilmesi ve zenginleştirilmesi, yurt dışındaki elektronik posta adreslerine, kısa, net çarpıcı ve etkileyici bilgileri sürekli yollamak, yabancı gazete ve dergilere küçük ilanlar vererek tezlerimizi anlatmak vb. yöntemler en çabuk akla gelen öneriler olsalar da, kullanılmalarında yarar vardır.


“EKONOMİK TABLO ORTAYA KONMALI”

-7- ) Fransa ya da başka bir ülkenin ürünlerini protesto etmek yerine, söz konusu ülkelerin, ülkemizde yatırımları, iş yapan şirketleri, satılan ürünleri, tüm bunların, o ülkelerin ekonomilerindeki yeri ve önemi, kazandırdığı para ve istihdam gücünü anlatan bilgiler, istatistikler ortaya koyularak, Ermeni Soykırım yasası gibi konuları gündeme getiren ülkelerin vatandaşlarına sürekli iletilmelidir. Bunun için de yine e-mail adresleri, faks numaraları, yazışma adresleri, basın ilanları yollarına başvurulmalıdır.


“ARŞİV KOLAY ULAŞILABİLİR HALE GETİRİLMELİ”

-8- ) Osmanlı arşivinin araştırmacıların kullanımına açıldığı sık sık tekrar edilmektedir. Bugüne kadar bu arşivde araştırma yapanların sayısına bakıldığında, böylesine önemli bir sahanın gerektiği gibi kullanılmadığı ortaya çıkacaktır. Osmanlı arşivini belli birkaç insanın kullandığı kaynak olmaktan kurtarıp, Başbakanlığa bağlı bu kuruluşu, süratle internet ortamına sokmak gerekmektedir. Çuvallar içerisinde bekletilen belgeler, başta İngilizce ve Fransızca olmak üzere değişik dillere çevirelerek, kurulacak internet sitesi aracılığıyla tüm dünyanın kolayca ulaşabileceği hale getirilmelidir. Osmanlı arşiv belgelerini içerecek bu sitenin tanıtımı da çok yoğun bir şekilde yapılmalıdır.


ERMENİ ENSTİTÜSÜ ÖNERİSİ

-9- ) Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, üniversitelerin ve Ermeni meselesi konusunda uzman olan kişilerin katılımıyla bir “Ermeni Araştırma Merkezi” ivedilikle kurulmalıdır. Bu kuruluş, Ermeni meselesi hakkında yayınlar çıkarmalı, bu alanda Türkiye’nin politikalarını belirleyecek çalışmalar yapmalıdır.


FEDERASYON TEZİ

-10- ) Ülkemiz, yeni bölgeler stratejiler yönelerek, Fransa’dan başlayıp, diğer Avrupa Birliği üyesi ülkelere sıçrayacak olan yeni soykırım yasalarına karşı, Avrupa Birliği’ne uyarı üyesi ülkelere sıçrayacak olan yeni soykırım yasalarına karşı, Avrupa Birliği’ne uyarı olması için, Türkiye, KKTC ve Azerbaycan’dan oluşan bir federasyon tezini ortaya atarak, bu öneriyi tartıştırmalıdır. Bu seçeneğin, hem Ermenistan’ın çevrilmesi hem de egemenlik alanını Akdeniz’in tümüne yaymaya çalışan, bunun içinde Kıbrıs Rum kesimini tam üyeliğe kabul etmenin yollarını arayan AB’ye ihtar olması gibi yararları vardır.


“TÜRKİYE DE DİĞER SOYKIRIMLARI TANISIN”

-11- ) TBMM başa Fransa tarihinde yapılan soykırım olmak üzere, soykırım yasasını tanımaya niyetlenen, sömürgeci tarihe sahip ülkelerin yaptığı soykırımları da tanıyarak bu ülkelere yanıt verebilir.


