Translate

29 Ekim 2013 Salı

CUMHURİYET'İMİZ





C"anımız
U"mudumuz
M"iladımız
H"ayatımız
U"fkumuz
R"engimiz
İ"smimiz
Y"olumuz
E"meğimiz
T"ürkiyemiz

90. Yılımız Kutlu Olsun







Bülbülüm Altın Kafeste





İZMİR


İZMİR


BURSA


OLYMPOS - ANTALYA



RİZE



ANTALYA


DENİZLİ



İZMİR



ANTALYA








ÖZGÜRLÜK CUMHURİYET İLE VAR !


___________MKA__________




28 Ekim 2013 Pazartesi

CUMHURİYET BAYRAMI





Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin, 
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



***


"Gizlenen Atatürk" Belgeseli - M.Samet Demiralp





Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız




_________________MKA ve CUMHURİYET_______________





8 Ekim 2013 Salı

ABD'NİN ŞİFRESİ: KÜRESELLEŞME





"Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!"
(Ankebut Suresi, 41. ayet)


Küreselleşme işte bu ayette belirtildiği gibi ideolojisini CFR'nin geliştirdiği, örgütlenmesini CIA ve ABD hazinesinin, her ülkede işbirlikçiler oluşturarak kurduğu, bütün dünyanın ekonomik kaynaklarının ele geçirilmesi hedefine hizmet eden, bunu gerçekleştirmek için de Evangelizm ideolojisini kullanan veya aynı ideolojinin mensubu olan Yeni Muhafazakârlar tarafından sürekli katkılarla yenilenen bir örümcek ağıdır. 

Projenin hedefine ulaşması, bütün insanlığın bu gidişatı seyretmesine bağlıdır. Ancak, projenin örgütlenme şeması bir örümcek ağı kadar zayıf ve açıkta olduğu için, her an çözülmesi, parçalanması veya dağıtılması mümkündür. Tabii bunun için de bütün insanlığı esas alan yeni bir proje geliştirmek gerekir.

29-30 Mayıs 2003 günlerinde İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı SAREM'in düzenlediği "Küreselleşme" konulu konferansta, Ermenilerin soykırım iddialarını bilimsel çalışmaları ile çürütmesi ile Türk kamuoyunun yakından tanıdığı Prof. Dr. Justin McCarthy, küreselleşmenin önünde direnmenin, 100 kilometre hızla gelen bir kamyonun önüne çıkmak gibi olduğunu söyledi!

McCarthy, "Kamyonun önünde durursanız ezilirsiniz. Sonra belki orada bir daha kaza olmasın diye yola bir ikaz tabelası koyarlar" dedi ve dünyanın önünde üç seçenek bulunduğunu öne sürdü. 

McCarthy, "Bütün dünyanın aynı politikalarda uzlaşması ideal seçenektir. Ancak sermaye hareketlerinin düzenlenmesi bu şekilde mümkün olmaz, dolayısıyla en güçlü alternatif Amerikan imparatorluğudur. Bu düzen, bölünmüş güçlerden daha faydalı olacaktır. Bunun da alternatifi iki ya da üçlü güç bloğudur" diye sözlerini bitirdi!

Salonda buz gibi bir hava estiren ise oturum başkanı Gündüz Aktan'ın sözleri oldu. 

Aktan, küreselleşmenin ulusal egemenlikleri ortadan kaldırdığını, milli kimlikleri çözdüğünü, devleti yıprattığını anlattıktan sonra, Justin Mc Carthy'nin "Amerikan imparatorluğu en önemli alternatiftir" şeklindeki görüşlerine katıldığını ve "Pax Americana'yı Pax Civititas haline getirmek gerektiği"ni söyledi.

Tartışma bölümünde söz alan dinleyicilerden Prof. Dr. Tolga Yarman, Gündüz Aktan'ı kastederek, siyasi tercihlerle bilimsel yaklaşımların karıştırılmaması gerektiğini bunun erdemli bir davranış olmadığını belirtti.

Yarman;

"ABD "de dostları olmak demek, Amerikancı olmak demek değildir. Hiçbir ulusa bu kadar bağlı olmamak gerekiyor. Biz kimseye biat etmeyiz. Bizim karakterimiz bağımsızlıktır Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir, dünyada da hakimiyet kayıtsız şartsız bütün dünya uluslarınındır. Gerçek küreselleşme budur" diye konuştu.

Prof. Dr. Anıl Çeçen; 

"ABD ordusunun dünyaya yayılması mümkün değildir, AB ordusu geliyor, Asya ordusu geliyor. ABD işgal politikasına devam ederse bir 3. dünya savaşı kaçınılmaz olur. Dünya Ticaret Örgütü yanlış bir örgütlenmedir. Uydulaşmayı, sömürgeleşmeyi getirmiştir. Alternatif bir küreselleşme modeli vardır. Avrupa merkezli bir küreselleşme bile olabilir. Biz katılımcı bir küreselleşme modeli öneriyoruz. Dünya güvenliği bütünüyle BM'ye verilsin ve BM Ordusu kurulsun. Bütün ülkeler bu orduya eşit oranda katılsın" önerisinde bulundu.

Doç. Dr. Güner Tuncer ise "Küreselleşmenin, ulus devleti, dolayısıyla Atatürk ilkelerini ortadan kaldırmaya çalıştığını biliyoruz. Burada sorun şudur: Türkiye'yi yönetenler bu ilkelere sahip çıkacak mıdır, çıkmayacak mıdır? Yönetim sahip çıkmayacaksa, iş Türk aydınlarına ve Türk halkına düşüyor..." dedi.


Örümcek Ağı

Bu sırada ben de söz alarak, küreselleşmeden söz edilirken IMF ve Dünya Bankası kararlarına vurgu yapılmakla birlikte bu iki kuruluşun üzerindeki karar mekanizmalarından, sivil toplum örgütü gibi gösterilen kuruluşların istihbarat örgütlerinin güdümünde olmasından kimsenin söz etmediğini hatırlattım. 

Bütün dünyanın tartıştığı küreselleşmenin İnternet gibi teknolojik örnekler verilerek kendiliğinden gelişen bir süreç olduğunun propaganda edildiğini ve kimsenin bu kavramın sahipliğini üstlenmediğini, kimsenin bu projenin sahibinin kim olduğunu söylemediğini, sahibinin de kendi adıyla ortaya çıkmaya cesaret edemediğini anlattım ve "Küreselleşme gayrımeşru bir çocuk gibi ortada kalmıştır" dedim... Ve ekledim:

"Küreselleşme bir süreç değil, öncelikle bir projedir. 100 kilometre hızla gelen bir kamyon değil, bir örümcek ağıdır. Dünyadaki en zayıf örgütlenme şeması örümcek ağıdır, bir ucundan çekerseniz çözülür gider... Ulus devletler, milli kimlikler yaşayacak ve insanlık onuru, köleleştirme demek olan bu örümcek ağını çözecektir!"

Oturum Başkanı Gündüz Aktan, benim konuşmamdan sonra küreselleşmenin bir proje değil, bir süreç olduğu iddiasını tekrarladı!

Prof. Dr. Justin McCarthy de bana cevaben kamyon örneğini yeniden anlatarak küreselleşmekten kaçmanın mümkün olmadığını tekrarladı!

Benim sözlerim, Mustafa Yıldırım'ın o sırada henüz basılmamış olan, fakat "Yabancının parasıyla kurulan örümcek ağında demokrasi oyunu" başlığı altında geniş bir özetini bana gönderdiği ve "Sivil Örümceğin Ağında" adıyla yayınlanan kitabındaki tespitlerle, Ankebut Suresi'ndeki 41'inci ayeti birlikte düşünmemden kaynaklanıyordu. 

Ankebut Suresi, 41. ayet şöyledir: 

"Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!"


Mustafa Yıldırım ise şu bilgileri veriyordu: 

"Öyle bir sistem geliştirilmeliydi ki, devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları zayıflatılmalıydı. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin NGO-Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir yöntemdir. Bu egemenler adına bir tür uzaktan yönetimdir. İlgili ülkenin örgütleri ve kurumları, bu ilişkileri yerinden ve yerel yönetime destek olarak kabullenip, demokrasi oyununa katılabilirlerdi.

İşin ABD iç siyasetinde önemli bir boyutu da, harcanacak paranın yasal, en azından kitabına uygun, olmasıydı. Örtülü ilişkilerle dolap çevirmek, soğuk savaş döneminde, 'komünizm tehdidi' gösterilerek, uluslararası yasallık içinde kabul edilebilirdi. Ne ki, Doğu Blokunun giderek çözüleceği öngörüsü gerçekleştikçe, anti-komünizm dürtüsü giderek zayıflayacak ve yasallık da buna koşut olarak sorgulanacaktı. 

Oysa ulus devletler, dünya egemenliğinin önündeki en büyük engeldi. Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemezdi. Öte yandan, bu tür işler, ilgili ülkelerin insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemezdi.

İşte bu nedenlerle, 'hür dünya' işlerinden, 'insan hakları' ve 'din hürriyeti' bekçiliğine evrilen operasyonun temelini Amerikan tipi demokrasinin ihracı oluşturmalıydı.

İşte bu 'demokrasi ihracı" 1980'lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve adi 'project democracy' olarak Reagan tarafından konulan yeni mandacılığın ördüğü WEB'de yani 'örümcek ağı'na Türkiye'yi de almıştır."


Yıldırım daha sonra, emekli CIA ajanı Ralph McGehee'nin "Avrupa'da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından parayla beslenen hükümet dışı örgütler (NGO'lar) de doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer alıyor" sözlerini hatırlatıyor ve "Washington-Londra-Berlin-Paris -Amsterdam-Brüksel -Kopenhag merkezli, 'güdümlü sivil demokrasi'
rejimlerinin yerli yerine oturtulması döneminin başladığını, örneğin Peru'da seçimle gelmiş devlet başkanının Soros'un da milyon dolar katkısıyla başlatılan iç karışıklıkların ardından geliştirilen ince bir komployla görevden uzaklaştırıldığını, Venezuela'da benzer bir operasyon uygulanmak istendiğini" anlatıyor..

Nitekim Yıldırım'ın bahsettiği Soros operasyonları gittikçe yayılarak, Yugoslavya'nın parçalanmasına, Gürcistan ve Ukrayna'da halk ayaklanması ile yönetimlerin değiştirilmesine kadar devam etti. 

Bir anlamda, Türkiye'nin etrafı 
Soros devletleri ile kuşatılmaya başlandı!


Yıldırım devam ediyor:

"1982 sonlarında ABD Kongresi'nin onayıyla NED (National Endowment for Democracy), yani Ulusal Demokrasi Fonu kuruldu. NED aslında, parasal kaynağın kasasıdır. Ana para kaynağı, doğrudan ABD hazinesi, yani devlet. Ayrıca vakıflar, 'konsey' adı altında örgütlenmiş CFR gibi seçkinler klüpleri, AID ve hatta Amerikan sendikaları, şirketler, kişilerdir. Batı Avrupalı siyasi vakıflar da sonradan ortak bütçeye katıldılar. 

Amaç gizlenemeyecek denli açıktı. Doğu Avrupa'yı, Afrika'yı, Asya'yı, Ortadoğu'yu, Okyanus devletlerini birlikte yeniden kolonileştirmek; doğal kaynakları çok uluslu şirketler aracılığıyla yağmalamak.

Avrupa'nın doğusundan Asya'nn Okyanus kıyılarına, Hindiçin'den Afrika'nın Atlas okyanusu kıyılarına, Orta Amerika'dan Antarktika'ya uzanan anakaralarda, bağlı bürolarla, vakıf-NGO-parti bağlarıyla, devlet yöneticileri ve ticaret-sanayi odaları ilişkileriyle, yayın dünyası dostluklarıyla
yürütülen bu operasyonun adı 1982'de Başkan Ronald Reagan tarafından 'Democracy Project' ya da 'Project Democracy' olarak konuldu.

Yabancı devletin, bir ülkenin içinde örgütler kurması, kurulu örgütleri yönlendirmesi, bu örgütlerden raporlar alması, bu raporlara göre o ülkeye yön vermesinin bir tek anlamı olabilir.

O da, ülkede varolan devlete paralel, merkezi dışarda bir yönetim oluşturmak.

Paralel yönetimin oluşturulma süreci, ülkeden ülkeye uygulamada küçük değişiklikler gösterse de, ana program değişmiyor. İçine sızılan devlet bürokrasinin de yardımıyla, yaygın bir 'medyatik' ve 'entelektüel' yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların 'manu-facturing public perception' dedikleri 'kamu-oyunun algılama dizgesini üretme' sürecinde, aşamalar bir bir geçiliyor. 

'Algılama dizgesi üretimi' sonucunda, o ülke insanları, aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri, ya da eylem planlarını, bizzat kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, uygulamaya geçiyorlar."

Yıldırım daha sonra, "Beyin temizleme, beyne yeni algılama düzeneği yerleştirme, örgütleme, kimlik oluşturma ve eyleme geçirme süreci 18 adımda gerçekleştiriliyor" diyerek bu adımları bir bir açıklıyor.


İşte bu örümcek ağının gücü, 
ağın parçalanması ile 
sona erecek kadar zayıftır. 