KARDEŞ LOBİLERLE İŞBİRLİĞİ

-12- ) Avrupa’da yapılacak lobi çalışmalarında, bulundukları ülkelerin vatandaşı olan Azeri, Cezayir, Tunus, Fas, Arnavut, Boşnak asıllıların oluşturduğu kardeş lobiler harekete geçirilmeli, ortak hareket edilmelidir. Avrupa’da, çoğu İran vatandaşı olan, eğitim seviyesi yüksek, sosyal ilişkileri güçlü bir Azeri lobisi bulunmaktadır. Ermenilerin, Azerilere yaptıkları göz önüne getirildiğinde, bu lobiyle ortak hareket etmenin mümkün olduğu görülecektir. Aynı şekilde, Fransa, Belçika ve Hollanda’da bulunan Fas, Tunus ve Cezayir lobileri, geçmişte Fransız sömürgesi olarak yaşadıkları dönemde olanlardan dolayı, birçok Avrupa ülkesinde bulunan Arnavut ve Boşnak lobileri, Avrupa’nın gözleri önünde maruz kaldıkları Sırp saldırıları, baskıları ve uğradıkları katliamlar yüzünden Türkiye ile hareket edecek güçleri olarak değerlendirilmelidir. Bu lobilerin ortak oy ile hareket edecek güçler olarak değerlendirilmelidir. Bu lobilerin ortak oy potansiyeli, başta Fransızlar olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri politikacılarının dikkatini çekecek ve önemli bir uyarı olacaktır. 


“EKONOMİK PROTESTO YANLIŞ”

Ekonomik yaptırımlar, ihalelere Fransız şirketlerini kabul etmeme, verilmiş ihaleleri geri alma, çok ilerlememiş ortak projeleri durdurmak gibi kararlarda, ülke olarak görebileceğimiz zararlar iyi etüt edilmeli, ekonomimizi yapacağı olumsuz etkiler dikkate alınmalıdır. Fransız halkını incitecek, karşımıza alacak, bu konuda tarafsız olan insanları karşı saflara itecek davranış ve protestobiçimlerine kesinlikle itibar edilmemesini de ayrıca sağlamak gerekmektedir.



GÜRBÜZ EVREN - 01.ŞUBAT.2012

.......................


Batı’nın hakkından Doğu Perinçek geldi

AİHM’nin, ‘Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır’ diyen Doğu Perinçek’i haklı bulması Türkiye’ye tarihi bir kazanım sağladı. Batı’nın soykırım iddiası artık geçersiz


AKP’nin 2013 yılı boyunca içte ve dışta Türk milletine kaybettirdiklerine karşın, 17 Aralık tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar Türkiye’ye bir zafer kazandırdı. AİHM  İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Lozan’da “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” dediği için verdiği mahkûmiyeti bozdu. Karar Türkiye için  tarihsel bir kazanım oldu. AİHM ilk kez sözde “Ermeni soykırımı”nın tartışılmasını özgür bırakan bir karar verdi.


Türkiye’nin “Ermeni sorunu” çözmek üzere İşçi Partisi’nin başlattığı girişimlerle 200’ün üzerinde Türk aydını 2005 yılında İsviçre’nin Lozan kentine gitmiş ve Lozan Antlaşması’nın imzalandığı kentte “Ermeni soykırımı”nın tarihsel bir yalan olduğunu söylemişti. KKTC 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın da bizzat katıldığı eylemlere yurtdışında yaşayan binlerce Türk katılmış, Türkiye’nin tarihinin yargılamaya kalkanlara meydan okunmuştu. 


Perinçek’e hapis cezası

Bu eylemler ve konuşmalar üzerine Lozan Bidayet Mahkemesi 9 Mart 2007 tarihinde verdiği kararla Doğu Perinçek’in İsviçre Ceza Yasası’nın mükerrer 261. maddesinin 4. fıkrasına dayanarak, 90 gün hapis cezası karşılığı 9000 İsviçre frangı para cezasına çarptırmıştı. Doğu Perinçek, İsviçre’de yaptığı temyiz başvurusunun reddedilmesi üzerine AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) AİHM’ye başvurdu. Yapılan başvuruda, “Doğu Perinçek’in düşüncesini ifade etme özgürlüğünün ırk ayrımcılığı gerekçesiyle çiğnenmesi ve mahkûm edilmesi AİHS’nin 10. maddesinin ihlalini oluşturmaktadır” denilerek İsviçre hakkında dava açıldı.