Çünkü ağda görev yapan örümcekler ve aralarındaki zayıf bağlantılar bellidir. Bu örümcekler tasfiye edildiği anda, ağın işlevi de sona erer! 

Nitekim Özbekistan devleti, ülkedeki örümcek ağını dağıtmış, Soros'un adamlarını sınr dışı etmiştir! 

Şayet, bu ağ parçalama işi, birkaç ulus devlet tarafından aynı anda yapılırsa, ortada ne küreselleşme projesi kalır, ne de örümcek ağı!


Küreselleşmenin İdeolojik Röntgeni

Küreselleşmenin teşkilatı hakkında bu şekilde bir fikir edindikten sonra, ideolojisi üzerinde de biraz duralım:

Küreselleşmenin ne anlama geldiği konusunda veri olabilecek nitelikte, elimde iki önemli belge var. 

Bunlardan birincisi 2001 yılında medyada propagandası yapılan İtalyanlar'ın "Veneto'dan Batı Karadeniz Bölgesi'ne" sloganlı bisiklet gezisi sırasında kullanılan ve gezinin amacını ortaya koyan bir belge, ikincisi ise küreselleşme projesinin "yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak" anlamına geldiği yolunda CFR kaynaklı başka bir belgedir. 


İkincisinin özelliği, belgenin doğrudan Tayyip Erdoğan'a gönderilmiş olmasıdır. 


Birinci belge dağıtılırken, Anadolu'nun şehir devletleri haritası da basın bildirisiyle birlikte verilmişti. Küreselleşmenin şehir devletlerine dönüş olduğu ise Erdoğan'a gönderilen CFR belgesinde belirtiliyordu!

Bu iki belgeyi defalarca gündeme getirmiş olmama rağmen, bugüne kadar üzerinde ne bir yorum yapan oldu, ne de cevap veren!

Bir lobi şirketi vasıtasıyla AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'a New York'tan iletilen memorandumda "Mr. Erdoğan, sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yönündeki adımlarınız, Türkiye'ye kriz sırasında destek olan uluslar arası güçler tarafından da kabul görecektir. Ankara, küreselleşmenin gerekliliğini anlamak ve dünyada geçerli
olan kurallara uyum sağlamak zorundadır. Ankara şunu da anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi mümkün değildir...


Küreselleşmenin bir adı da şehirleşmedir. 


Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız..." deniliyordu...


Amaç, Ulusal Devletlerin İç Federasyonu

Aynı ifadelere bahsettiğimiz bisiklet gezisi sırasında, daha doğrusu, İtalyanlar'ın "Paflagonia projesi"nde de rastlandı...

Paflagonia projesi, tıpkı daha önce gündeme getirilen Kapadokya projesi, İyonya projesi, Ağrı dağı projesi gibi, Türkiye'nin kendi içinde şehir devletlerine bölüneceği öngörüsü ile hazırlanmıştı. 

Bu öngörü, bizim tahminimiz değil. Proje sahiplerinin hazırlayıp dağıttığı broşürlerde açıkça ifade ediliyor... 

Paflagonia projesinde aynen şöyle deniliyor: 

"Amacı ulusal devletlerin iç federasyonu (devletler federasyonu) şeklini gerçekleştirmek olan, politik şekilli, Avrupa karakterli bir fenomen geliştiriliyor. Bu amaçta istikamet, her zaman toplumlar ve politika; devletler ve devlet yöneticileri; güçler ve ülkeler arasındaki bir yakınlaşmayı gerçekleştirmeye yöneliktir. Globalizeleşme ve kimliği arama çalışmaları aynı paralelde seyreden iki muhakemeyi birleştiriyor... Orijinin bulunması, kişinin bölgeler ve devletler üstü bir kimlik kazanması olarak yorumlanıyor ve temelinde kişinin birçok ülkenin yurttaşıymış gibi düşünülmesi fikrine ulaşılıyor. 

Sonuçta, en ideal biçimine çoklu kimlik (çok kimlilik) araştırması olarak dönüşüyor, yani tüm insanların tek, aynı büyük genetik kökten geldiği orijinde, bir çeşit uluana ve ulubaba isminde birleşiyor; Adem ve Havva; ya da Homo sapiens, ya da Austrolopitecus..."


Proje, etnik araştırmalarla, özellikle Türk insanının ulusal bilincini, yani Türk Milleti'ne mensup olma bilincini yok etmeyi amaçlıyor...


Paflagonia projesi, Rotary International antetli bir dosyayla tanıtıldı. 

Dosyanın kapağında "Paflagonia Projesi, Veneto Bölgesi'nden Batı Karadeniz Bölgesi'ne, Ağustos 2001" başlıkları var. 

Yine kapakta projenin iki organizatörü Suadiye Rotary Kulübü ile İtalyan Cıttadella Rotary Kulübü'nün amblemleri yer alıyor. 

Projenin ana sponsorluğunu İtalyan bisiklet aksesuarları firması Elite ve Luna zeytinyağı firmasının; ulaşım sponsorluğunu da Otokoç ve Alitalia'nın üstlendiği bildiriliyor.

Dosyanın diğer sayfalarında Paflagonia bölgesinden Homeros'un İlyada adlı eserinde bahsedildiği, bu bölgede yaşayan Enetler'in
İtalya'ya göç ettiği anlatılıyor. 

Tarihi Veneto dilinin Etrüsk dilinden türemiş bir alfabeye sahip olduğu da belirtiliyor. Paflagonia'nın ise, Kastamonu, Karadeniz Ereğlisi, Zonguldak, İnebolu, Sinop, Bartın, Safranbolu, Çankırı ve Küre'den oluştuğu ifade ediliyor. 

3200 yıl önce bu bölgeden "demir atlarla" Adriyatik kıyılarından İtalya'ya geçtiği belirtilen Enetler'in köklerine dönüşüne hedef alan projenin bir adı da "Köklere Dönüş Projesi."

Proje dosyası ile birlikte dağıtılan bir haritada ise Anadolu coğrafyası, eski yerleşim bölgelerine göre adlandırılıyor. Buna göre, Anadolu'daki federe şehir devletlerinin adları şöyle:


"Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfılya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pontus, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya..."


Basın bildirisinde ise şu ifade kullanılıyor:

"Artık bütün Avrupa, köklerinin Troya ile başladığında hemfikir..."

Bu ifadenin 1988 yılından beri Troya kazılarını yürüten arkeolog (ve tabii ki ideolog) Prof. Dr. Manfred Korfmann'a ait olduğu belirtiliyor.


Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı da "Köklere dönüş" projesini destekledi! 

İtalyan bisikletçiler, kendi ülkelerinden bisikletle hareket ederek Bartın'a kadar geldiler.


Türkiye Cumhuriyet Kültür Bakanlığı, Türkiye'yi federe devletlere bölme projesinde müsteşar düzeyinde temsil edildi! Müsteşar Fikret Necip Üçcan, Türkiye Rotary Kulüpleri Genel Başkanı Enver Aytaç ve Suadiye Rotary Kulübünden Müjdat Yeşilbağ ve İtalyan temsilciler, bugün Avrupa'da yaşayan bütün insanların köklerinin Anadolu olduğu teorisine ses çıkarmadılar.



Tabii, proje aslında kendi kendini çürütüyor. 


Çünkü, Truva'nın Avrupa'nın değil, Türkler'in kökenleri ile bağlantılı olduğuna dair iddialar ve Atatürk'ün Dumlupınar zaferinden sonra "Truva'nın öcünü aldık" demesi bir kenara, bugünkü İtalya'nın Etrüskler tarafından kurulduğu, Etrüskler'in sembollerinin ve destanlarının da Ergenekon destanı ile aynı ve alfabelerinin de rünik Türk alfabesi olduğu biliniyor. 



İtalyanlar, dişi bir kurt tarafından emzirilen Romus ile Romulus'un heykellerini bile saklayamadılar; Latin alfabesini nasıl ortadan kaldıracaklar?


Latin alfabesinin Etrüsk alfabesinden türetildiği biliniyor. 

Etrüsk alfabesi ise hemen hemen Yenisey alfabesi ile aynı. Rünik yazılar, Göktürk yazıtlarında Yenisey yazıtlarında ve Altın Elbiseli adam ile birlikte bulunan yazıtlarda da kullanılmış. İskandinav ülkelerinde bulunan bütün yazıtlardaki alfabe de aynı. 

Bu durumda, 
bugünkü Batı medeniyetinin temeli olan yazının, yani Latin alfabesinin 
Türk yazı sisteminden alınma olduğu ortaya çıkıyor. 


Türkler de buna dayanarak, 
bütün İtalya'nın, 
bütün İskandinav bölgesinin ve 
aynı yazıtların bulunduğu bütün Avrupa ülkelerinin, 
aslında Türk coğrafyası olduğunu, 
Avrupa'nın en büyük sıradağlarının 
yani Alp dağlarının Türk adı taşıdığını, 
dolayısıyla Avrupa'nın 
Türk kültür alanı olduğunu 
rahatlıkla 
iddia edebilir. 


Üstelik bu iddianın belgeleri her gün bütün insanların kullandığı Latin alfabesinde bulunuyor...

O halde Truva kazılarını yapan Prof. Dr. Manfred Korfmann'a nazire yaparak şöyle diyebiliriz:



-Artık bütün Avrupa, 
kendi medeniyetinin temelini 
Türkler'in attığını 
bilmek zorunda!



CFR'nin 1971'deki Açıklaması:

Aytunç Altudal ise Gül ve Haç Kardeşliği kitabının 160 ve 161'inci sayfalarında şu bilgiyi vermektedir:

"Açık adı, Council on Foreign Relations olan ve dünyanın CFR olarak yeni yeni tanımaya çalıştığı Evengelist örgüt, 1971 yılında 50'nci kuruluş yıldönümleri dolayısıyla üyelerine özel olarak yayınladığı derginin özel sayısında, Kingman Brewster Jr imzalı bir başyazı ile gizli hedefini şöyle açıklamıştır:

'Başkalarını da egemenlik haklarını bizimle birleştirmeye ikna etmek için bazı riskler almamız gerektiğini biliyoruz...'

Daha ilginç bir belge ise ABD'de State Departman Document 7277 adıyla kayıtlıdır. Buna göre CFR tüm ülkelerin silahsızlandırılmasından yanadır. 

Ve belgenin sonunda şu ilginç tespit vardır: 

'O zaman Birleşmiş Milletlerin global hükümeti o denli güçlenecektir ki, hiçbir ulus ona karşı çıkmaya cesaret edemeyecektir.'

Bu belge 1970'de Nikson yönetimindeki U. S. Army Control and Disarmament Agency tarafından benimsenerek ABD politikası olarak kabul edilmişti. 

Bu belge, CFR'nin tezi doğrultusunda ulusları 'egemenliklerinden vazgeçirme' ve 'ulus devletlere son verme' çağrısıydı. CFR, milli bağımsızlıkların ve egemenlikleri" CFR'ye devredilmesini ister."



Tayyip Erdoğan'a Gönderilen CFR Muhtırası

AKP'nin kuruluş sürecinde Tayyip Erdoğan'a ABD'den gönderilen gizli memorandumu 3 Kasım 2002 seçimlerden çok önce, 26 Ağustos 2001 tarihli Büyük Kurultay'da 16. sayfadaki "Yazıt" sütununda "Mr. Tayyip Erdoğan'ı ürperten belge" başlıklı yazıda kamuoyuna açıkladık. 

O tarihten sonra defalarca gündeme getirmemize rağmen, Erdoğan konuyla ilgili en küçük bir açıklama bile yapamadı!

Memorandum belgesini ele geçirdiğimiz zaman, Erdoğan'ın ne cevap verdiğini öğrenmeye çalıştık. Cevabı AKP'nin program ve tüzüğünde bulduk!

AKP'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, kendisine gönderilen memorandumda belirtilen küreselleşmenin şehir devletleri planına uyacağını, parti programında ortaya koydu.

Dünyayı yönetmeye soyunmuş elit, milli devletleri parçalamak istiyordu. Bunun için şehirleşme adı altında eski Yunan tarzı şehir devletleri modelini gündeme getiriyorlardı.

Tayyip Erdoğan'a söylenen, bu politikaya uyması halinde, destek göreceğiydi. Erdoğan da küreselleşmenin şehir devletleri planını, parti programı haline getiriyordu. Recep Tayyip Erdoğan'a New York'tan gönderilen memorandumda belirtilen Türkiye'nin şehir devletlerine ayrılması planı, AKP Program ve Tüzüğü'ne hemen hemen aynı ifadelerle geçiriliyordu.

Bakkallı adlı lobi şirketi vasıtasıyla Erdoğan'a New York'tan gönderilen memorandumda:

"Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız..." deniliyordu...

Şirket, ABD'nin eski Türkiye Büyükelçilerinden Abramoviç tarafından yönlendiriliyordu. Abramoviç ise CFR üyesiydi.

Memorandumdaki dünya, hangi dünyadır, o belli değildi ama bunu küreselleşme politikalarını ABD vasıtasıyla bütün dünyaya dayatan güç merkezi olarak değerlendirmek gerekir.

AKP, programına aldığı bu talepleri, "devlet reformu" adı altında uygulamaya; küresel güçlere verdiği sözü tutmaya başladı. 


Türkiye'nin 80 yıllık 
yönetim yapısının değiştirilmesi için 
düğmeye basıldı. 