AİHM 17 Aralık 2013 günkü duruşmasında Doğu Perinçek’in talebini değerlendirdi. Perinçek’in 2008 yılında yaptığı başvuruyu haklı bulan mahkeme, İsviçre’nin AİHS’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddesini ihlal ettiğine karar verdi, İsviçre’yi mahkûm etti. 


Türkiye’ye kazandırdıkları

Perinçek kararı Türkiye’ye büyük bir zafer kazandırmış oldu. Avrupalı devletlerin Türkiye karşıtı soykırım tezleri uluslararası alanda ellerinden alındı. 

Çünkü söz konusu karar, Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler açısından da bağlayıcı oldu. Mahkeme parlamentolarından “Ermeni soykırımı” kararları  çıkaran Avrupa devletlerine “tarihsel konularda hüküm veremezsin” demiş oldu. 



Başta İsviçre ve Fransa olmak üzere, sözde soykırımın inkârını suç sayan yasal düzenlemeleri bulunan ülkeler, AİHM’nin bu kararı sonrasında yeni yasal düzenlemeler yapmak durumuyla karşı karşıya kaldılar. 

BASIN




Ankara'da Perinçek kararını Hollande'e anlatan olmadı mı?

Emekli Büyükelçi Onur Öymen, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın Çankaya Köşkü'ndeki basın toplantısı sırasında sözde soykırımı inkar yasası ile AB Çerçeve yasasının uygulanmasına ilişkin ısrarına işaret ederek, "Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Doğu Perinçek davasında aldığı karar bu 'Çerçeve Kararı'nı anlamsız hale getirdi. Ankara'da Hollande'a bu durum anlatılamadı mı? Yoksa kabul etmek mi istemedi?" dedi. Öymen, şöyle devam etti: "Hollande'ı sözde Ermeni soykırımını inkarı suç sayan yasa değişikliğini desteklediği biliniyordu. Anayasa Konseyi Meclisin bu amaçla çıkarttığı kararı engelledi. Gene de Hollande'ın bu konudaki tutumundan vazgeçmediği görülüyor. Ziyaret sırasında AB'nin Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla ilgili 2008 tarihli Çerçeve Kararının uygulanabileceğinin işaretini verdi. Bu çok tehlikeli bir durum yaratabilir.


Zira o kararda, BM'in 1948 tarihli sözleşmesine aykırı olarak AB üyesi ülkelerin hükümetlerinin, kendi milli mahkemelerine, bir olayın soykırım olup olmadığını kararlaştırma yetkisi verebileceğini öngörüyor. Yani Fransız Hükümeti isterse, bir Fransız mahkemesi 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirebilecek. Oysa AİHM'nin Perinçek davasında aldığı karar bu Çerçeve Kararını anlamsız hale getirdi. Bu kararın ilgili hükümlerinin iptal edilmesi gerekiyor. Ankara'da Hollande'a bu durum anlatılamadı mı?"


Öymen, "Türkiye güzel sözlerle avutulacak bir ülke değildir" değerlendirmesini yaptı.




ve Talatpaşa Komitesi'nin açıklaması : link


..............




AIHM KARARINA, EMPERYALİSTLER VE 
TÜRK KARŞITLARI HEMEN İTİRAZ ETTİLER 

TARİHİMİZE HAKARET EDENLERE 
GEREKLİ CEVAPLAR NE ZAMAN VERİLECEK?


Scholars Call for Reexamination of ECHR Judgment on Genocide Denial Case


February 16, 2014


Highlight ‘Historical and Conceptual Inaccuracies’ in Court Decision


BOSTON, Mass. (A.W.)–Concerned genocide scholars issued an open letter highlighting ”historical and conceptual inaccuracies” in the European Court’s decision on Dogu Perinçek v. Switzerland, and called on the government of Switzerland to request a reexamination of the Court’s judgment.



full text of the letter, released on Feb. 14/2014




ŞÜKRÜ SERVER AYA'NIN BU MEKTUBA CEVABI

An Open Letter to:
Madame la Conseillère fédérale
Simonetta Sommaruga
Cheffe du Département fédéral de justice et police (DFJP)
Palais fédéral ouest
CH-3003 Berne

After having read the European Court’s decision on Dogu Perinçek v. Switzerland (ECHR. 370, 230, 17 December, 2013) we, as concerned genocide scholars, believe it imperative to respond to historical and conceptual inaccuracies that are articulated in the decision, and we believe those inaccuracies have serious ethical and social significance. 


History and LAW cannot be based on what “so called – self appointed <genocide scholars> think or believe, in particular when some of the signatories have stained biographies: 

LİNK
LİNK

Historical facts have to be asserted on “irrefutable authentic documentation” and not on hearsay or opinions.

We do not take issue with the notion of freedom of expression; something that scholars agree is most often an essential part of open, democratic society. 

This sentence proves the absurdity and logical impairment of scholars who favor “not what the law”, but “scholars say or agree”!  
We are, however, concerned about elements of the Court’s reasoning that are at odds with the facts about the historical record on the Armenian genocide of 1915 and at odds with an ethical understanding of denialism. 

The word “denialism” (fabricated like the genocide allegation) does not appear in dictionaries, but we have plenty definitions such as “lie – distortion – treason etc.” which are acts punishable by laws and in particular by States during wars. Scholars must first explain if they respect the following written evidences or refute with contradictory documentation.

1- League of Nations General Secretary Sir Eric Drummond “note verbale” dated March 1, 1920 confirming that “Further, in Turkey, minorities were often oppressed and massacres carried out by irregular bands who were entirely outside the control of the central Turkish Government”. 

2- League of Nations General Secretary F. Nansen’s declaration on 21.9.1929 in the Official Gazette:
“The Armenians fought for the Allied Powers. Two hundred thousand sacrificed their lives for the cause of Entente.”

3- Russian Magazine  “Revolutionist East” No’s 2-3, 1936  Editorial by Russian Armenian historian A.A. Lalaian, p.96-97: It indicates that during the Dashnakist Republic, 1918 to 1920; in Armenia, populations died of starvation and epidemics as follows:  Armenians, from 885.000 down to 690.500 =
(Loss 22% = 195.000, Turks 77%, Kurds 98 %.)

The decision asserts that: 1) “genocide as a precisely defined legal concept was not easy to prove”; 2) “the Court doubted that there could be a general consensus as to the events such as those at issue, given that the historical research was by definition open to discussion and a matter of debate, without necessarily giving rise to a final conclusion or to the assertion of objective and absolute truths”; the court uses the phrase “heated debate” in referring to the current political context surrounding the Armenian genocide. 

First, it is the overwhelming conclusion of scholars who study genocide (hundreds of independent scholars, who have no affiliations with governments, and whose work spans many countries and nationalities and the course of decades) that the Ottoman mass killings of Armenians conforms to all the aspects of Article 2 of the U.N. CPPC definition of genocide.


[Laws are not interpreted or applied by vague statements such as <overwhelming conclusion of scholars>. “Mass killings of Armenians” are not supported by any acceptable documentary evidence.  The very opposite is asserted by the U.S. Nat. Archive Ref. 184.021/175 report of 16.08.1919 and the US Senate Res. No.266, April 13, 1920 “Report of the American Military Mission to Armenia”. Also, the “Memorandum” dated 12.02.1919 given by the Armenian Delegation to Paris Peace Conference  on 26.02.1919, quotes on P.6: 

< The Armenians have shed floods of blood to achieve this independence … the blood of volunteers and soldiers …who fought to the sides of the Allies… Armenian volunteers fought on all fronts, in France, in the Foreign Legion, by their bravery, etc.  For more details see book by their hero, the “brave Armen” (Dr. G. Pastermadjian),  “Why Armenia Should be Free” Boston, 1919. 