Kamu Yönetimi Reformu adı altındaki bütün yasalar, bu çerçevede hazırlanmıştır.

Türkiye coğrafyasını Rio Tinto şirketi ile stratejik işbirliği yaparak paylaşan AMDL adlı şirketin raporunda bu durum açıkça belirtiliyor, "Türkiye Federal Devleti" deniliyordu.

Eski BM Genel Sekreteri Butros Gali, İstanbul'daki Habitat Toplantısı'nda, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yanıbaşındayken "Türkiye Federal Cumhuriyeti" ve "İstanbul Federe Devleti" gibi ifadeler kullanmıştı.

İşte AKP'ye uygulatılmak istenen "kanton modeli", Butros Gali'nin o zamanlar "Dünya 200 devletli olmaktan 2000 devletli, hatta 5000 devletli bir yapılanmaya doğru gidiyor" diye dile getirdiği CFR planının ürünüydü ve Erdoğan'a gönderilen memorandum bunun açık belgesiydi... 

Zaten belgeyi gönderen Bakkallı adlı lobi şirketinin arkasında ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramoviç vardı.

AKP'ye uygulatılmak istenen kanton modeli, aynı zamanda, Sevr Antlaşması'nda Pontus ve Kürdistan olarak çizilen bölgelerde, AMDL şirketine verilen maden ve petrol arama imtiyazı ile ilgiliydi!

AMDL şirketinin, İnternet'te kendi yayınladığı maden arama imtiyazı aldığı bölgeleri gösteren haritalarla, Kürt ve Yunan sitelerindeki Kürdistan ve Pontus olarak gösterilen haritalar birebir aynıdır!


81 ile 81 Devlet ve Bölgesel Yapılanmalar!


Türk-İş'in, AKP hükümetinin kamu yönetimi reformu ile ilgili raporunda, "Yerel Yönetim Reformu adı altında hazırlanan düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısını büyük ölçüde zayıflatacak, 81 eyalet yaratacaktır. Etnik kimlik ve siyasal görüşlere göre bölgesel yapılanmalar ortaya çıkacaktır" deniliyordu.

Hazırlanan Yerel Yönetim Reformu Taslağı'nda, 58. Hükümet Programı'na atıfta bulunuluyor ve "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nda belirtildiği gibi merkezi idarenin görev ve yetkileri tek tek belirlenecek ve bunun dışında kalan tüm görevler yerel yönetimlere bırakılacaktır" deniliyordu.

Taslağın esaslarını, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan çizmişti! 

Bütün bunlar, taslağın girişinde ifade ediliyordu. Erdoğan, önce AKP Program ve tüzüğünde, sonra 58. hükümet programında, nihayet Yerel Yönetimler Reform Taslağı'nda küresel örgütlerin taleplerini yerine getiriyordu...

Parti programının 41'inci sayfasında, zaten özel eğitim kurumları ile iyice sakatlanmış bulunan eğitimde Tevhidi Tedrisat'ın kaldırılacağı, küreselleşme odaklarının şehir devletleri planı gereği gibi, fakat aşama aşama uygulanacağı şu ifadelerle belirtilmekteydi:

"Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi, pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır".

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "İktidarda yörünge kayması var, eyalet sistemi hazırlıkları var" diye 23 Nisan 2003 resepsiyonuna uyarı amacıyla katılmayacağını açıklıyor ve bu tepkiler sonucu sözde reform tasarısı bir süre için askıya alınıyordu.

Ancak, AKP Programı ve Tüzüğü, memorandumda belirtilen küreselleşmenin olmazsa olmaz kuralları olarak anlatılan hükümler gereğince hazırlanmıştı...

Kurucular Kurulu kitabının 8'inci sayfasında "Partimiz merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilmesini öngörür" denilmekteydi. 

Tabii, bütün belgelerde ülkenin üniter yapısının korunacağı vurgulanmakla birlikte, merkeziyetçilikten vazgeçileceğinin öne çıkarılması, küreselleşme diye dayatılan politikaların uygulanacağının göstergesiydi.

Kurucular Kurulu kitabının 11'inci sayfasında da "Partimiz küreselleşmenin gerektirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur" denilmekteydi..

Hemen arkasından 12'nci sayfada, "Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleşmesinden ve özelleştirilmesinden yanadır" ifadeleri vardı.

Programın 35'inci sayfasında, "Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır" denilmesi, Tayyip Erdoğan'a verilen memorandumdaki taleplerin lafzen de aynen kabul edildiğini ortaya çıkarmaktaydı!


Tek Dünya Devleti

Küreselleşme ile ilgili projeleri geliştiren, ABD yönetimindeki bütün önemli kişilerin üye olduğu, CFR, Bilderberg gibi kuruluşlardır. Peki bu kuruluşlar, aslında ne yapmak istiyor, gündemlerinde ne var?

Bunu da Texe Mars, Dark Majesty kitabının giriş bölümünde açıklıyor:

"Üç temel hedefleri olduğunu söyleyebiliriz. Yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen, hemen bunu takip edecek Yeni Politik Düzen ve en nihayetinde de hepsinin en şeytanisi; Yeni Dünya Dini Düzeni.

Bu amaçlarına ulaşmak için uluslararası kuruluşları güçlendirmeye çalışıyorlar. Öncelikli hedefleri, parasal sistemleri tahrip ederek kendi istedikleri mali düzeni oluşturmaktır. Diğer bir hedefleriyse insanları dinden soğutmak, vatan millet sevgisi gibi değerleri yıpratmak.

Küreselleşmeye düzülen övgülerin hepsinin ardında bu ortak hedef yatıyor.

Bilderbergçilerin şeytani ideallerinden biri de Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak. Kiliseye saldırmak için eğitim kurumlarını ve medyayı kullanıyorlar. Hedef tahtasında olan diğer bir kurum ise geleneksel aile yapısı. Bunu ortadan kaldırmak için lezbiyenliği ve homoseksüelliği teşvik ediyorlar. 

The National Endowement for the Arts, The Planned Parenthood gibi birçok lezbiyenlik, doğum kontrolü ve kürtaj yanlısı kuruluş Beyaz Saray'dan siyasi destek aldığı gibi Bilderbergçilerin de maddi desteğinden faydalanıyor. 

George Bush onların adamıydı. Homoseksüelleri ve lezbiyenleri Beyaz Saray'a ilk defa o davet etti. Pornografinin önündeki sınırlamaları kaldıran değişiklikler hep onun zamanında yapıldı."


Küreselleşme, ideolojisini CFR'nin geliştirdiği, örgütlenmesini CIA ve ABD hazinesinin, her ülkede işbirlikçiler oluşturarak kurduğu, bütün dünyanın ekonomik kaynaklarının ele geçirilmesi hedefine hizmet eden, bunu gerçekleştirmek için de Evangelizm ideolojisini kullanan veya aynı ideolojinin mensubu olan Yeni Muhafazakârlar tarafından sürekli katkılarla yenilenen bir projedir.

Projenin hedefine ulaşması, bütün insanlığın bu gidişatı seyretmesine bağlıdır. 

Ancak, 
projenin örgütlenme şeması 
bir örümcek ağı kadar zayıf ve açıkta olduğu için, 
her an çözülmesi, 
parçalanması veya dağıtılması mümkündür.



ARSLAN BULUT
TÜRKLÜĞÜN ŞİFRELERİ







EGEMENLİK ;
KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR !

_________________




PEOPLE IN POWER













____________________


MEDYA





Açarsınız ana haber bültenlerini, ne olup bittiğini anlayamazsınız bile. Gündem o kadar çabuk değişir ki siz daha bir konuya hâkim olamadan gündemden düşüverir. Yalnızca izlersiniz. 

Belki anladığınız bir iki haber varsa da küfür eder değiştirirsiniz kanalı. İzdivaç’a, Su Gibi’ ye, Benimle Oynaşır mısın’a devam, çünkü onda gündem hiç değişmez. Ortaya birkaç “mal” sergilenir, beyler gelir tezgâhtan “mal”ları beğenir alır gider.

Açarsınız Samanyolu TV’yi direk şu cümle karşılar sizi: Balyoz davasında şok gelişme… Ya da şu: Ergenekon duruşmasında verilen ifadeler vs vs… Bir de tabi ordu haberleri, ona zarar verecek haber verilmezse abi evlerini bir hüzün kaplar çünkü. Dört gün içinde dünyaya göktaşı çarpıp, tüm insanlığın yok olacağını kesinleşse yine üçüncü haber olarak geçecektir bu kanalda, var mısınız iddiaya? 

Açarsınız kanalın birini fark etmez adı, çocuk kaybolmuş 3 gündür haber alınamıyor. Herkes ağlıyor feryat figan, telefon bağlantıları. Senin onurun kaybolmuş 8 senedir haber alınamıyor damla gözyaşı yok, feryat figan hak getire. Aman onun ne önemi var değil mi? Niye tadımızı kaçırıyorsun ki durduk yere değil mi?

Açarsınız vergilerimizle kurulan devletimizin! kanalı TRT’yi kesin birileri Silivri’den bildiriyordur. “Ergenekon terör örgütü” ile ilgili son gelişmeleri. Koskoca kurumda, koskoca devlette yürekli, vicdan sahibi biri çıkıp “siz, Türker’in en büyük destanının ismini, bu kutlu efsaneyi terör örgütü kelimesi ile yan yana nasıl kullanırsınız?” diyemiyor mu. Asıl adı Ümraniye davası olan bir bu yargılama sürecine, neden “Ergenekon” dendiğini birkaç dakika düşün bakalım. Şimdi daha netleşti değil mi? 

Geçen yine yazmıştım, 6. Sınıf “ipek yolunda Türkler” ünitesinde Göktürkleri anlatırken, Ergenekon destanından bahsettiğimde çocuklar hep bir ağızdan “ hocam o terör örgütü ama” diyorlar. Nasıl ki “İslami terör örgütü” kavramına karşıysam, İslamiyet’e zarar verdiğini düşünüyorsam, “Ergenekon terör örgütü” kavramı da Türklüğe zarar vermektedir. Bir nesil köklerinden ancak bu kadar güzel uzaklaştırılabilir. Emeği geçenleri kutluyor alet olanları da sevgiyle anıyorum.
...

Ömer YILDIZ (Küçük Kadın H.K.) alıntıdır.







______________



ÖNDERLİK


Churchil :
" Mustafa Kemal hariç herşeyi çok iyi hesaplamıştık" .... 


David Rockefeller
"Atatürk yüzünden planlarımızı 50 yıl ertelemek zorunda kaldık"... 





ÖNDERLİK  

İnsanın tavır ve hareketlerine nüfuz etme san’atı, yahut insanları ya da bu insanların teşkil ettiği kitleleri sevk ve idare edebilme kabiliyetidir.

Milletlerin, orduların müşterek iş görüp çalışarak bir hedefe zaferle yönelebilmeleri için, behemahal bir ÖNDER’e ihtiyaç vardır. Eğer iyi idare kabiliyeti olan bir önder bulunmazsa bütün işlerin karmakarışık olacağı muhakkaktır. O halde:

Rejim ne olursa olsun, Önder’siz ne askeri, ne milli, ne de sosyal hiçbir hareket yapılamayacağı gibi, öndersiz bir cemiyet de tasavvur edilemez.

Atatürk, Erzurum Kongresi sırasında kendisini kongre başkanlığına seçtirmemek için türlü hileli kombinezonlar kurulmuştu. Fakat bu büyük işi sıradan insanların başarmasına imkan yoktu. Atatürk daha İstanbul’da iken her türlü miskin kararların karşısına çıkmış ve bir tek karar, O da: 

"Kayıtsız şartsız müstakil bir Türk Devleti kurmak…"

Bu hususları çok iyi bilen ve her büyük önderde olması lazımgelen ‘’NEFSİNE GÜVEN’’ hissine fazlasıyla sahip bulunan Büyük Önder Mustafa Kemal tereddütsüzce ve her zaman olduğu gibi reislik konusunda fikrini açıkça ortaya koyarak, behemahal bu kongrenin ve müteakip kongre ve teşekküllerin başı olmasının lazım geldiğini söylemekten çekinmemiştir.


- EFENDİLER, TARİH ÖRNEKLERLE GÖSTERMİŞTİR Kİ, BÜYÜK MESELELERDE MUVAFFAKİYET İÇİN KABİLİYET VE KUDRETİ, LAYATEZELZEL (SARSILMAYAN) BİR REİSİN VÜCUDU ELZEMDİR. BÜTÜN MİLLETİN BAŞSIZ OLARAK KARANLIKLAR İÇİNDE KALDIĞI BİR SIRADA, HER VATANPERVERİM DİYEN BİNBİR ÇEŞİT ZATIN, BİNBİR ÇEŞİT HAREKET TARZI VE KANAAT GÖSTERDİĞİ HENGAMELERDE İSTİŞARELERLE, BİRÇOK HATIRALARA VE NÜFUZLARA MAHKUMİYET LÜZUMUNA KANAATLE, SALİM VE ESASLI VE BİLHASSA ŞEDİT YÜRÜMEK VE EN NİHAYET ÇOK MÜŞKÜL OLAN HEDEFE VASIL OLMAK MÜMKÜN MÜDÜR?..