In 1997, the International Association of Genocide Scholars (IAGS), the major body of scholars who study genocide, passed a resolution unanimously recognizing the Ottoman massacres of Armenians as genocide. The International Center for Transitional Justice (ICTJ) prepared an analysis for the Turkish Armenian Reconciliation Commission (TARC) in 2003, stating that “the Events [of 1915] include all of the elements of the crime of genocide as defined in the Convention (UNCPPCG).

The (IAGS) should have made reference better to the 60th Anniversary of the Genocide Convention in 2008, remembering that a special “rapporteur assistant” to the U.N. General Secretary was appointed in 2004 and all demands should be directed there first. The following understanding was resolved in this convention:

 <The prosecution must prove that the defendant had “specific intent” or dolus specialis to destroy one of the mentioned groups as such… As a result if specific intent is not found, then the act will not be genocide.>  

The IAGS scholars seem to be unaware of this convention or the League of Nations statements; they further feel self-authorized to condemn a nation in absentia, without an international court or not even asking for an opposing view! Justice by law in absentia, is praised by scholars(?)

In 2000, 100 leading Holocaust scholars signed a petition in The New York Times affirming the events of 1915 were genocide and urging worldwide recognition. An Open Letter from the IAGS to Turkish Prime Minister Erdogan, in June, 2005, enjoined the Turkish government to own up to “the unambiguous historical record on the Armenian genocide.

  IAGS Scholars are so much carried away by their “knowledge and authority” that they are not even aware of P.M. Erdogan’s speech in the 2005 European Security Conference in Munich addressing to all members countries including the Armenian Minister Mr.Oskanian. This open speech is still not answered officially by any party. See: LİNK


” The only three histories of genocide in the 20th century that genocide-studies theorists (such as William Schabas) agree on are the cases of the Armenians in Turkey, in 1915; the Jews in Europe, in 1940–45; and the Tutsis in Rwanda, in 1994. The destruction of the Armenians was central to Raphael Lemkin’s creation of the concept of genocide as a crime in international law, and it was Lemkin who coined and first used the term Armenian Genocide in 1944.  
 

Raphael Lemkin’s words is not over the U.N. rules. He was whispered “Armenians” only in 1948 at the time of Nuremberg Trials. He was even unaware of the 22.000 men Armenian Legion in the Nazi Army (serving to round up his kinsmen)! 
See : LİNK


The idea put forth by the Court that crimes of genocide may only apply to the events in Rwanda and at Srebrenica because they were tried at the ICC is incomplete. Crimes of genocide have been assessed as historical events by scholars for decades now, and both the crimes committed against the Armenians by the Ottoman Turks in 1915 and those committed against the Jews of Europe by the Nazis in the 1940s were deemed genocide by Lemkin. As legal scholars have noted, crimes of genocide can be tried retroactively, and William Schabas has pointed out that in the Eichmann trial in Jerusalem, in 1961, the word genocide was used retroactively to designate crimes committed against the Jews.
 

 Why do scholars hide behind words without evidence and the claimants avoid applying to an international tribunal as guided by the new U.N. interpretations? On May 19, 1985 a group of 69 American Historians and Scholars had signed an open letter to the U.S. Congress, renouncing the genocide claims. (Later many were blackmailed, lost their jobs, and had to draw back their signatures). So, names and number of scholars have no significance, when we are debating over documents and not about opinions. 

Further, under Article 10, “the Court clearly distinguished the present case from those concerning the negation of the crimes of the Holocaust. . . . because the acts that they had called into question had been found by an international court to be clearly established.” We would note that the perpetrators of the Holocaust were prosecuted at the Nuremberg Trials (1945–46), not for the crime of genocide, but for “crimes against humanity,” even though Raphael Lemkin had previously created the term “genocide.” The Armenian case, contrary to the Court’s assertion, does have a clear legal basis for its authenticity. First, “crimes against humanity” was the very phrase coined by France, the United Kingdom, and Russia in their 1915 joint declaration in response to the massacres of the Armenians by the Ottoman Turkish government. After WWI, the Ottoman government convened military tribunals (1919–20) to try 200 high-level members of the military and government for premeditated mass murder of the Armenian population. 