Diyerek Önderlik vasıflarını da ortaya koymuştur. 



‘’LAYETEZELZEL’’ kelimesinin altında; sarsılmayan, yıkılmayan irade, azim, cesaret, nefse hakimiyet, insanların tesiri altında kalmayan bir karar sahibi oluş ve ileri görüş gibi hususlar saklıdır. İşte önderlik vasıfları da hemen hemen bunlardır.

Bergson da ‘Önder’i şöyle tarif eder:

"İNSANLARI İÇİNE ÇEKEN, İÇİNDE ERİTEN, ONLARA YENİ NİZAM GETİRENDİR. ONLARA HÜRRİYET AŞILAYAN, UYANDIRAN, DİRİLTEN, YÜKSELTEN, İLERLETEN TEK BİR CÜMLE İLE HAMLE VEREN KİŞİDİR. İRADESİNİ TOPLUMA KABUL ETTİREN KİŞİYE ÖNDER DENİR. ÖNDER YARATILIŞTA OLMAYAN İNSANLAR, UFAK BİR BUHRAN ANINDA KENDİ CANLARININ KAYGUSUNA DÜŞERLER." 


HAKİKİ ÖNDER İSE: 
Etrafında topladığı insanların saadeti için gerektiği anda canını dahi verir.

Her aydın insan bilmelidir ki; vahim anlarda, devletin ve milletin zayıf düştüğü zamanlarda, bir önder çıkıp, o milleti, ya da cemiyeti veya bir muharebe meydanında orduyu felaketten kurtarabilir. 

Bir önderin ilk olarak haiz olması lazım gelen üç ana vasfı şunlardır:

YÜKSEK KARAKTER, 
ZEKA, 
MÜTEYAKKIZ (UYANIK) OLMAK. 


1-) YÜKSEK KARAKTER: 
Ahlak, bilgi, cesaret, medeni cesaret, soğukkanlılık, şaşmayan ve eğilmeyen bir dürüstlük, sorumluluğu benimsemek, feragat sahibi olmak, irade ve azim sahibi bulunmak, kanaatkar, diğerkam, ar, haya, iffet ve ismete malik olmak, sabırlı, sır saklayıcı, milli ve dini inanışları kuvvetli, disiplinli, otoriter, vatansever, milliyetçi, meslek aşkına ve ihtirasına sahip, her türlü iptilalardan uzak, temkinli, tedbirli (Uzak görüşlü, seri karar veren ve verdiği kararı yaptırabilen, ruhlara nüfuz etmesini başaran, ölüm alanında nefsini ortaya atmaktan çekinmeyen özü, sözü birbirinin aynı, kanun ve nizamları bilen aile bağları kuvvetli, şefkatli) demektir.


ROOSEVELT, ÖNDER OLACAK BİR SİYASET ADAMI İÇİN ŞU SORULARI SORAR:

a. Adamda karakter bütünlüğü var mıdır?
b. Adamda, başkacıl olmak özelliği var mıdır?
c. Adamda,medeni cesaret var mıdır?
d. Adamda fikir insicamı (tutarlık) var mıdır?


İYİ BİR ÖNDER; Sınırsız bir çalışma kabiliyetine, karakter ve iffet bütünlüğüne, dünyanın gidişini izleyebilecek genel bilgiye, milli örf ve adetlere ve milletin psikolojik durumunu ölçmeğe, daima kulağını milletin vicdanından, parmaklarını da nabzından ayırmamağa, prensip sahibi olmağa ve bundan asla fedakarlık etmemeğe, medeni cesaret ve hür vicdana sahip bulunmağa mecburdur.

Bu konuda da, Atatürk’ün Türk Milleti’ne, başına geçireceği insanlar için, şu tavsiyesi de ne kadar ihtişamlı bir örnektir:

- MUHTEREM MİLLETİME ŞUNU TAVSİYE EDERİM Kİ; SİNE’NDE YETİŞTİREREK BAŞININ ÜSTÜNE KADAR ÇIKARACAĞIN ADAMLARI, ADAMLARIN KANINDAKİ, VİCDANINDAKİ CEVHERİ ASLİYİ ÇOK İYİ TAHLİL ETMEK DİKKATİNDEN BİR AN FARİĞ OLMA..


Yine Türk Milleti’nin nasıl bir millet olduğunu Atatürk ‘Onuncu Yıl Nutku’nda şöyle belirtmiştir:


- TÜRK MİLLETİ’NİN KARAKTERİ YÜKSEKTİR. TÜRK MİLLETİ ÇALIŞKANDIR. TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR. ÇÜNKÜ TÜRK MİLLETİ, MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİKTE GÜÇLÜKLERİ YENMESİNİ BİLMİŞTİR.


2-) ZEKA: 
Atatürk’ün yukarıda belirttiği, Türk Milleti’nin zekası tarihin bütün safhalarında kendini göstermiş ve bütün dünya milletlerinin takdirlerini ve hayranlıklarını kazanmıştır. 

Bunlara bir misal; bütün tarih boyunca en büyük düşmanımız olan RUSYA’nın büyük kumandanlarından olan IVAN CHERMAYEFF:


- TÜRK’LERİN; YALNIZ SONSUZ BİR CESARETLERİ DEĞİL, AYNI ZAMANDA İRADELERİ SERSEMLEŞTİREN BİR SİHİRBAZ ZEKALARI DA VAR… 
Demiştir.


3-) MÜTEYAKKIZ OLMAK: 
Yani uyanık, tetik ve dikkatli bulunmak. Bu, hem bedenen hem de fikren çok lazım olan bir hassadır ki, Türklerde de fazlasıyla mevcuttur. Çünkü binlerce seneden beri Türkler bütün dünya ile muharebe etmekte, akınlar yapmakta, ülkeler almakta ve bütün düşmanlara karşı vatanlarını korumak mecburiyeti karşısında bulunmaktadırlar. Bu sebepten ötürüdür ki, Türkler müteyakkız olma hassasını binlerce seneden beri nesilden nesile tevarus ederler. 

Bu hususu da yine meşhur bir ecnebi, Türkiye’de ilk defa redif teşkilatını kuran ve Osmanlı Ordusu ile birlikte Mısırlı İbrahim Paşa’nın komutasındaki Mısır Ordusu ile yapılan NİZİP muharebesine iştirak eden, bilahare Alman Genelkurmay Başkanı ve Başkomutanı olan Mareşal MOLTKE:


"- SİLAHLI ULUSLARIN EN CANLI ÖRNEĞİ TÜRKLERDİR. BU DİYARIN KÖYLÜSÜNÜN ORAK, KATİBİNİN KALEM VE HATTA KADINLARININ ETEK TUTUŞUNDA BİLE SİLAHA SARILMIŞ BİR PENÇE KIVRAKLIĞI VARDIR. TÜRK, ATA BİNER GİBİ DİK OTURUR, KEŞFE YOLLANAN BİR ASKER GİBİ UYANIK YÜRÜR. SİLAHIN RUHA VERDİĞİ GÜVENİ HER BİR TÜRK’ÜN BAKIŞLARINDA GÖRMEK MÜMKÜNDÜR."


Bir Çin tarihçesi de:

"- TÜRK HÜKÜMDARLARININ GECE UYANMAMASI, GÜNDÜZ RAHAT ETMEMESİ, GECE GÜNDÜZ ÇALIŞIP HARP ETMEMESİ GÜÇ KAZANMAK VE MİLLİ ŞEREFİ ARTTIRMAK İÇİNDİR" 
demiştir. 


Milletlere, milli vasıflarına uygun, üstün kabiliyetli insanlar Önder olurlar. Milletlerin önüne geçip, ruhlarına nüfuz ederek, kafasındaki hedeflere yöneltir ve gerektiği zaman idare ettiği kitleyi ölüme götürebilirler.

İki türlü önderlik görülmektedir: 
OTORİTER ÖNDERLİK, İKNA EDİCİ ÖNDERLİK.


1. OTORİTER ÖNDERLİK: 
Bunlar kuvvet ile tahakkum ederek arzularını yaptırırlar ki, bu önderler umumiyetle diktatörlükle kitleleri ve milletleri sevk ve idare ederler. Tabii bugünün kültür, dünya görüşü ve insanların kazandıkları ruh serbestliği ve hürriyet aşkı ile bu gibi önderlik bağdaşamaz.


2. İKNA EDİCİ ÖNDERLİK: 
Bu tip önderlik zor ve ağır bir yüktür. Çok geniş bir bilgi ve üstün vasıfları haiz olmağı icap ettirir. Bununla beraber bu tip önderlikte disiplin ve otorite yok demek değildir.


ÖNDER; 
prensip sahibi ve sevk-i idare ettiği kitleyi ulaştıracağı hedefi bilen bir insan olduğu cihetle (doğrultuda), idare edilenleri mümkün olduğu kadar ikna eder. İstişare eder ve onları bir birlik ruhu içerisinde o hedefe yöneltir. 

Fakat, prensiplerinin yıkılacağını gördüğü an; şiddetle ve tereddütsüz otoritesini kullanmasını bilir. Bu tip önderler şiddeti, gerektiği zaman ve nadiren kullanmasına mukabil, kitleyi içten gelen bir arzu ve iştiyakla hedefe yöneltebilen insanlardır.


ÖNDER; 
bilhassa ikna edici önder; sevk ve idare ettiği kitlede, daima şu iki kuvveti göz önünde tutacaktır:

Birincisi; ‘’MANEVİ KUVVETLER’’, diğeri de 
‘’MADDİ KUVVETLERDİR’’. 
Bu iki kuvvetin birbirine çarpımı da 
‘’MORAL KUVVET’’i teşkil eder.

Çarpı dedik, çünkü bu iki kuvvetten birisi zayıf olduğu takdirde diğerinin değeri yoktur. O halde:

MORAL= MANEVİ KUVVETLER x MADDİ KUVVETLER.


MORAL NEDİR? 
Moral: Bir insanın halinden memnun, istikbalinden emin olmasıdır. Moral, insanların taşıdıkları ve içinde bulundukları fikir, his, hal ve şartların ifadesidir.

İyi bir moral şunlarla vasıflandırılabilir:

a. Disiplin
b. Güven
c. Memnunluk
d. Gayret
e. İşbirliği
f. İnisiyatif


Fertler bu vasıflara haiz olunca kendilerine verilecek her görevi başarabilirler. Binaenaleyh, moral durumu fertlerin ve fert topluluklarının yukarıda sıralanan vasıfları gösterme dereceleri ile ölçülür.

Fertler ve fertlerin toplamı, millette moral düşüklüğü:


a. Ürkeklik
b. İsteksizlik
c. Disiplinsizlik
d. Memnuniyetsizlik
e. Bezginlik ve miskinlik, ile kitleyi belli eder.


Bir önderin idare ettiği kitleyi başarıya götürebilmesi ve moralini yüksek tutabilmesi için şu hususlara çok dikkat etmesi gerekir:


a. GÖREVİNİ BÜYÜK BİLMESİ: 
Bir önder, idare ettiği kitlenin;

(1) İdarecisi
(2) Mürebbii
(3) Öğretmeni olmak mecburiyetindedir. 


Bu sebepledir ki, bu üç vasıf için lazım gelen şartları da nefsinde toplamış olmalıdır. Görevini bilmesi için idareciliğin, mürebbiliğin ve öğretmenliğin nelerle mümkün olacağına vakıf olmalıdır.


İDARECİ OLMAK İÇİN; 
Büyük bir zeka, çok kuvvetli irade, azim ve yine o kitle veya milletin psikolojik, siyasal, sosyal, ekonomik ve tarihi bigilerine tamamen sahip bulunması zaruridir.



MÜREBBİ OLMAK İÇİN; 
Sağlam bir seciye (karakter) sahibi ve üstün ahlaklı olması icap eder.


ÖĞRETMEN OLABİLMESİ İÇİN; 
Yukarıdaki vasıflarla birlikte çok üstün bilgi ile karışık tecrübeye de malik olması lazımdır.


Tarihin bütün kumandan ve önderleri kendilerini harp meydanlarında, büyük hadiselerde ve milli hareketlerde göstermişlerdir. 

Aniballer, Sezarlar, Eyyübiler, Cengizler, Atillalar, Timürler, Meteler, Selahattin Eyyübiler, Kılıç Aslanlar, Alpaslanlar, Yavuzlar, Büyük Frederik ve Napolyonlar, Amiral Toğolar, Barbaroslar ve nihayet ATATÜRK… gibi önder ve kumandanlar, kabiliyetlerini ve üstün meziyetlerini hep ateş altında ve harp meydanlarında ispat etmişlerdir.


Seciye ile bilgi bir arada olmadıkça; 
Önderlik mümkün değildir. 

Seciye ne olursa olsun, istediği kadar yüksek ve kuvvetli bulunsun, bilgi bakımından geri olan bir önderin otorite sağlamasına ve gelişen yenilikler ve durumlar karşısında kitlesini idare etmesine imkan yoktur.


Bizim bir atasözümüz vardır: "Balık baştan kokar"

ÖNDER;
iyi vasıflı, üstün yaradılışlı, üstün karakterli olduğu müddetçe kitleler, milletler ve ordular için yükselmeler, ilerlemeler ve zaferler mukadderdir.

alıntıdır.





Anafartalar Kahramanı :

"Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum ". 


____________