The Ottomans had court-martial over 1600 cases of wrong doings during the relocation in the first half of 1916. Some 400 were found innocent, the rest were sentenced to heavy penalties including 67 executions by hanging.  The 1919-1920 “Kangaroo Court Tribunals”, sentenced all who had started the National Resistance. The Scholars also do not mention that some 144 Ottoman Dignitaries were interned in Malta for over two years to be put on trials, but all of them had to be returned because no documentary evidence could be found for even an indictment. Surprising, how “honest or neutral” these scholars prove to be, by overlooking clear facts!

 The ICTJ decision of 2006 also affirms such a legal basis.

The Court also decided, on the basis of Article 17 (prohibition of abuse of rights), that “The rejection of the legal characterization as ‘genocide’ of the 1915 events was not such as to incite hatred against the Armenian people.” Yet the ECtHR states (para 19) that “the negation of the Holocaust is today the principal motor of anti-Semitism.” We would note similarly that the denialism of the Armenian genocide in Turkey resulted in the assassination of Armenian Turkish journalist Hrant Dink, and has resulted in violence to others in Turkey.  


The murder of Hirant Dink, by a young fanatic (and which act was protested by over 100.000 Turks marching on street) has no relation whatsoever with genocide. Yet, over 250 acts of international terrorism with 42 Turks (mostly diplomats) were killed is directly related to fanatical grudge: SEE  LİNK   / ALSO SEE  LİNK


In referring to the Armenian genocide as “an international lie,” Mr. Perençik reveals a level of extremism that belies all sense of judgment. We believe that the Court makes a misstep when it privileges Turkey’s denialism (a country with one of the worst records on intellectual freedom and human rights over the past decades) as a “heated debate.” 

Racial discrimination over a historical research! What has the country’s present intellectual freedom has to do with historical events a century ago? Do the scholars mean that crime can become hereditary and contagious! 

As the IAGS has written in an Open Letter on denialism and the Armenian genocide (October, 2006), “scholars who deny the facts of genocide in the face of the overwhelming scholarly evidence are not engaging in historical debate, but have another agenda. In the case of the Armenian Genocide, the agenda is to absolve Turkey of responsibility for the planned extermination of the Armenians—an agenda consistent with every Turkish ruling party since the time of the Genocide in 1915. Scholars who dispute that what happened to the Armenians in the Ottoman Empire in 1915 constitutes genocide blatantly ignore the overwhelming historical and scholarly evidence.”  

 These slanders stand unsupported by even one authentic document. The Armenian archives are kept closed and so called scholars, never would sit at a table to debate history based on “judicially valued documents”, proves the on going insincerity.

As noted genocide scholar Deborah Lipstadt has written: “Denial of genocide whether that of the Turks against the Armenians, or the Nazis against the Jews is not an act of historical reinterpretation . . . . The deniers aim at convincing innocent third parties that there is another side of the story . . . when there is no other side.”

 Mrs. Lipstadt, speaking of Armenians and Nazis, should have made reference to the General (butcher) Dro’s dedication to Hitler, referring to an Armenian writer,  see: LİNK


 We believe that the Court’s decision and reasoning contributes to denialism and this has a corrosive impact on efforts for truth and reconciliation, and ethics.  

Sounds like arrogance or inversion of facts?

We believe it important that the government of Switzerland request a reexamination of the Court’s judgment in this case. 

 Conclusion: <IAGS Scholars> have given their names and titles to impress th readers, instead of clear cut irrefutable documents of judicial merit.


Truthfully,
Sukru Server Aya (Truth defender)   
Ulku Bassoy (Ret. Ambassador)







Ermeni Meselesi ve Görüşler


diğer makaleler; 
Ay'da Petrol Var ; Pontus ayağı


Yunanistan'da Pontus Törenleri




....



"Düşmanım, düşmanlığından vazgeçinceye kadar, ben de onun amansız düşmanıyım"


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK








.....